Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] >
Off topic: İlginç yazılar
Thread poster: Adnan Özdemir
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 4, 2021

--Alıntı--


Son dakika... İşte Türkiye'nin 2020 yılı nüfusu


Hurriyet.com.tr Haber Giriş: 04.02.2021 - 10:00 | Son Güncelleme: 04.02.2021 - 14:16

*-*Turkiye-fiziki-haritasi-1

*-*11

*-*22

*-*33

*-*44

*-*55

*-*66

*-*77

*-*88

Türkiye İstatistik Kurumu 2020 yılına ilişkin nüfus sayısını açıkladı. Türkiye'nin nüfusu 83 milyon 614 bin 362 kişi oldu.

Türkiye'nin en yaşlı ili Sinop olurken nüfus olarak 19 ili geride bırakan İnegöl ilçesi de dikkat çekti. İstanbul'un nüfusu 2020'de bir önceki yıla göre 56 bin 815 kişi azalarak 2001'den bu yana ilk kez azaldı.

Türkiye'de ikamet eden nüfus, 31 Aralık 2020 tarihi itibarıyla bir önceki yıla göre 459 bin 365 kişi artarak 83 milyon 614 bin 362 kişiye ulaştı. Erkek nüfus 41 milyon 915 bin 985 kişi olurken, kadın nüfus 41 milyon 698 bin 377 kişi oldu. Diğer bir ifadeyle toplam nüfusun %50,1'ini erkekler, %49,9'unu ise kadınlar oluşturdu.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre ülkemizde ikamet eden yabancı nüfus bir önceki yıla göre 197 bin 770 kişi azalarak 1 milyon 333 bin 410 kişi oldu. Bu nüfusun %49,7'sini erkekler, %50,3'ünü kadınlar oluşturdu.

NÜFUS ARTIŞ HIZI, BİNDE 5,5 OLDU

Yıllık nüfus artış hızı 2019 yılında binde 13,9 iken, 2020 yılında binde 5,5 oldu.

İL VE İLÇE MERKEZLERİNDE YAŞAYANLARIN ORANI %93 OLDU

Türkiye'de 2019 yılında %92,8 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, 2020 yılında %93 oldu. Diğer yandan belde ve köylerde yaşayanların oranı %7,2'den %7'ye düştü.

İSTANBUL'UN NÜFUSU 15 MİLYON 462 BİN 452 KİŞİ OLDU

İstanbul'un nüfusu, bir önceki yıla göre 56 bin 815 kişi azalarak 15 milyon 462 bin 452 kişiye düştü. Türkiye nüfusunun %18,49'unun ikamet ettiği İstanbul'u, 5 milyon 663 bin 322 kişi ile Ankara, 4 milyon 394 bin 694 kişi ile İzmir, 3 milyon 101 bin 833 kişi ile Bursa ve 2 milyon 548 bin 308 kişi ile Antalya izledi.

NÜFUSU EN AZ OLAN İL 81 BİN 910 KİŞİ İLE BAYBURT OLDU

Bayburt, 81 bin 910 kişi ile en az nüfusa sahip olan il oldu. Bayburt'u, 83 bin 443 kişi ile Tunceli, 96 bin 161 kişi ile Ardahan, 141 bin 702 kişi ile Gümüşhane ve 142 bin 792 kişi ile Kilis takip etti.

NÜFUS PİRAMİDİNDEKİ YAPISAL DEĞİŞİM DEVAM ETTİ

Nüfus piramitleri, nüfusun yaş ve cinsiyet yapısında meydana gelen değişimi gösteren grafikler olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'nin 2007 ve 2020 yılı nüfus piramitleri karşılaştırıldığında, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalmaya bağlı olarak, yaşlı nüfusun arttığı ve ortanca yaşın yükseldiği görülmektedir.

TÜRKİYE NÜFUSUNUN ORTANCA YAŞI 32,7'YE YÜKSELDİ

Ortanca yaş, yeni doğan bebekten en yaşlıya kadar nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır. Ortanca yaş aynı zamanda nüfusun yaş yapısının yorumlanmasında kullanılan önemli göstergelerden biridir.

Türkiye'de 2019 yılında 32,4 olan ortanca yaş, 2020 yılında 32,7'ye yükseldi. Cinsiyete göre incelendiğinde, ortanca yaşın erkeklerde 31,7'den 32,1'e, kadınlarda ise 33,1'den 33,4'e yükseldiği görüldü.

ORTANCA YAŞI EN YÜKSEK OLAN İL SİNOP, EN DÜŞÜK OLAN İL ŞANLIURFA OLDU

Ortanca yaşın illere göre dağılımına bakıldığında, Sinop'un 41,4 ile en yüksek ortanca yaş değerine sahip olduğu görüldü. Sinop'u, 40,6 ile Balıkesir ve Kastamonu izledi. Diğer yandan 20,4 ile Şanlıurfa en düşük ortanca yaşa sahip il oldu. Şanlıurfa'yı, 21,2 ile Şırnak ve 22,3 ile Ağrı takip etti.

KADINLARDA VE ERKEKLERDE EN YÜKSEK ORTANCA YAŞA SAHİP İL SİNOP OLDU

Ortanca yaşın illere ve cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, erkeklerde 40,2 ile Sinop en yüksek ortanca yaşa sahip olan il olurken, 20 ile Şanlıurfa en düşük ortanca yaşa sahip olan il oldu. Kadınlarda 42,7 ile Sinop yine en yüksek ortanca yaş değerine sahip olan il olurken, Şanlıurfa ve Şırnak 20,9 ile en düşük ortanca yaş değerine sahip olan iller oldu.

ÇALIŞMA ÇAĞINDAKİ NÜFUSUN ORANI %67,7 OLDU

Çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun oranı, 2007 yılında %66,5 iken 2020 yılında %67,7 oldu. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı %26,4'ten %22,8'e gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise %7,1'den %9,5'e yükseldi.

TOPLAM YAŞ BAĞIMLILIK ORANI ARTTI

Çalışma çağındaki birey başına düşen çocuk ve yaşlı birey sayısını gösteren toplam yaş bağımlılık oranı, 2019 yılında %47,5 iken 2020 yılında %47,7'ye yükseldi.

Ekonomik olarak aktif olan birey başına düşen çocuk sayısını ifade eden çocuk bağımlılık oranı, %34,1'den, %33,7'ye gerilerken, çalışan birey başına düşen yaşlı birey sayısını ölçen yaşlı bağımlılık oranı ise %13,4'ten %14,1'e yükseldi. Diğer bir ifadeyle, Türkiye'de 2020 yılında, çalışma çağındaki her 100 kişi, 33,7 çocuğa ve 14,1 yaşlıya bakmaktadır.

TÜRKİYE'DE KİLOMETREKAREYE 109 KİŞİ DÜŞERKEN İSTANBUL'DA 2 BİN 976 KİŞİ DÜŞTÜ

Nüfus yoğunluğu olarak tanımlanan "bir kilometrekareye düşen kişi sayısı", Türkiye genelinde 2019 yılına göre 1 kişi artarak 109 kişiye yükseldi. İstanbul, kilometrekareye düşen 2 bin 976 kişi ile nüfus yoğunluğu en yüksek olan ilimiz oldu. İstanbul'dan sonra 553 kişi ile Kocaeli ve 366 kişi ile İzmir nüfus yoğunluğu en yüksek olan iller oldu.

Diğer yandan nüfus yoğunluğu en az olan il ise bir önceki yılda olduğu gibi, kilometrekareye düşen 11 kişi ile Tunceli oldu. Tunceli'yi 20 kişi ile Ardahan ve Erzincan illeri izledi.

Yüz ölçümü büyüklüğünde ilk sırada yer alan Konya'nın nüfus yoğunluğu 58, en küçük yüz ölçümüne sahip Yalova'nın nüfus yoğunluğu ise 326 olarak gerçekleşti.

İNEGÖL'ÜN NÜFUSU 19 İLİ GERİDE BIRAKTI

Bursa’nın İnegöl ilçesi, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2020 Yılı nüfus rakamları ile 19 ili geride bıraktı. İlçenin yeni nüfusu ise 281 bin 382 oldu.

İnegöl'de ilçesi, bir önceki yıla göre nüfusunu 7 bin 449 kişi arttırarak 281 bin 382 kişi oldu. 281 bin 382 kişilik nüfusu ile 19 ili geride bıraktı. Açıklanan nüfus rakamlarına göre İnegöl’ün geride bıraktığı iller ise şu şekildi; Artvin 169 bin 501, Bilecik 218 bin 717, Burdur 267 bin 92, Çankırı 192 bin 428, Erzincan 234 bin 431, Gümüşhane 141 bin 702, Hakkari 280 bin 514, Kırşehir 243 bin 42, Sinop 2016 bin 460, Tunceli 83 bin 443, Bayburt 81 bin 910, Karaman 254 bin 919, Kırıkkale 278 bin 703, Bartın 198 bin 979, Ardahan 96 bin 161, Iğdır 201 bin 314, Yalova 276 bin 50, Karabük 243 bin 614, Kilis 142 bin 792.

İSTANBUL'UN NÜFUSU DÜŞÜŞE GEÇTİ

İstanbul'un nüfusu 2020'de bir önceki yıla göre 56 bin 815 kişi azalarak 2001'den bu yana ilk kez azaldı.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden derlenen bilgiye göre, Türkiye'nin nüfusu, 2020'de bir önceki yıla göre 459 bin 365 kişi artarak 83 milyon 614 bin 362 kişiye ulaştı.

Söz konusu dönemde nüfusunun yüzde 18,49'unun ikamet ettiği İstanbul, Türkiye'nin en kalabalık ili olmaya devam etti. Bu nüfusun 7 milyon 750 bin 836'sının erkek, 7 milyon 711 bin 616'sının ise kadın olduğu görüldü.

Yıllara göre nüfusa bakıldığında, 2001-2019 döneminde İstanbul nüfusunun sürekli artış gösterdiği belirlendi. 2000 yılında 11 milyon 76 bin 840 kişi olan ilin nüfusu "Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi" (ADNKS) ile hesaplandığı 2007'de 12 milyon 573 bin 836 kişiye, 2013'te 14 milyon 160 bin 467'ye, 2019'da ise 15 milyon 519 bin 267'ye yükseldi.

Nüfusun 2020'de 2001 yılından bu yana ilk kez gerilemesi dikkati çekti. İstanbul'un nüfusu geçen yıl bir önceki yıla göre 56 bin 815 kişi azalarak 15 milyon 462 bin 452'ye düştü.

NÜFUS EN FAZLA 2019'DA YÜKSELDİ

2001-2019 dönemde İstanbul'un nüfusunun en fazla 2019 yılında arttığı görüldü. Söz konusu yılda ilin nüfusunda 451 bin 543 kişilik artış yaşandı. İlin nüfusunun en az arttığı yıl ise bundan önce 38 bin 493 kişi ile 2018 olarak kayıtlara geçti.

Böylece, içinde bulunulan 21'inci yüzyılda İstanbul nüfusu ilk kez gerilemiş oldu.

TÜİK'in hesapladığı 2000-2006 dönemi yıl sonu nüfusları, ADNKS sonuçlarına göre tahmin ediliyor.

Yeri: https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/son-dakika-iste-turkiyenin-2020-yili-nufusu-41732421



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


turkiye-istatistik-kurumu-yeni-logo-DD6665118F-seeklogo.com
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2020

SAAT: 10:00 - SAYI: 37210
Bilgi Dağıtım Grup Başkanlığı
YAYIM TARİHİ: 04 Şubat 2021

Türkiye nüfusu 83 milyon 614 bin 362 kişi oldu

Türkiye'de ikamet eden nüfus, 31 Aralık 2020 tarihi itibarıyla bir önceki yıla göre 459 bin 365 kişi artarak 83 milyon 614 bin 362 kişiye ulaştı. Erkek nüfus 41 milyon 915 bin 985 kişi olurken, kadın nüfus 41 milyon 698 bin 377 kişi oldu. Diğer bir ifadeyle toplam nüfusun %50,1'ini erkekler, %49,9'unu ise kadınlar oluşturdu.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre ülkemizde ikamet eden yabancı nüfus(1) bir önceki yıla göre 197 bin 770 kişi azalarak 1 milyon 333 bin 410 kişi oldu. Bu nüfusun %49,7'sini erkekler, %50,3'ünü kadınlar oluşturdu.

Nüfus artış hızı, binde 5,5 oldu

Yıllık nüfus artış hızı 2019 yılında binde 13,9 iken, 2020 yılında binde 5,5 oldu.

Nüfus ve yıllık nüfus artış hızı, 2007-2020


İl ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı %93 oldu

Türkiye'de 2019 yılında %92,8 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, 2020 yılında %93 oldu. Diğer yandan belde ve köylerde yaşayanların oranı %7,2'den %7'ye düştü.

İstanbul'un nüfusu 15 milyon 462 bin 452 kişi oldu

İstanbul'un nüfusu, bir önceki yıla göre 56 bin 815 kişi azalarak 15 milyon 462 bin 452 kişiye düştü. Türkiye nüfusunun %18,49'unun ikamet ettiği İstanbul'u, 5 milyon 663 bin 322 kişi ile Ankara, 4 milyon 394 bin 694 kişi ile İzmir, 3 milyon 101 bin 833 kişi ile Bursa ve 2 milyon 548 bin 308 kişi ile Antalya izledi.

En fazla nüfusa sahip ilk 5 ilin cinsiyete göre dağılımı, 2020


Nüfusu en az olan il 81 bin 910 kişi ile Bayburt oldu

Bayburt, 81 bin 910 kişi ile en az nüfusa sahip olan il oldu. Bayburt'u, 83 bin 443 kişi ile Tunceli, 96 bin 161 kişi ile Ardahan, 141 bin 702 kişi ile Gümüşhane ve 142 bin 792 kişi ile Kilis takip etti.

En az nüfusa sahip ilk 5 ilin cinsiyete göre dağılımı, 2020


Nüfus piramidindeki yapısal değişim devam etti

Nüfus piramitleri, nüfusun yaş ve cinsiyet yapısında meydana gelen değişimi gösteren grafikler olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'nin 2007 ve 2020 yılı nüfus piramitleri karşılaştırıldığında, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalmaya bağlı olarak, yaşlı nüfusun arttığı ve ortanca yaşın yükseldiği görülmektedir.

Nüfus piramidi, 2007, 2020


Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 32,7'ye yükseldi

Ortanca yaş, yeni doğan bebekten en yaşlıya kadar nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır. Ortanca yaş aynı zamanda nüfusun yaş yapısının yorumlanmasında kullanılan önemli göstergelerden biridir.

Türkiye'de 2019 yılında 32,4 olan ortanca yaş, 2020 yılında 32,7'ye yükseldi. Cinsiyete göre incelendiğinde, ortanca yaşın erkeklerde 31,7'den 32,1'e, kadınlarda ise 33,1'den 33,4'e yükseldiği görüldü.

Cinsiyete göre ortanca yaş, 2007-2020


Ortanca yaşı en yüksek olan il Sinop, en düşük olan il Şanlıurfa oldu

Ortanca yaşın illere göre dağılımına bakıldığında, Sinop'un 41,4 ile en yüksek ortanca yaş değerine sahip olduğu görüldü. Sinop'u, 40,6 ile Balıkesir ve Kastamonu izledi. Diğer yandan 20,4 ile Şanlıurfa en düşük ortanca yaşa sahip il oldu. Şanlıurfa'yı, 21,2 ile Şırnak ve 22,3 ile Ağrı takip etti.

Kadınlarda ve erkeklerde en yüksek ortanca yaşa sahip il Sinop oldu

Ortanca yaşın illere ve cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, erkeklerde 40,2 ile Sinop en yüksek ortanca yaşa sahip olan il olurken, 20 ile Şanlıurfa en düşük ortanca yaşa sahip olan il oldu. Kadınlarda 42,7 ile Sinop yine en yüksek ortanca yaş değerine sahip olan il olurken, Şanlıurfa ve Şırnak 20,9 ile en düşük ortanca yaş değerine sahip olan iller oldu.

En yüksek ve en düşük ortanca yaşa sahip ilk 5 ilin cinsiyete göre dağılımı, 2020


Çalışma çağındaki nüfusun oranı %67,7 oldu

Çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun oranı, 2007 yılında %66,5 iken 2020 yılında %67,7 oldu. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı %26,4'ten %22,8'e gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise %7,1'den %9,5'e yükseldi.

Yaş gruplarına göre nüfus oranı, 2007, 2020


Toplam yaş bağımlılık oranı arttı

Çalışma çağındaki birey başına düşen çocuk ve yaşlı birey sayısını gösteren toplam yaş bağımlılık oranı, 2019 yılında %47,5 iken 2020 yılında %47,7'ye yükseldi.

Ekonomik olarak aktif olan birey başına düşen çocuk sayısını ifade eden çocuk bağımlılık oranı, %34,1'den, %33,7'ye gerilerken, çalışan birey başına düşen yaşlı birey sayısını ölçen yaşlı bağımlılık oranı ise %13,4'ten %14,1'e yükseldi. Diğer bir ifadeyle, Türkiye'de 2020 yılında, çalışma çağındaki her 100 kişi, 33,7 çocuğa ve 14,1 yaşlıya bakmaktadır.

Yaş bağımlılık oranları, 2016-2020


Türkiye'de kilometrekareye 109 kişi düşerken İstanbul'da 2 bin 976 kişi düştü

Nüfus yoğunluğu olarak tanımlanan "bir kilometrekareye düşen kişi sayısı", Türkiye genelinde 2019 yılına göre 1 kişi artarak 109 kişiye yükseldi. İstanbul, kilometrekareye düşen 2 bin 976 kişi ile nüfus yoğunluğu en yüksek olan ilimiz oldu. İstanbul'dan sonra 553 kişi ile Kocaeli ve 366 kişi ile İzmir nüfus yoğunluğu en yüksek olan iller oldu.

Diğer yandan nüfus yoğunluğu en az olan il ise bir önceki yılda olduğu gibi, kilometrekareye düşen 11 kişi ile Tunceli oldu. Tunceli'yi 20 kişi ile Ardahan ve Erzincan illeri izledi.

Yüz ölçümü büyüklüğünde ilk sırada yer alan Konya'nın nüfus yoğunluğu 58, en küçük yüz ölçümüne sahip Yalova'nın nüfus yoğunluğu ise 326 olarak gerçekleşti.

Bu konu ile ilgili bir sonraki haber bülteninin yayımlanma tarihi Şubat 2022'dir.
_____________________________________________________________________________________________________

AÇIKLAMALAR

Yerleşim yeri nüfusları, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından güncellenen ADNKS'den alınan nüfusla birlikte, kurumsal yerlerde kalan nüfus dikkate alınarak hesaplanmıştır. Kışla, cezaevi, huzurevi, üniversite öğrenci yurtları vb. kurumsal yerlerde kalanlar, uluslararası tanım gereği ikamet adreslerinin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna değil, kurumsal yerlerin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna dâhil edilmiştir.

Ayrıca il, ilçe, belediye, köy ve mahallelere göre nüfuslar belirlenirken, 31 Aralık 2020 tarihli Ulusal Adres Veri Tabanı kayıtları kullanılmıştır.

(1) Yabancı uyruklu nüfus kapsamında; referans tarihinde geçerli ikamet veya çalışma iznine sahip kişiler, uluslararası koruma kimlik belgesi gibi ikamet izni yerine geçen kimlik belgesi olan ve referans tarihinde geçerli adres beyanı olan kişiler ve izinle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkmış referans tarihinde geçerli adres beyanı olan mavi kart hamili kişiler değerlendirilmiştir. Kurs, turizm, bilimsel araştırma vb. nedenlerle 3 aydan kısa süreli vize veya ikamet iznine sahip yabancılar ile geçici koruma statüsüyle ülkede bulunan Suriyeliler nüfusa dâhil değildir.

*-*1

*-*2

*-*3

*-*4

*-*5

*-*6

*-*7

*-*8


Kaynak: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Adrese-Dayali-Nufus-Kayit-Sistemi-Sonuclari-2020-37210&dil=1



[Edited at 2021-02-04 12:00 GMT]


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
___ Feb 5, 2021

--Alıntı--


6 yıl cezanın gerekçesi: Taciz 10 durak arasında sürdü, sarkıntılığı geçti


Avcılar'da metrobüste N.C. isimli kadına cinsel saldırıda bulunduğu gerekçesiyle sanık F.Ö.'ye 6 yıl hapis cezası veren mahkeme, kararın gerekçesini açıkladı. Gerekçeli kararda eylemin 10 metrobüs durağı arasında sürerek sarkıntılık boyutunu geçtiği belirtildi.

Güncellenme: 14:15, 05/02/2021

*-*21ö

Küçükçekmece 20. Asliye Ceza Mahkemesi’nce açıklanan 21 sayfalık gerekçeli kararda, sanık F.Ö.’nün 23 Nisan 2019’da metrobüste ayakta bulunduğu sırada önünde oturan N.C.’ye cinsel saldırı suçunu işlediği anlatıldı.

Gerekçeli kararda İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi’nin “5 saniyelik saldırının ‘sarkıntılık’ düzeyinde kaldığına dair kararını” yineleyen mahkeme, bu sürenin aşılması halinde eylemin sarkıntılık düzeyini aştığına dair karar olduğunu belirtti.

“EYLEM 10 METROBÜS DURAĞI KADAR SÜRDÜ”

Müşteki N.C.’nin beyanlarına göre sanığın temasının herhangi bir cisim veya vücudunun başka bir yeriyle dokunması olarak algıladığı, N.C.’nin söylenerek sanık F.Ö.’yü uyarmaya çalıştığı, zamanla mağdur kadının araya çanta koyduğu ve tüm bu temasların yaklaşık 10 metrobüs durağı kadar sürdüğü kaydedildi.

Söz konusu süre boyunca da eylemin sarkıntılık düzeyini geçtiği gerekçeli kararda vurgulandı. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesi’nce onanan bir cinsel istismar davasının emsal olarak gösterildiği gerekçeli kararda, cinsel saldırı eyleminin sarkıntılık düzeyinde kalması hususlarında eylemin niteliğinin değil, süresinin de önemli olduğu belirtildi.

“KADININ YALAN BEYANDA BULUNMASI HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRI”

Sanığın ifadesinde suçlamayı kabul etmemesine değinilen gerekçeli kararda, müştekinin namus ve iffeti ile ilgili bir konuda yalan beyanda bulunmasının ve sanık ile herhangi bir husumetinin bulunmaması nedenleriyle kadının yalan beyanda bulunmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığının kabul edildiği ifade edildi.

“ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ CİNSEL SALDIRI SUÇLARINDA UYGULANMAMALI”

Gerekçeli kararda “Suçlar açısından mağdurun kendi iffet ve onurunu zedeleyecek şekilde beyanda bulunması beklenemeyeceğinden ‘Şüpheden sanık yararlanır’ şeklindeki evrensel ilkenin cinsel saldırı suçları açısından mutlak bir şekilde uygulanmaması gerekecektir” şeklinde ifadeler kullanıldı. Mahkeme, bu tespitinde de Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin verdiği kararı emsal gösterdi.

GELEN RAPORLAR ALTINA KAÇIRMA SAVUNMASINI BERTARAF ETTİ

Gerekçeli kararda Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi’nden gelen raporda sanığın olay günü giymiş olduğu iç çamaşırı ve pantolon üzerinde sperm lekelerine rastlandığı, sanığın ‘Altına kaçırma’ savunmasının bu nedenle bertaraf edildiği vurgulandı.

SUÇUN METROBÜSTE GERÇEKLEŞMESİ CEZADA ARTIRIM OLARAK KABUL EDİLMEDİ

İddianamede suçun metrobüste gerçekleştiği için “İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle cinsel saldırı” suçundan sanığın daha ağır şekilde cezalandırılması istemiyle dava açıldığı belirtilen kararda, İzmir 15. Ceza Dairesi’nin verdiği karar emsal gösterildi.

Örnek gösterilen söz konusu emsal kararda ‘Belediye otobüsünde seyahat halindeyken seyahat süresinin sınırlı zamanda insanların bir arada bulunup bu durumun toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğu olan yerlerden olmadığı, bu nedenle yasal şartların oluşmadığı’ ifadeleri gerekçe gösterilerek, cezada artırımı yapılmadığı belirtildi. Kararda metro, metrobüs gibi toplu taşıma araçlarının bahsi geçen nitelikli hal kapsamında kabul edilmediği ifade edildi.

PİŞMAN OLMAMASI NEDENİYLE CEZADA İNDİRİM YAPILMADI

Mahkeme, bu gerekçelerle sanığın üzerine atılı “cinsel saldırı” suçunda sarkıntılık boyutunu geçtiği, eylemin amacı ve suçun işlendiği yerin bir toplu taşıma araç olmasını gerekçe göstererek sanığın “Cinsel saldırı” suçundan 6 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetti.

Sanığın kovuşturma aşamasında olaydan ve işlenen suçtan dolayı pişman olduğuna dair herhangi bir emareyle karşılaşılmadığına kanaat getiren mahkeme, bu sebeple sanığa verilen cezada takdiri indirim uygulamadığını belirtti. Sanığa verilen cezanın miktarını da göz önünde bulunduran mahkeme bu sebeplerle cezanın ertelenmesine yer olmadığına karar verdi. Ayrıca gerekçeli kararda sanık F.Ö.’nün üzerine atılı “Hakaret” suçundan beraat karar verildiği hatırlatılarak, sanığın cezalandırılmasına ilişkin de yeterli delil bulunmadı belirtildi. (DHA)

Yeri: https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/6-yil-cezanin-gerekcesi-taciz-10-durak-arasinda-surdu-sarkintiligi-gecti-6245261/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



--Alıntı--


YARGITAY KARARLARIYLA CİNSEL TACİZ SUÇU

The Crime of Sexual Harassment in the Decisions of
the High Court of Appeals

Leyla ÇAKICI GERÇEK∗

*-*Grafik netten alındı428

....

Çalışmanın tamamına buradan ulaşılabilir: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/624642

. . .

SONUÇ
Eski TCK’nin 421. maddesinde yer alan “söz atma ve sarkıntılık”
suçuna karşılık olarak yeni TCK’nin 105. maddesinde “Cinsel Taciz”
suçu düzenlenmiştir. Eski Yasa kapsamında sarkıntılık sayılan ancak
mağdurun vücuduna temas etmeden gerçekleşen suçlarla, söz atma
suçlarının tamamı 105. madde kapsamında cinsel taciz olarak kabul
edilmektedir.

Kişilerin cinsel özgürlüğünün en geniş şekilde korunması amacı ile
TCK’nin “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmın, “Cinsel
Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlıklı altıncı bölümünde yer alan cinsel
taciz suçu esas olarak bir kişinin cinsel amaçla taciz edilmesi ile meydana
gelir. Cinsel taciz suçunun düzenlendiği 105. madde iki fıkradan
oluşmaktadır.

“Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında,
mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya
adlî para cezasına hükmolunur.” cümlesinden oluşan ilk fıkrada suçun
basit hali; “Bu fiiller, hiyerarşi veya hizmet veya eğitim ve öğretim
ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan
yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza
yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan
veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az
olamaz.” şeklindeki ikinci fıkrada ise suçun nitelikli hali
düzenlenmektedir. İkinci fıkrada, 29.05.2005 tarih ve 5377 sayılı
Yasa’nın 13. maddesi ile bir değişiklik yapılmış ve ilk yürürlüğe girdiği
tarihte fıkrada yer almayan eğitim ve öğretim ilişkisi ile aile içi ilişki de
fıkraya ilave edilmiştir.

Cinsel taciz suçu öğretide ve Yargıtay kararlarında farklı şekillerde
tanımlansa da tüm tanımlarda ortak olan noktalar vardır. Cinsel taciz
suçu, mağdurun vücuduna temas etmeden onun rızası dışında yapılan
davranışlarla gerçekleşir. Bu davranışlar mağdura yönelik olmalı ve onu
rahatsız edecek nitelikte bulunmalıdır. Bu özellikleri taşıyan ahlak
temizliğine aykırı olan ve cinsel amaçla yapılan her türlü davranış cinsel
taciz suçunu oluşturacaktır. Madde gerekçesine göre bu hareketlerin
“ahlak temizliğine aykırı” olması gerekmektedir. Öğretide “ahlak”
kavramının belirsiz ve değişken olabileceğinden dolayı böyle bir
açıklamanın gereksizliği yönünde eleştiriler yapılmıştır.

Yargıtay kararları incelendiğinde, cinsel taciz sayılmış hareketler
arasında çoğunlukla mağdura yönelik söylenen cinsel içerikli sözlerin
olduğu tespit edilmiştir. Cinsel taciz suçu, mağdurun yolda ısrarla takip
edilirken veya doğrudan, ona yönelik cinsel içerikli sözlerin söylenmesi
ile; telefon, mektup, e.posta veya başka bir teknolojik aletle bu tür
sözlerin mağdura iletilmesi ile; ıslık çalınması, cinsel organın
gösterilmesi veya başka cinsel içerik ifade eden hareketlerin yapılması ve
bunlara benzer her türlü davranış ile gerçekleşebilir.

Cinsel taciz suçunun mağduru ve faili kadın veya erkek olabilir. Evli
ya da bekâr olmaları veya farklı cinsiyetten olmaları gibi her hangi bir
sınırlama söz konusu değildir. Öğretideki baskın görüş, bu suçun
çocuklara karşı işlenmesi halinde cinsel taciz suçunun söz konusu
olmayacağı yönündedir. TCK’nin 103. maddesinde çocuğa yönelik her
türlü cinsel davranış ayrı bir suç kapsamında değerlendirildiğinden, cinsel
tacizin bir çocuğa karşı işlenmesi halinde “çocukların cinsel istismarı”
suçu kapsamında değerlendirilmesi gerekecektir.

Cinsel taciz suçuna teşebbüs mümkündür. Öğretide suçun
neticesinin harekete bitişik olduğu dolayısıyla bu suça teşebbüsün
mümkün olmayacağı yönünde görüşler vardır.

TCK’nin 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturan
davranışın cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi durumunda
verilecek ceza ağırlaşacaktır. Bu durumda bileşik suç söz konusu
olduğundan sadece işkence suçunun bu nitelikli hali için öngörülen ceza
verilecektir. TCK’nin 43. maddesinin 2. fıkrasına göre, cinsel taciz suçu
birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmiş ise yine zincirleme suç söz
konusu olacak ve bir ceza verilecektir. Birden fazla kişiye karşı birden
fazla davranışlarla gerçekleştirilen cinsel taciz söz konusu olduğunda
mağdur sayısı kadar suç oluşacak ve gerçek içtima kuralları
uygulanacaktır84.

Cinsel taciz suçuna iştirak mümkündür. Bu suça
azmettiren ya da yardım eden kişi iştirakçi olarak cezalandırılır.
Cinsel taciz suçunun soruşturulması ve kovuşturulması mağdurun
şikâyetine bağlıdır. Bu hakkı tacize uğrayan kişi süresi içinde kullanabilir
ve karar kesinleşinceye kadar vazgeçebilir. Ancak vazgeçmenin sanık
tarafından kabul edilmesi gerekir.

Cinsel taciz suçunun nitelikli hallerinin soruşturma ve
kovuşturulması şikâyete bağlı değildir. Bu suç için görevli mahkeme,
Sulh Ceza Mahkemesidir. Suçun yaptırımı, TCK’nin 105. maddesinin
birinci fıkrasına göre, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya adlî para
cezasıdır. Suçun nitelikli hali için birinci fıkradaki ceza yarı oranında
arttırılarak belirlenir. Mağdur, cinsel taciz nedeni ile işini terk etmek veya
okuldan ya da ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir
yıldan aşağı olmayacaktır.

Ulaşılan Yargıtay karar örnekleri incelenmiş ancak öğretideki
tartışmalı konuların hepsini içeren örnekler bulunamamıştır. Önümüzdeki
yıllarda cinsel taciz ile ilgili kararlar çoğaldıkça tartışmalı konulardaki
Yargıtay yorumunu belirlemek olasılığı da artacaktır
. . .


Kaynak + çalışmanın tamamına buradan ulaşılabilir: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/624642



[Edited at 2021-02-05 13:26 GMT]


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 6, 2021

--Alıntı--

Manisa'da 4 gencin ölüm nedeni jandarma raporunda ortaya kondu


Manisa'nın Ahmetli ilçesinde tarla yolunda cesedi bulunan 4 gençten birinin uyuşturucu kullanımına bağlı hayatını kaybettiği, diğerlerinin ise av tüfeği ile intihar ettiği belirlendi.

cumhuriyet.com.tr 04 Şubat 2021 Perşembe, 12:51

*-*jhlcnoıue

Manisa'da bulunan 4 cesedin ardından Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı'na gönderilen deliller üzerinde yapılan inceleme tamamlandı. Çalışmalarını sonuçlandıran Kriminal Daire, söz konusu raporu Turgutlu Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi.

Rapora göre, 4 gencin olay günü Kestelli Mahallesi'ndeki köy evinde birlikte uyuşturucu aldığı belirlendi. Vücudunda herhangi bir ateşli silah, kesici veya delici alet yaralanması bulunmayan Ümit Zangal'ın olaydan 4 ila 6 saat önce aşırı dozda uyuşturucu kullanımı nedeniyle hayatını kaybettiği tespit edildi.

Ümit Zangal'ın boynunda da herhangi bir kırığa rastlanılmadı.

Otomobille Ümit Zangal'ın cesedini köy evinden tarla yoluna taşıyan 3 gencin, burada Muharrem Zengin'in babasına ait "tek kırma" diye tabir edilen av tüfeği ile sırayla intihar ettiği rapora yansıdı.

Olay yerindeki boş fişeklerde ve av tüfeğinde 3 gencin parmak izlerine rastlanıldı.

NE OLMUŞTU?
Kestelli Mahallesi'nde cansız bedenleri bulunan 3 gencin intihar etmeden önce çektikleri videoda seslendikleri Mert isimli kişi ölenlerden Neşet Dalgın'ın uzman onbaşı olan ağabeyi çıkmıştı.

Videoyla ilgili konuşan Mert Dalgın, "'Birbirimizi bırakmayacağız' diye söz vermiştik. Videoyu şaka sandım, meğerse gerçekmiş" demişti.

Ahmetli'nin Kestelli Mahallesi Bintepeler Akçeşme mevkisinde, 31 Ocak Pazar günü saat 17.00 sıralarında peş peşe gelen silah seslerini duyan vatandaşlar, jandarmayı aradı.

Ekipler, olay yerinde yaptıkları incelemede, Serkan (23) ve Ümit Zangal (20) ile Muharrem Zengin (22) ve Neşet Dalgın'ın (24) hayatını kaybettiğini belirledi.

Bu kişilerden 3'ünün av tüfeğiyle başlarından vurulduğu, birinde ateşli silah ya da kesici, delici alet yarası olmadığı, söz konusu tüfeğin ise Muharrem Zengin'in babasına ait olduğu tespit edildi.

Kaynak: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/manisada-4-gencin-olum-nedeni-jandarma-raporunda-ortaya-kondu-1811281


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
Dertli Prof. yurttaşımız anlatıyor... Feb 6, 2021

--Alıntıdır--

GEREKÇELİ KARAR KAÇ AYDA YAZILIR?
Davacısı Olduğum Altı Davada Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin Gerekçeli Kararları On Sekiz Aydır Yazmaması Hakkında Bir Açıklama

Yazı: Kemal Gözler* - 6 Eylül 2019


Bilindiği gibi adlî yıl açılış töreni, bundan sadece dört gün önce, 2 Eylül 2019 tarihinde yapıldı. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da adlî yılın açıldığı şu günlerde Tü
... See more
--Alıntıdır--

GEREKÇELİ KARAR KAÇ AYDA YAZILIR?
Davacısı Olduğum Altı Davada Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin Gerekçeli Kararları On Sekiz Aydır Yazmaması Hakkında Bir Açıklama

Yazı: Kemal Gözler* - 6 Eylül 2019


Bilindiği gibi adlî yıl açılış töreni, bundan sadece dört gün önce, 2 Eylül 2019 tarihinde yapıldı. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da adlî yılın açıldığı şu günlerde Türk yargısının sorunları bir kez daha gündeme geldi.

Cumhurbaşkanlığı ve Adalet Bakanlığı da “yargı reformu” üzerinde duruyor. Demek ki onlar da Türk yargısında problemler olduğunu kabul ediyorlar.

Türkiye’de yargıya güvenin çok düşük olduğu söyleniyor. Mahkemeler huzurunda hakkını arayan bir Türk vatandaşı olarak benim de Türk yargısına güvenim maalesef düşük.

Ben de burada adlî yılın açıldığı şu günlerde, hak arayan bir vatandaş sıfatıyla Türk adliyesinde karşılaştığım somut bir sorunu açıklayacak ve Türk kamuoyunun bilgisine sunacağım.

1. Adliyeyle Tanışmam
Hukuk profesörü olsam da hiçbir zaman hukuk uygulamasının içinde yer almadım. Hayatımda avukatlık yapmadım. Avukatlık ruhsatı da almadım. 2013 yılına kadar da, idarî yargıda iki davam dışında, Allah’a şükür, adliyeye davacı, davalı, sanık, müşteki veya tanık vs. olarak yolum düşmedi.

2013’te iki kitap yazdım ve adliyeyle müşerref oldum!

2013 yılında Örnekleriyle Usûlsüz Alıntı Sorunu ve …’ın … Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler isimli kitaplarımı yayınladım. Daha sonra bu kitaplarda gösterdiğim usûlsüz alıntılardan dolayı benden usûlsüz alıntı yaptığını iddia ettiğim yazarlara karşı toplam sekiz adet hukuk davası açtım. Ayrıca bu yazarları savcılıklara şikayet ettim; bazıları hakkında da şikayetlerim sonucu ceza davası açıldı. Yine YÖK’e ve üniversite rektörlüklerine yaptığım şikayetlerin olumsuz sonuçlanması nedeniyle idare mahkemelerinde de dört ayrı dava açmak zorunda kaldım.

Keza bu kitaplarda usûlsüz alıntı yaptığını iddia ettiğim yazarlar da bana karşı Cumhuriyet savcılıklarına şikayette bulundular ve hakkımda iki de ceza davası açıldı.

Yani 2013’ten bu yana Türk yargısına, bir vatandaş olarak, davacı, sanık, şüpheli, müşteki gibi sıfatlarla işim düştü. Bu davalar dolayısıyla Türk yargısı hakkında bir vatandaş olarak az çok tecrübe sahibi oldum. Davalarım kesin hüküm ile sona erdiğinde bu konuda tecrübelerimi okuyucularımla paylaşmayı ve eleştirilerimi dile getirmeyi plânlıyorum. Tâbiî bu davalar bir gün sona ererse! Bu davaları 2013 yılında ve 2014 yılının ilk aylarında açtım. Davaları açalı altı yıla yakın bir zaman oluyor. Bu davalardan altısı hâlâ ilk derece mahkemesi önünde! Daha bu davaların istinafı ve muhtemelen temyizi olacak ve muhtemelen bu davalar on küsur yıl sürecek!

Davalar kesin hükümle sonuçlanmadan davalar hakkında yazmamaya karar vermiştim. Ancak sanıyorum, aşağıda belirteceğim sorun hakkında artık susmanın bir anlamı ve gereği yok. Çünkü son bir buçuk yıldır ortada yapılan bir yargılama yok.

2. Gerekçeli Karar Kaç Ayda Yazılır?
Konuya bir soruyla gireyim: Son duruşmada hüküm tefhim edildikten ne kadar sonra gerekçeli karar yazılmalıdır?

Malum: Anayasamızın 141’inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre “bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre “yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihaî karar, hükümdür”. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre “hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur”. Dolayısıyla gerekçeli kararın kural olarak “yargılamanın sona erdiği duruşmada” verilmesi gerekir.

Ne var ki, bazı davalarda kararın gerekçesinin ayrıntılı bir şekilde yazılması gerekir. Bunun ise hemen yapılması mümkün olmayabilir. İşte bu nedenle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294’üncü maddesinin dördüncü fıkrası, gerekçeli kararın son duruşmadan daha sonra yazılmasına izin vermiştir. Dördüncü fıkrada şöyle denmektedir:

“Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir”.
Demek ki, zorunlu nedenlerin bulunması durumunda, mahkeme, henüz gerekçeli kararı yazmamış ise, son duruşmada sadece “hüküm sonucu”nu tefhim eder ve gerekçeli kararı, son duruşmadan itibaren en geç bir ay içinde yazar.

Yani 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, zorunlu nedenlerle, mahkemelere gerekçeli kararı yazmak için en fazla bir aylık bir süre vermektedir.

Peki Türkiye’de mahkemeler bu bir aylık süreye uyuyorlar mı?

Zaman zaman bu bir aylık süreye uyulamadığı, bazen iş yoğunluğu nedeniyle hâkimlerin gerekçeli kararları daha uzun sürede yazdığı söyleniyor.

Peki bu daha uzun süre ne kadardır?

Tahmini olan var mı? İki ay mı? Üç ay mı? Dört ay mı? Hayır bilemediniz: Benim açtığım altı hukuk davasında gerekçeli karar tam bir buçuk yıldır yazılmış değil! Tam 18 aydır gerekçeli kararın yazılmasını bekliyorum.

3. On Sekiz Aydır Gerekçeli Kararı Bekleyen Davalarım
Aşağıda dökümünü vereceğim, tarafımdan açılmış tam altı adet hukuk davamda hüküm sonucu, Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 07/03/2018 tarihli son duruşmada tefhim edilmiş olmasına rağmen, gerekçeli karar, bugün (6 Eylül 2019) itibarıyla yani tamı tamına 18 (on sekiz) ay geçmiş olmasına rağmen yazılmış değil. Daha ne zaman yazılacağını da bilmiyorum. Bu davaların listesi şöyledir:


NOT: UYAP Vatandaş Portal “Dosya Sorgulama” sisteminden yaptığım sorgulamanın ekran görüntüsünün ilgili kısmına EK-1'den ulaşabilirsiniz.
Bu davalardan birincisine ilişkin “hüküm sonucu”nun tefhim edildiği son duruşma tutanağına EK-2’den ulaşabilirsiniz. Diğer davaların da son duruşma tutanakları EK-1 ile hemen hemen aynıdır.

Bu davalarda son duruşma tarihi ve 07/09/2019 tarihi itibarıyla “dosya durumu”nu göstermek amacıyla turkiye.gov.tr / Adalet Bakanlığı / Dosya Sorgulama Sisteminden ulaştığım “Temel Dosya Bilgileri”ni gösteren belgeleri bu yazının sonuna ekliyorum (Ek-3 ilâ Ek-8). Bu belgelere aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz:

2013/305 Esas Sayılı Dosya: EK-3
2013/582 Esas Sayılı Dosya: EK-4
2013/591 Esas Sayılı Dosya: EK-5
2013/592 Esas Sayılı Dosya: EK-6
2014/11 Esas Sayılı Dosya: EK-7
2014/120 Esas Sayılı Dosya: EK-8
Dosya sorgulama 7 Eylül 2019 günü yapılmıştır. Görüldüğü gibi eklerdeki belgelerde “Dosya Durumu” başlıklı satırda “Karara Çıkmış” ibaresi bulunmaktadır. Bu ibare, gerekçeli kararların 7 Eylül 2019 tarihi itibarıyla yazılmadığını ve gerekçeli kararın yazılması için dosyanın hakimin önünde beklediği anlamına gelmektedir. Bu altı davada dosya, 7 Eylül 2019 tarihi itibarıyla, tamı tamına 18 aydır “karara çıkmış” durumda bekliyor.

Bilmeyenler için ekleyelim: Gerekçeli karar yazılmadıkça, davayı kazanan davacı kararı icraya koyamaz ve dolayısıyla, davayı kazanmış olmasına rağmen, her geçen gün hak kaybına uğrar. Davayı kaybeden davalı da gerekçeli karar yazılıp kendisine tebliğ edilmediği için karara karşı istinafa başvurma hakkını kullanamaz.

Yukarıdaki altı davada davacı konumdayım ve altı davada da hüküm lehimedir. Yani bu davaları kazandım.

4. Lehte Karar 18 Ayda Yazılmıyor; Aleyhte Olan Karar 25 Günde Yazılıyor
İşin ilginç yanı şudur: Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde aynı kitaptan dolayı ve tamamıyla benzer konuda açtığım ve 2013/620 esas sayılı dosyada görülen bir dava daha vardır. Bu davayı kaybettim. Kaybettiğim bu davanın hüküm sonucu 20/11/2017 tarihli son duruşmada tefhim edildi. Gerekçeli karar ise sadece 25 gün sonra 15/12/2017 tarihinde yazıldı.

Yani Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, benim lehime olan davalarda gerekçeli kararı son duruşmadan bu yana bir buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen yazmaz iken, benim aleyhime olan kararı sadece 25 gün içinde yazmıştır!

Davayı ben kaybettiğimde gerekçeli kararı 25 gün içinde yazan mahkeme, davayı ben kazandığımda nedense üzerinden on sekiz ay geçmiş olmasına rağmen gerekçeli kararı yazmıyor. İlave edelim ki, kazandığım ve kaybettiğim bu davalar, aynı kitaptan kaynaklanan ve birbirine benzer iddialar ve deliller içeren, benzer zorlukta davalardır.

5. Bu Durum Karşısında Ben Ne Yaptım?
Hüküm sonucunun tefhim edildiği 07/03/2018 tarihli duruşmadan bugüne kadar, vekilim aracılığıyla Bursa Asliye Hukuk Mahkemesine tam dört ayrı defa başvurup, mahkemeden gerekçeli kararın yazılmasını talep ettim. Bu konuda vekilim tarafından sunulmuş ilk dilekçe, 07/05/2018, ikinci dilekçe 06/11/2018, üçüncü dilekçe 06/02/2019 tarihli ve son dilekçe 24/05/2019 tarihlidir. Dilekçelerden sonuncusunu örnek olarak EK-9’da sunuyorum. Vekilimin ayrıca durumu pek çok defa sözlü olarak mahkemeye ilettiğini de biliyorum.

Vatandaş olarak, görevim olmamasına rağmen, tarafı olduğum bir davada “lütfen gerekçeli kararı yazınız” diye mahkemeye dört kez başvurmuşum ve on sekiz ay boyunca mahkemenin kararı yazmasını sabırla beklemişim. Daha ne yapayım?

Tekrar hatırlatayım ki, bu davalarda gerekçeli kararlar, hâlâ yazılmamıştır; kararların yazılmasını hâlâ bekliyorum ve daha ne kadar bekleyeceğimi de bilmiyorum. Bir buçuk yıl yetmedi; iki yıl, üç yıl mı beklemem gerekli? Yoksa sonsuza kadar mı bekleyeceğim?

6. Hâkimler ve Savcılar Kuruluna Neden Şikayet Etmedim?
Belki okuyucular, “gerekçeli kararı bir buçuk yıldır yazmayan hâkimi neden Hâkimler ve Savcılar Kuruluna şikayet etmiyorsunuz” diye sorabilirler. Öncelikle belirteyim ki, benim vatandaş olarak davama bakan hâkimi, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna şikayet etmek gibi bir ödevim yoktur. Ben şikayet etmesem bile adalet zamanında işlemeli, gerekçeli karar, karar duruşmasından sonra, Kanunun öngördüğü gibi en geç bir ay içinde yazılmalıdır.

Ayrıca belirtmek isterim ki, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna hakimi şikayet etmenin de bir yarar sağlayacağını sanmıyorum. Nitekim geçmişte bir başka dava nedeniyle bir hâkimi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna 12 Mayıs 2014 tarihinde şikayet ettim ve bir cevap alamadım. Yedi ay bekledikten sonra, başvurumun durumunu 11 Aralık 2014 tarihli dilekçemle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sordum; buna da cevap alamadım.

* * *
Burada ayrıca, Hâkimler ve Savcılar Kurulunu, Türk yargısının problemlerini çözecek bir makam olarak değil, tersine Türk yargısında problemlerin kaynağı olan bir makam olarak gördüğümü de belirtmek isterim. Hatırlanacağı üzere Elveda Anayasa isimli kitabımda ve diğer kitaplarımda Hâkimler ve Savcılar Kurulunu şiddetle eleştirdim. Bu Kurulu bunca eleştirmişken, bu Kurulun kapısını çalıp ondan adalet istemeyi gururuma yediremiyorum.

Sonuç
Yargı yetkisi bir egemenlik yetkisidir. Anayasamızın 9’uncu maddesine göre, yargı yetkisi, Türk milleti adına mahkemeler tarafından kullanılır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297’nci maddesine göre “Hüküm ‘Türk Milleti Adına’ verilir”. Bu nedenle kazandığım davaların gerekçeli kararlarını bir buçuk yıldır yazmayan Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesini Türk milletine şikayet ediyorum.

Kaynak: https://www.anayasa.gen.tr/kac-ayda.htm


-----------
Gerekçeli karar nedir: https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=47WiQ0qbjQc&ab_channel=adliyeci-com
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 6, 2021

Çin aşısının biri hakkında...

--Alıntı--

Safety, tolerability, and immunogenicity of an inactivated SARS-CoV-2 vaccine (CoronaVac) in healthy adults aged 60 years and older: a randomised, double-blind, placebo-controlled, phase 1/2 clinical trial


Zhiwei Wu*, Yaling Hu*, Miao Xu*, Zhen Chen*, Wanqi Yang, Zhiwei Jiang, Minjie Li, Hui Jin, Guoliang Cui, Panpan Chen, Lei Wang, Guoqing Zhao, Yuzhu Ding, Yuliang Zhao†, Weidong Yin†
*-*SDFSD


THE LANCET - Published:February 03, 2021
------------------------------------------------

Summary

Background
A vaccine against COVID-19 is urgently needed for older adults, in whom morbidity and mortality due to the disease are increased. We aimed to assess the safety, tolerability, and immunogenicity of a candidate COVID-19 vaccine, CoronaVac, containing inactivated SARS-CoV-2, in adults aged 60 years and older.

Methods
We did a randomised, double-blind, placebo-controlled, phase 1/2 clinical trial of CoronaVac in healthy adults aged 60 years and older in Renqiu (Hebei, China). Vaccine or placebo was given by intramuscular injection in two doses (days 0 and 28). Phase 1 comprised a dose-escalation study, in which participants were allocated to two blocks: block 1 (3 μg inactivated virus in 0·5 mL of aluminium hydroxide solution per injection) and block 2 (6 μg per injection). Within each block, participants were randomly assigned (2:1) using block randomisation to receive CoronaVac or placebo (aluminium hydroxide solution only). In phase 2, participants were randomly assigned (2:2:2:1) using block randomisation to receive either CoronaVac at 1·5 μg, 3 μg, or 6 μg per dose, or placebo. All participants, investigators, and laboratory staff were masked to treatment allocation. The primary safety endpoint was adverse reactions within 28 days after each injection in all participants who received at least one dose. The primary immunogenicity endpoint was seroconversion rate at 28 days after the second injection (which was assessed in all participants who had received the two doses of vaccine according to their random assignment, had antibody results available, and did not violate the trial protocol). Seroconversion was defined as a change from seronegative at baseline to seropositive for neutralising antibodies to live SARS-CoV-2 (positive cutoff titre 1/8), or a four-fold titre increase if the participant was seropositive at baseline. This study is ongoing and is registered with ClinicalTrials.gov (NCT04383574).

Findings
Between May 22 and June 1, 2020, 72 participants (24 in each intervention group and 24 in the placebo group; mean age 65·8 years [SD 4·8]) were enrolled in phase 1, and between June 12 and June 15, 2020, 350 participants were enrolled in phase 2 (100 in each intervention group and 50 in the placebo group; mean age 66·6 years [SD 4·7] in 349 participants). In the safety populations from both phases, any adverse reaction within 28 days after injection occurred in 20 (20%) of 100 participants in the 1·5 μg group, 25 (20%) of 125 in the 3 μg group, 27 (22%) of 123 in the 6 μg group, and 15 (21%) of 73 in the placebo group. All adverse reactions were mild or moderate in severity and injection site pain (39 [9%] of 421 participants) was the most frequently reported event. As of Aug 28, 2020, eight serious adverse events, considered unrelated to vaccination, have been reported by seven (2%) participants. In phase 1, seroconversion after the second dose was observed in 24 of 24 participants (100·0% [95% CI 85·8–100·0]) in the 3 μg group and 22 of 23 (95·7% [78·1–99·9]) in the 6 μg group. In phase 2, seroconversion was seen in 88 of 97 participants in the 1·5 μg group (90·7% [83·1–95·7]), 96 of 98 in the 3 μg group (98·0% [92·8–99·8]), and 97 of 98 (99·0% [94·5–100·0]) in the 6 μg group. There were no detectable antibody responses in the placebo groups.

Interpretation
CoronaVac is safe and well tolerated in older adults. Neutralising antibody titres induced by the 3 μg dose were similar to those of the 6 μg dose, and higher than those of the 1·5 μg dose, supporting the use of the 3 μg dose CoronaVac in phase 3 trials to assess protection against COVID-19.
.
.
.
. . .

Discussion
We found that the two doses of CoronaVac were safe and well tolerated at doses of 1·5 μg, 3 μg, and 6 μg among adults aged 60 years and older. The incidence of adverse reactions in different dose groups was similar, indicating that there was no dose-related aggravation concern with regard to safety. Moreover, most adverse reactions were mild and transient, and injection site pain was the most reported symptom. The results were similar to our study of adults aged 18–59 years.20 Our findings were also similar to the results of other inactivated COVID-19 vaccines in younger and older adults.13, 18, 19

None of the serious adverse events reported during the trial was related to vaccination. In our study, one case of pancreatitis was reported in the 3 μg group and was deemed to be unrelated to the receipt of the vaccine. Vaccine-related pancreatitis has been reported after the administration of other vaccines, such as vaccines against hepatitis A and hepatitis B (combined), hepatitis A, human papillomavirus (HPV), and measles, mumps, and rubella.24, 25 Among them, the combined hepatitis A and hepatitis B vaccine and the HPV vaccine contain an aluminium adjuvant. Bizjak and colleagues24 pointed out that in conjunction with an aluminium adjuvant, the induction of immunity through molecular mimicry might culminate in the production of cytotoxic autoantibodies with a particular affinity for pancreatic acinar cells. Vaccine-induced pancreatitis is likely to be an underdiagnosed condition and can often be masked by the incidental presence of more commonly recognised causes, or it might simply be misdiagnosed as idiopathic pancreatitis.24, 25 We will carefully monitor the occurrence of pancreatitis in ongoing and future studies and through pharmacovigilance.

CoronaVac was immunogenic in adults aged 60 years and older. The neutralising antibody responses observed in the older adults who had received two vaccine doses of 3 μg or 6 μg were similar, and exceeded the response to the 1·5 μg dose. Phase 1 data showed that seroconversion rates and GMTs of neutralising antibodies were low before the second vaccination, which provides evidence for a two-dose immunisation schedule. In this study, the seroconversion rates in those who received 3 μg or 6 μg doses were over 95% after the two-dose vaccination, with GMTs ranging from 42·2 to 64·4—similar to the responses among adults aged 18–59 years who received 3 μg (seroconversion 97%; GMT 44·1) or 6 μg doses (100%; 65·4) of vaccine with the same immunisation schedule.20 Thus, the preliminary results indicate that the responses to CoronaVac are not reduced in older adults.
In an exploratory analysis stratified by age, we did not observe significant differences in neutralising antibody responses after the second vaccination between age groups (60–64 years, 65–69 years, and ≥70 years) after the same doses of vaccine were given (appendix p 13). GMTs in phase 1 increased with age in recipients of the 3 μg dose, whereas they decreased with age in recipients of the 6 μg dose, although these trends were not statistically significant. By contrast, in phase 2, opposite trends in GMTs to those of phase 1 were observed (appendix p 13). In each age group, GMTs did not differ significantly between recipients of the 3 μg and 6 μg doses after the second injection, except in the group aged 70 years and older in phase 1 (p=0·025) and the group aged 60–64 years in phase 2 (p=0·041). Small sample sizes and large differences in immune responses to vaccination across older individuals might account for these differences. We will assess the relationship between the immune response to CoronaVac and age in ongoing phase 3 trials (NCT004456959 and NCT04617483).

Although the correlates of protection have not yet been established for any COVID-19 vaccines in development, neutralising antibodies are evaluated in all clinical trials because of evidence of their association with protection against COVID-19 in animal challenge experiments.21, 26 Live virus neutralisation assays are laborious, time-consuming, and require biosafety level 3 conditions. Development of other assays to evaluate the antibody titres is necessary. In this study, we used only a neutralising antibody assay, which was a limitation of the study design. However, we assessed neutralising antibodies to live SARS-CoV-2 and anti-receptor-binding domain (anti-RBD) IgG antibodies in the study of adults aged 18–59 years, and a strong correlation between neutralising antibodies and anti-RBD IgG antibodies was found.20

This study has some further limitations. First, although much evidence supports the important role of a T cell response to COVID-19,27 and such responses have been observed with use of mRNA vaccines and adenoviral-vectored vaccines,9, 10, 11, 12, 28, 29 those tests were not done in this study.

However, we detected IFN-γ as an indicator of T-cell responses following vaccination in our phase 1 trial among adults aged 18–59 years, and the results showed that the responses induced by CoronaVac were low.20 We will also assess the responses of type 1 and type 2 T-helper cells by CoronaVac in the ongoing phase 3 trial (NCT004456959). Second, at the time of the report, long-term immunogenicity and safety could not be evaluated, although the participants will be followed up for at least 1 year. Further results will be reported when data are available. Third, the study population were healthy older adults, and most of them were of Han ethnicity. Further studies are required to assess the efficacy of CoronaVac in various populations, including older people with chronic underlying diseases, and with ethnic and geographical diversity. Fourth, only a two-dose immunisation schedule with an interval of 28 days was used in this clinical trial. Antibody responses against viral infections such as SARS-CoV-2 infection, hepatitis A, and hepatitis B, could be induced within a relatively short time (1–2 weeks), which might be suitable for emergency use.20, 30 In our ongoing phase 3 clinical trial, a rapid immunisation schedule (with injections on days 0 and 14) is also being used in older adults to assess the efficacy of CoronaVac. Finally, the calculated p values presented in this study cannot support any powerful statistical conclusions, and are only for reference and should be interpreted with caution.

In conclusion, CoronaVac was well tolerated and induced humoral responses in adults aged 60 years and older, which supports the use of this vaccine in an older population. Among the three doses evaluated, the neutralising antibody titres induced by the 3 μg dose were similar to those of the 6 μg dose, and higher than those of the 1·5 μg dose. Combined with the safety and production capacity, the 3 μg dose of CoronaVac with a two-dose immunisation schedule is being used in the ongoing phase 3 trials to assess protection against COVID-19.

.
.
.
...

Eksiksiz yazı burada: https://www.thelancet.com/journals/laninf/article/PIIS1473-3099(20)30987-7/fulltext

PDF sürümü: https://www.thelancet.com/action/showPdf?pii=S1473-3099(20)30987-7

"Supplementary Material" pdf: https://www.thelancet.com/cms/10.1016/S1473-3099(20)30987-7/attachment/2713d953-bac9-4705-8897-4b0509942279/mmc1.pdf



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


"Pandemiyadan sonra intiharlar artıb, 10 milyondan çox insan işsiz qalıb" - Co Bayden xilas planından danışdı

Kaynak: https://musavat.com --06.02.2021 -- 17:06

*-*vfg

ABŞ prezidenti Co Bayden rəhbərlik etdiyi administrasiyanın pandemiyadan sonra bərbad halda olan iqtisadiyyatı xilas etmək planları barədə danışıb.

“Bu gün məşğulluqla bağlı yanvar ayına olan rəqəmlər çıxıb. Biz iş tapan hər kəsə təşəkkür edirik, lakin eyni zamanda iqtisadiyyatımızın hələ də olduqca pis vəziyyətdə olduğunu bilirik. Ötən ay biz özəl sektorda 6000 yeni iş yeri açdıq. Ümumilikdə isə 49 min insana iş imkanı təmin etmişik.

Bütün bunlara rəğmən ABŞ-da 10 milyondan çox insan işsiz qalıb, onlardan 4 milyonu artıq yarım ildir çalışmır. 2,5 milyon qadın isə işçi qüvvəsi kimi sıradan çıxıb. 15 milyon amerikalı kirayə haqlarını verə bilmir. 24 milyon böyük, 12 milyon uşaq isə qida çatışmazlığından şikayət edir”, - deyə ABŞ prezidenti söyləyib.

Onun sözlərinə görə ölkədə intiharların, qadın və uşaq cinayətlərinin də sayı artıb.

“İndi milyonlarla adam hökumətdən mədət umur. Biz isə onların ümidlərini boşa çıxarmamalıyıq. Bu səbəbdən mən cəld hərəkət edəcəyəm”, - deyə Birləşmiş Ştatların dövlət başçısı danışıb.

Co Bayden “Moody`s” invesitiya agentliyinin hesablamarına əsaəsn yeni xilas planı nəticəsində 4 milyon amerikalıya iş imkanı verəcəklərini, Brukinq insitutunun analizlərinə görə isə həmin plan sayəsində ABŞ iqtsadiyyatının 2021-ci ildə pandemiyadan əvvəlki dövrə qayıdacağını vurğulayıb.


Yeri: https://musavat.com/news/pandemiyadan-sonra-intiharlar-artib-10-milyondan-cox-insan-issiz-qalib-co-bayden-xilas-planindan-danisdi_777121.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


“İçəri”dən sədrliyə, nazir postundan “içəri”gedən Səlim Müslümovun 2.5 milyardlıq cinayət dosyesi


https://musavat.com -- 06.02.2021 -- 08:05

*-*222

Sabiq əmək və əhalinin sosial müdafiəsi naziri Səlim Müslümovun ardından keçmiş nəqliyyat naziri Ziya Məmmədovun da istintaqa çağırılması xəbəri yayılıb. Eyni komandanın nazirləri olmuş Məmmədovla Müslümov vəzifədə olduğu dönəmdə də daim mətbuatın diqqət mərkəzində olublar. Böyük talançılıqlarda adları çəkilib. Bu gün Ziya Məmmədov evində, Səlim Müslümov isə “içəri”də oturub. Maraqlıdır ki, o, istintaqa çağırılması ilə bağlı məlumatı şərh etməyib.

Səlim Müslümovun da həbsindən əvvəl istintaqa çağırılması xəbəri atası tərəfindən təkzib edilmişdi. Növbəti gün isə Səlim Müslümovu istintaqa çağırıb həbs etdilər. Yayılan məlumatlardan belə aydın olur ki, bu, Səlim Müslümovun “içəri” ilk gedişi deyil.

Onun adı maliyyə qalmaqalında ilk dəfə 1995-ci ildə hallanıb. O zaman Bəşər Hacıyev, Səlim Müslümov və Səbayelin icra başçısının birinci müavini Hüseyn Hüseynov 50 milyon dolları mənimsəməkdə ittiham edilmişdilər. Belə ki, bununla bağlı yayılan məlumatlara görə, Səlim Müslümov Maliyyə Nazirliyində idarə rəisi vəzifəsində çalışdığı dönəmdə Azərbaycan Əmanət Bankından (indiki KapitalBank) milyonlarla vəsaitin “yoxa” çıxması ilə əlaqədar məsuliyyətə cəlb olunub. O zaman bankın Səbail filialının rəhbəri Bəşər Hacıyev də Səlim Müslümovla birgə həbs edilib. Hətta bu məsələyə görə maliyyə naziri Samir Şərifovun da başının ağrıdığı vurğulanır. İddia olunur ki, sözügedən maliyyə maxinasiyasına görə Bəşər Hacıyev uzun müddət “içəri” göndərilib, Səlim Müslümov isə 6 aydan sonra azadlığa buraxılıb.

Az sonra maxinasiyada adı hallanan Hüseyn Hüseynov Binəqədiyə icra başçısı göndərilib. Səlim Müslümovun da səsi Gömrük Komitəsindən eşidilməyə başladı. Ortada yoxa çıxan 50 milyon dollar isə Bəşər Hacıyevin razılığı ilə onun ayağına “oformit” olundu. 5 il sonra Bəşər Hacıyev artıq çöldə idi. Üstəlik onun sorağı Beynəlxalq Bankın Xırdalan şöbəsinin müdiri vəzifəsindən gəlirdi. Bəşər Hacıyev babat bir dəstə yaradıb xarici şirkətlərin bankdakı hesabından pulları çəkmədə ittiham olunurdu. Müslüm Səlimovun suç ortağı həmin əməllərinə görə növbəti dəfə “içəri” göndərildi. Artıq çıxıb və yenidən vəzifə almaq üçün ora-bura baş vurur.

Səlim Müslümova gəlincə, 2 il əvvəl nazir vəzifəsindən çıxarılandan adı baş nazirliyə iddialı kimi hallanırdı. Amma onu Milli Aviasiya Akademiyasında Dünya iqtisadiyyatı kafedrasının müdiri təyin etdilər. Hələ o günlərdə “Yeni Müsavat”da Səlim Müslümovun cinayət dosyesinin hazır olduğunu yazmışdıq.

2013-cü ildən 2018-ci ilin aprelinə kimi əmək və əhalinin sosial müdafiəsi naziri postunu tutan Səlim Müslümovun böyük yeyintilərinin üzə çıxdığı haqda çox ciddi mənbələrdən verilən xəbərlər vardı. Bildirilirdi ki, Sahil Babayev əmək və əhalinin sosial müdafiəsi naziri vəzifəsinə təyin olunar-olunmaz adıçəkilən nazirlikdə ciddi kadr islahatlarına start verməklə yanaşı, Səlim Müslümovun zamanında yol verilən nöqsanların, yeyinti faktlarının araşdırılması ilə bağlı xüsusi tapşırıq verib. Belə ki, Əmək və Əhalinin Sosial Müdafiəsi Nazirliyi nəzdində fəaliyyət göstərən Dövlət Sosial Müdafiə Fondundan böyük həcmdə vəsaitin yoxa çıxmasının da məhz həmin yoxlamalar nəticəsində üzə çıxdığı iddia olunurdu. Həmin yazıdan sitat:

“Uzun illər boyu qurulmuş mexanizm əsasında yoxa çıxarılan məbləğ 2-2,5 milyard manata yaxındır. Bildirilir ki, artıq ölkə başçısına bununla bağlı zəruri bilgilər verilib. Bu isə öz növbəsində, Səlim Müslümovun durumunu bir xeyli ağırlaşdıra, hətta sonda onun həbsi ilə nəticələnə bilər. Çünki ortada kifayət qədər ciddi ittihamlar, daha dəqiq desək, 2-2,5 milyard manatlıq yeyinti faktı mövcuddur. Ümumiyyətlə, Dövlət Sosial Müdafiə Fondunda mənimsəmə, maliyyə qanunsuzluqları faktları Hesablama Palatası və hüquq-mühafizə orqanları tərəfindən zaman-zaman üzə çıxarılıb. Hesablama Palatasının açıqladığı məlumatlardan aydın olur ki, sözügedən fondun müxtəlif şöbələrində məcburi dövlət sosial sığorta haqları üzrə proqnozların tam icra edilməməsi, sahibkarlıqla məşğul olan fiziki şəxslər üzrə məcburi dövlət sosial sığorta haqlarının, maliyyə sanksiyalarının hesablanılmasının düzgün həyata keçirilməməsi, əsas fəaliyyət növünün düzgün uçota alınmaması, fiziki şəxslərlə hesablaşmaların düzgün aparılmaması səbəbindən məcburi dövlət sosial sığorta haqlarının az hesablanması faktları qeydə alınıb.

Bundan əlavə, aşkarlanan faktlar arasında sahibkarlıq fəaliyyəti ilə məşğul olan fiziki şəxslərə sosial sığorta nömrələrinin verilməməsi və ya verilmiş sosial sığorta nömrələrinin fərdi uçot bazasına işlənilməməsi səbəbindən yığım hesabına toplanmış vəsaitin müvafiq hesabatlara daxil edilməməsi, şöbələr tərəfindən əmək pensiyalarının təyin edilməsi üçün sənədlərin qəbulu, baxılması və pensiya məbləğinin hesablanılması prosesində qanunvericiliyin tələblərinə tam əməl olunmaması, işləməyən əlil kimi əmək pensiyasını tam məbləğdə alan, lakin faktiki sahibkarlıq və əmək fəaliyyəti ilə məşğul olan fiziki şəxslərə və fiziki şəxslərin işçilərinə artıq pensiya ödənilməsi kimi hallar var”.

O dövrdə yazdıqlarımız Səlim Müslümovun həbsindən sonra yayılan rəsmi məlumatlarla təsdiqini tapır. Mümkündür ki, Səlim Müslümovun büdcədən çırpışdırdığı rəqəmlərin rəsmi olaraq açıqlanmaması rəqəmlərin milyardları aşması ilə əlaqədardır.

E.MƏMMƏDƏLİYEV,
“Yeni Müsavat”

Yeri: https://musavat.com/news/iceri-den-sedrliye-nazir-postundan-iceri-geden-selim-muslumovun-2-5-milyardliq-cinayet-dosyesi_777014.html

[Edited at 2021-02-06 19:28 GMT]


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 7, 2021

--Alıntı--

Rasim Məmmədov zirehli maşında gəzib, gülləkeçirməz pəncərələri olan villada yaşayıb - şok faktlar üzə çıxdı

https://musavat.com 07.02.2021 -- 01:47


“Baku Stell Company” rəhbəri öldürüləcəyindən qorxurmuş; həyatı zirehli şüşələr arxasında keçən “iş adamı” yarımgizli həyat yaşayıb...
Dövlət
... See more
--Alıntı--

Rasim Məmmədov zirehli maşında gəzib, gülləkeçirməz pəncərələri olan villada yaşayıb - şok faktlar üzə çıxdı

https://musavat.com 07.02.2021 -- 01:47


“Baku Stell Company” rəhbəri öldürüləcəyindən qorxurmuş; həyatı zirehli şüşələr arxasında keçən “iş adamı” yarımgizli həyat yaşayıb...
Dövlət Təhlükəsizliyi Xidməti (DTX) tərəfindən qandallanan “Baku Stell Company” rəhbəri Rasim Məmmədov son illərdə öldürüləcəyindən qorxurmuş. Buna görə də həyata zirehli şüşələr arxasından baxmağa vərdiş edibmiş. Yayılan və redaksiyamıza daxil olan məlumatlardan belə aydın olur ki, reyder hücumlarla məşğul olan dəstəbaşı Bakıda zirehli maşında gəzib, zirehli pəncərələri olan villada yaşayırmış.

İş yerinə belə gizlin gedib gəlməyə, kimsə ilə görüşməməyə çalışırmış. Avtosfer.az yazıb ki, bahalı avtomobillərdən ibarət kolleksiyası olan Rasim Məmmədov Almaniyadan qiyməti 1 milyon 200 min dollar olan “Mercedes G63 AMC İNCAS” maşını gətizdirib. Bu maşının özəlliyi onun zirehli avtomobillər kateqoriyasına aid olmasındadır. “Baku Steel Company” MMC-nin Müşahidə Şurasının sədri avtomobilinə Az 10-AH-784 dövlət qeydiyyat nişanını sifariş edib. Bu nömrə Məmmədov üçün xüsusi məna kəsb edir. Belə ki, dəstəbaşının bahalı avtomobillər kolleksiyasında olan maşınların hamısının nömrəsi 784-lə bitir. AA 784, AZ 784, AH 784, YY 784, PP 784 Rasim Məmmədovun bahalı maşın koleksiyasındakı avtomobillərdə quraşdırılan dövlət nömrə nişanlarıdır. Rasim Məmmədovun içində gizlənib Bakı küçələrini gəzdiyi zirehli maşının salonu xüsusi işlənmiş dəridəndir.

222

Salonda Apple TV-yə çıxışı olan televizor, nəqliyyat vasitəsində olan sistemlərin səslə idarə olunmasını təmin edən Apple Siri proqramı, müxtəlif içkilərin saxlanması üçün bar və soyuducu, xüsusi hazırlanmış Captain tipli 2 oturacaq quraşdırılıb. Oturacaqlarda ayrıca masaj funksiyası var və tamamilə yeni idarəetmə sistemi ilə təchiz ediliblər. Oturacaqdakı sensorlu pult üzərindən radio, telefon, televizor, işıqlandırma, təhlükəsizlik və təbii ki, oturacağın yataq yerinə çevrilməsi üçün xüsusi düymə var. Avtomobilin iç tərəfi iki hissəyə bölünüb. Sürücü ilə salonda olanları xüsusi zirehli arakəsmə ayırır. Salonun əsas hissəsinin tavanı günəş işığını imitasiya edən işıqlandırma sistemi ilə təchiz olunub. İstehsalçı bəyan edir ki, bu, sərnişinlərin yorğunluğunu azaltmağa, ümumi əhval-ruhiyyəsini qaldırmağa kömək edən yeni hallardan biridir. Avtomobil çox yüksək keyfiyyətli akustika sistemi ilə də təchiz edilib. Ümumilikdə salonda müxtəlif diapazonlu 25 səsgücləndirici var.

333

İstehsalçı nəqliyyat vasitəsinin komfort və dəbdəbə sevənlərin menyusuna uyğun gəldiyini, bununla yanaşı yüksək səviyyəli müdafiə və təhlükəsizlik standartlarına cavab verdiyini də bəyan edir. Ballistik şüşələrlə, infraqırmızı və bədən istiliyinə reaksiya verən kameraların yaddaşı xüsusi müdafiə olunan serverə yüklənir.

444

Rasim Məmmədovun “Baku Steel Company” MMC-nin Müşahidə Şurasının sədri ikən ətrafına dəstə yığmaqla yanaşı zirehli maşına həvəs göstərməsi əbəs deyil. İllərlə başının dəstəsi ilə metallurgiya sahəsində biznesi olan iş adamlarına, sex sahiblərinə qarşı reyder hücumlar edib, hücumların bir çoxunda birbaşa özü başçı olub.

555

İllərlə qurduqları biznesləri gözlərinin önündə reyder hücumu ilə dağıdılan iş adamları Rasim Məmmədovun və başının dəstəsinin qudurğanlıqlarına seyrçi kimi qalmaqdan başqa çarələri olmayıb. Hamisinin kimliyini bilən sahibkarlar Rasim Məmmədova toxunmasalar da, gözlərdəki qəzəb və kini də gizlədə bilməyiblər. Özünə arxayın olmayan R.Məmmədov etdiklərinə görə bir gün cavab verməli olacağını, başının dərdə qarışacağını özü üçün təxmin edib. Əks halda Bakının mərkəzində zirehli maşınla gəzmək onun nəyinə gərək olub?

Bu hələ harasıdır?

Öyrənmişik ki, Rasim Məmmədov Bakıda zirehli maşında gəzməklə yanaşı həbsinə qədər zirehli pəncərələri olan villada yaşayıb. Onun köhnə “Şüşəli bazar”ın yaxınlığındakı villasının Bakıdakı Ərəbistan səfirliyinin qonşuluğunda yerləşdiyi deyilir.

İddia etmirik ki, Ərəb şeyxlərinə xas dəbdəbəyə meyllilik Rasim Məmmədova qonşularından keçib. Sadəcə adamın reketliklə cibinə axan haram pullar onu bu cür həyata doğru itələyib.

Belə məlumat var ki, Rasim Məmmədov villanın təkcə zirehli pəncərələrinə 3 milyon avroya yaxın pul xərcləyib. İtaliya istehsalı olan pəncərələrin quraşdırılması da ona ucuz başa gəlməyib. Belə pəncərələrin quraşdırılması üçün hər kvadrat metrə görə 250-350 manat pul hesablanır. Rasim Məmmədovun 3 mərtəbəli villasında isə pəncərə bir deyil, iki deyil...

Rasim Məmmədovun bu villanın ərazisini də haramçılıqla genişləndirdiyi iddiası var. Villanı alqı-satqısından xəbərdar olan mənbə deyib ki, həmin vaxt qonşuluqda daha bir həyət satılırmış. Sahibinin həyətə qoyduğu qiymət Rasim Məmmədovun xoşuna gəlməyib. Buna görə də onunla mübahisə edib. Rasim Məmmədov villaya köçəndən sonra həyət sahibinin qara günləri başlayıb. Ona göstərilən təzyiqlərə tab gətirməsi Rasim Məmmədovu özündən çıxarıb. Günlərin birində isə Rasim Məmmədov başının dəstəsi ilə qonşunun hasarını uçurub. Vəziyyətin kritikləşdiyini görən həyət sahibi sonra Rasim Məmmədova güzəştə getməli olub.

666

Hazırda Rasim Məmmədovla bağlı Dövlət Təhlükəsizliyi Xidmətinin İstintaq Baş İdarəsində istintaq davam edir. Həyət sahibinin başına gələnlərlə bağlı istintaqa müraciət edib-etmədiyi haqda məlumatsızıq. Sosial mediadan bəlli olan odur ki, vaxtilə bizneslərini dağıtdığı xeyli sahibkar DTX-ya şikayətlər edib.

Başlanmış cinayət işi üzrə Rasim Məmmədov 13 milyon 200 min manatı mənimsəmə yolu ilə talaması, 42 milyon manat dəyərində istehsal olunmuş məhsulu israf etməsi, bu əməlləri ilə “Baku Steel Company” MMC-nin maliyyə ehtiyatlarına və davamlı fəaliyyətinə mühüm ziyan vurması ilə bağlı əsaslı şübhələr var.

Rasim Məmmədov Cinayət Məcəlləsinin 308.2-ci (ağır nəticələrə səbəb olan vəzifə səlahiyyətlərindən sui-istifadə), 179.4-cü (xüsusilə külli miqdarda ziyan vurmaqla mənimsəmə və israf etmə), 178.3.2-ci (külli miqdarda ziyan vurmaqla dələduzluq) maddələri ilə təqsirləndirilən şəxs qismində cəlb olunub. Məhkəmə qərarına görə qarşıdakı 4 ayı istintaq təcridxanasında keçirəcək.

Elşən MƏMMƏDƏLİYEV,
“Yeni Müsavat”

Yazının yeri: https://musavat.com/news/rasim-memmedov-zirehli-masinda-gezib-gullekecirmez-pencereleri-olan-villada-yasayib-sok-faktlar-uze-cixdi_776997.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Daşkəsəndə korrupsiya həbsləri - Sabiq icra başçılarını hədəf göstərən məqamlar

Musavat.com 07.02.2021 -- 01:06

a1

a2

Azərbaycanda korrupsiyaya qarşı mübarizə əməliyyatları çərçivəsində başlayan həbslər Daşkəsənə də sıçrayııb. Artıq bir neçə vəzifəli şəxs həbs edilib.

Musavat.com xəbər verir ki, Daşkəsən rayonunun Xoşbulaq kənd Bələdiyyəsinin sədri Allahverdiyev Rasim Məhəmməd oğlu və ləğv edilən Dövlət Torpaq və Xəritəçəkmə Komitəsinin Daşkəsən rayon şöbəsinin müdiri işləmiş Şahbaz Mehdiyev saxlanılıb.

Bu həbslərlə bağlı sensasion sayıla biləcək məlumatlar əldə etmişik. Həbslərin davamının olacağı ilə bağlı etibarları mənbələrdən əldə etdiyimiz bilgilər var.

Korrupsiya əməliyyatlarının kökünün sabiq icra başçılarına qədər uzanacağı məlum olub. Artıq sabiq icra başçılarının rəhbərliyi altında dövlət qurumlarında külli miqdarda mənimsəmə faktları üzə çıxıb.

Yuxarıda adlarını qeyd etdiyimiz şəxslərin həbsi ilə bir çox korrupsiya halları aşkar olunub.

Mövzunu gündəmdə saxlayaraq Daşkəsənin sabiq icra başçılarının qol qoyduğu korrupsiya əməlləri ilə bağlı faktları və daha geniş məlumatları yaxın günlərdə dərc edəcəyik.

İlkin Muradov,
Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/daskesende-korrupsiya-hebsleri-sabiq-icra-bascilarini-hedef-gosteren-meqamlar_777172.html




▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


İlon Maskın sərvəti bir həftədə 11,5 mlrd. dollar artıb

07.02.2021 -- 01:50

12

“Tesla” və “SpaceX” şirkətlərinin rəhbəri İlon Maskın aktivlərinin ümumi dəyəri bir həftə ərzində 11,5 milyard dollar artıb.

APA xəbər verir ki, belə bir nəticə “Forbes” jurnalında dərc olunub.

Nəşrin hesablamalarına görə, iş adamının sərvəti 184,3 milyard dollara çatıb. “Tesla”nın səhmləri bu həftə 7,4% bahalaşıb. Cümə günü ABŞ-da keçirilən ticarət sessiyasında qiymətli kağızların dəyəri 852,23 dollar təşkil edib.

“Bloomberg” agentliyi İ.Maskın aktivlərinin ümumi dəyərini 203 milyard dollar qiymətləndirir. Maskın sərvətinin il ərzində artmasının əsas səbəbi “Tesla”nın kapitallaşmasındakı artım olub. 2020-ci ilin əvvəlində bu rəqəm 100 milyard dollardan az idi, ancaq hazırda 800 milyard dolları keçib.

“Forbes” nəşrinin qənaətinə görə, Mask həftə ərzində ən çox qazanc əldə edən dünyanın 10 ən varlı insanları siyahısında birincidir. Bu müddətdə onun qazancı 74 milyard dollar olub. Bu siyahıda ikinci yerdə Çin onlayn ticarət platforması “Pinduoduo”nun təsisçisi Kolin Çjen Xuan qərarlaşıb. Hesabat dövründə onun platformasının populyarlığı artıb və iş adamına 10,7 milyard dollar qazanc gətirib.

Siyahıda hazırda “Alphabet” holdinqinin bir hissəsi olan ABŞ-ın “Google” korporasiyasının yaradıcıları Sergey Brin və Larri Peyc də var. Brin 10,4 milyard dollar, Peyc isə 10 milyard dollar qazanıb.

“Forbes”in hesablamalarına görə, “Amazon” şirkətinin rəhbəri Ceff Bezosun sərvəti 7,7 milyard dollar artaraq 194,7 milyard dollara yüksəlib. Şirkətin həftə ərzində səhmlərinin qiyməti 4,6% artıb. Cümə günü ABŞ-da keçirilən ticarət sessiyası nəticəsində “Amazon”un qiymətli kağızlarının dəyəri 3352,15 dollar təşkil edib.

Yeri: https://musavat.com/news/ilon-maskin-serveti-bir-heftede-11-5-mlrd-dollar-artib_777166.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Azərbaycanın daha 28 müəssisəsinə Rusiyaya alma ixrac etməyə icazə verilib

05.02.2021 -- 12:17

za

Rusiyanı Baytarlıq və Fitosanitar Nəzarət üzrə Federal Xidməti ("Rosselxoznadzor") 8 fevral tarixindən etibarən Azərbaycanın 28 müəssisəsinə Rusiyaya alma tədarükünə qoyulan məhdudiyyətləri ləğv edir.

"APA-Economics"in məlumatına görə, bu barədə "Rosselxoznadzor"un açıqlamasında deyilir.

Bundan əvvəl sözügedən icazə Azərbaycanın 10 müəssisəsinə verilmişdi. Beləliklə, hazırda 38 Azərbaycan şirkətinin Rusiyaya alma ixrac etməyə icazəsi mövcuddur.


Yeri: https://musavat.com/news/azerbaycanin-daha-28-muessisesine-rusiyaya-alma-ixrac-etmeye-icaze-verilib_776685.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


ADB turizm sektorundakı tənəzzülün ölkə iqtisadiyyatına təsirləri açıqlayıb

07.02.2021 -- 01:02

nm

Asiya İnkişaf Bankının (ADB) Mərkəzi Asiya Regional İqtisadi Əməkdaşlıq Proqramına (CAREC) daxil olan ölkələrdə beynəlxalq ziyarətçi xərclərində 11 milyard ABŞ dollar dəyərində azalma, turizm və səyahətin ÜDM-yə töhfəsində 27 milyard ABŞ dolları dəyərində geriləmə müşahidə edilib.

“Report” xəbər verir ki, bu barədə ADB-nin CAREC-ə daxil olan ölkələrin koronavirus pandemiyasının aviasiya və turizmə təsiri barədə hesabatında qeyd edilib. ADB-nin CAREC proqramına Azərbaycan da daxil olmaqla 11 ölkə üzvdür.

Azərbaycan da daxil olmaqla bir sıra CAREC ölkələrinin turizmdən ümumi gəlirləri 38,2 milyard ABŞ dolları təşkil edib

Hesabatda vurğulanır ki, səyahət, aviasiya və turizm sahəsi CAREC-ə daxil olan ölkələrin iqtisadiyyatında vacib komponentlərdir: “Pandemiyadan əvvəl turizm və səyahət sahəsi CAREC-ə daxil olan ölkələrin ÜDM-sində 5 %-lik paya sahib idi. Dünya Səyahət və Turizm Şurasının məlumatına görə, CAREC-ə daxil olan ölkələrin turizm gəlirləri 2019-cu ildə 38,2 milyard ABŞ dolları təşkil edib.

Gürcüstan ən yüksək beynəlxalq ziyarətçi xərcinə sahibdir, lakin ümumi səyahət və turizm xərcləri Pakistan və Qazaxıstandan sonra Gürcüstan üçüncü yerdə qərarlaşıb. Bu, Gürcüstanın Qazaxıstan və Pakistan ilə müqayisədə nisbətən kiçik daxili turizm bazarına görədir. CAREC-ə daxil olan ölkələr, xüsusilə Gürcüstan səyahət və turizm sənayesinə köklənib və Gürcüstanın ÜDM-sinin 26 %- i məhz turizm sahəsi tutur.

Bildirilir ki, 65,5 milyon qlobal iş yerlərindən 1,5 milyonu CAREC ölkələrindədir və 1 milyonunu risk altındadır. Pakistanda insanların iş yerlərini itirməklə bağlı riski daha yüksəkdir, növbəti yerdə isə Gürcüstan gəlir. Daha sonra Monqulustan, Qazaxıstan, Özbəkistan iş yerlərini itirmək təhlükəsi ilə üz-üzədir.

Səyahət (aviasiya da daxil olmaqla) və turizmdəki işlərin sayı, ölkənin turizm məkanı kimi populyarlığından və işçi qüvvəsinin səmərəliliyindən asılı olaraq ölkələrə görə əhəmiyyətli dərəcədə dəyişə bilər.

Bəzi CAREC ölkələri Azərbaycanın, Monqolustanın, Özbəkistanın, Gürcüstanın onların ümumi iqtisadiyyatları ilə müqayisədə bu ölkələrin böyük turizm sənayesi var.

Turizmdə və səyahətdə işçilərin sayı istifadə olunan metodologiyadan çox aslıdır. Dünya Səyahət və Turizm Şurasının məlumtına görə, 2019-cu ildə dünyada 330 milyon turizm və səyahətlə bağlı iş yerləri var idi. Hazırda isə 197 milyon iş yeri yaxud 60 %-i pandemiyaya görə təhlükədidir. Bu rəqəmi Dünya Səyahət və Turizm Şurası iyun ayında yeniləyib. Şura ötən il 2020-ci ildə beynəlxalq turist səfərlərinin 73 %-ə qədər enə biləcəyini də vurğulayıb.

Hesabatda bildirilir ki, Azərbaycanın turizm sənayesində 2018-ci ildə 378 min iş yeri olub.

CAREC ölkələrində turizm sənayesi sürətlə inkişaf edirdi, ölkə iqtisadiyyatının artımına töhfə verirdi. 2018-ci ildə CAREC ölkələrində 36 milyon nəfər səfər edib, 2019-cu ildə isə bu göstərici 40 milyon olub. CAREC-ə daxil olan ölkələr arasında 2019-cu ildə Özbəkistana daha çox səfər edilib. Bu göstərici 2018-ci illə müqayisədə 26 % azalaraq 6 milyon 749 min təşkil edib. Azərbaycana səfər edənlərin sayı 2018-ci ildə 2 milyon 849 min nəfər olub, 2019-cu ildə isə bu göstərici 11 % artaraq 3 milyon 170 min təşkil edib.


Yeri: https://musavat.com/news/adb-turizm-sektorundaki-tenezzulun-olke-iqtisadiyyatina-tesirleri-aciqlayib_777141.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

“Qırmızı direktor” – Stalinin “avtomobil sınağı”ndan uğurla çıxan, Henri Fordu pərt edən Lixaçov

Musavat.com 31.01.2021 -- 14:00

bb

cc

dd

ee

O, SSRİ-nin ən tanınmış şəxslərindən biri olub. Öz dövründə ölkənin maşınqayırma sənayesinin lideri sayılan İvan Lixaçovon adı İosif Stalinin “sevimli kadrlar” siyahısında birinci sırada yer alıb. Xarakterinin sərtliyinə görə Lixaçovu SSRİ-nin dövlət təhlükəsizliyi naziri, qəddarlğı ilə tarixə düşən Viktor Abakumovla müqayisə ediblər. Amma o, amansız nazirdən fərqli olaraq minlərlə insanın həyatına son qoymayıb, əksinə, tabeliyində olan minlərlə işçinin sosial rifahı üçün əlindən gələni əsirgəməyib. Ciddiliyi, tələbkarlığı, sərtliyi isə yalnız istehsalatın inkişafına xidmət edib.

İvan Lixaçov 1896-cı ildə Tulada anadan olub. Natamam orta təhsil aldıqdan sonra Peterburqda (Sankt-Peterburq) maşınqayırma zavodunda çilingər köməkçisi kimi əmək fəaliyyətinə başlayıb. Vətəndaş müharibəsi zamanı ordu sıralarına çağrılıb. Lixaçov ordudan tərxis olunduqdan sonra Moskva Dağ-Mədən və Leninqrad Politexnik İnstitutunda ali təhsil alıb. Bir müddət Moskvada və Leninqradda həmkarlar təşkilatlarında işlədikdən sonra o, 1926-cı ildə Moskva avtomobil zavoduna direktor təyin edilib.

İvan Lixaçovun zavoda direktor təyin edilməsi SSRİ-də avtomobil sənayesinin inkişaf tarixinin başlanğıc mərhələsi kimi dəyərləndirilib. O, zavodu təhvil alanda adi konveyr sisteminin olmadığı bu müəssisəni çox qısa zamanda böyük istehsal gücü olan bir zavoda çevirib.

Lixaçov direktor təyin olduğu ilk illərdə tərcübə mübadiləsi ilə bağlı bir neçə xarici ölkəyə işgüzar səfərlər edib. Bütün səfərlərdə o, öz xarici həmkarlarını bacarıqlı bir mütəxəssis kimi təəccübləndirib. Amerika Birləşmiş Ştatlarında keçirdiyi görüş isə daha yaddaqalan olub.

Belə ki, Lixaçovun Amerikada məşhur “Ford” şirkətinin sahibi Henri Fordla da görüşü keçirilib. İşgüzar görüşdən sonra şirkət rəhbəri onun şərəfinə ziyafət verib. Həmin ziyafətdə Ford Lixaçova müraciət edib:

- Siz avtomobil ulduzu altında doğulmusunuz. Sizi ana südü ilə deyil, avtomobil yanacağı ilə qidalandırıblar.

Bu ifadələrdən təəccüblənən Lixaçov həmkarının sözlərini zarafat sayıb:

- Siz mənimlə zarafat edirsiniz, yoxsa bu amerikasayağı komplimentdir?

- Xeyr, bu zarafat deyil. Siz həqiqətən də avtomobil üzrə böyük mütəxəssissiniz. Amma sizə həmkar kimi bir məsləhətim var. Gördüyünüz kimi, bütün dünya Amerika yoluna üz tutur. Siz də bu yolu seçin, ölkənizdə avtomobobil sənayesini bizim kimi qurun, onda böyük uğurlar qazanacaqsınız və siz bir sahibkar kimi daha da məşhur olacaqsınız.

Bu təklifdən sonra Lixaçovun sərt damarı işə düşüb:

- Birincisi, mən sahibkar deyiləm, xalqın xidmətçisiyəm və zavod mənə atamdan, babamdan qalmayıb. Mənə bu vəzifəni Kommunist Partiyası həvalə edib. İkincisi isə səhv etməyin, Amerika yoluna üz tutanlar gez-tez bu yoldan geri cəkiləcəklər və gələcəyin dünyəvi ölkəsi SSRİ olacaq, buna şübhəniz olmasın.

- Ola bilər, mənim sözlərimdən inciməyin, amma onu da nəzərə alın ki, hazırda bütün dünya “Ford” alır.
Həmin görüşdə İvan Lixaçova ABŞ-da qalıb işləmək də təklif olunub. Təbii ki, “qırmızı direktor” bu təklifdən qəti şəkildə imtina edib.

Lixaçovun istehsalatdakı göstəriciləri ağılasığmaz rəqəmlərlə əks olunub və bu zavod ölkənin ən nəhəng müəssisələrindən birinə çevrilib. 1931-ci ildə zavoda İosif Stalinin adı verilib.

Sovet-alman müharibəsi illərində Lixaçovun rəhbərliyi ilə zavod döyüşən ordunu silah-sursat və yük avtomobilləri ilə təmin edib. Məhz bu illərdəki xidmətlərinə görə Lixaçov ən yüksək dövlət mükafatları ilə təltif edilib.

İvan Lixaçov Stalinin ən sevimli şəxslərindən biri sayılıb. Kremldə maşınqayırma sənayesi ilə bağlı bütün müzakirələrdə Lixaçovun fikri həlledici rol oynayıb.

1949-cu ildə zavod adını daşıdığı Stalin üçün ilk olaraq zirehli ZİS-115 avtomobilini hazırlayıb. Bu haqda Lixaçov Stalinə özü məlumat verib. Sovet lideri qərara gəlib ki, onun üçün məxsusi hazırlanan avtomobili elə zavodda təhvil alsın.
Beləliklə, Stalin zavoda təşrif buyurub. Avtomobil haqqında ona ətraflı məlumat bildirdikdən sonra Stalin üzünü Lixaçova tutub:

- İvan Alekseyeviç, xahiş edirəm bu avtomobilin konstruktorlarını da bura dəvət edəsiniz. Mən sizə inanıram, amma ehtiyatımı da əldən vermirəm.

Lixaçov konstrurktorları yanına çağırıb və Stalinə təqdim edib. Stalin razılıqla başını yellədikdən sonra göstəriş verib:

- Yoldaş Lixaçov, indi siz və bu iki nəfər konstruktor maşına əyləşin və şüşələri qaldırın.

Göstəriş dərhal yerinə yetirlib. Sonra Stalin mühafizəçilərinə göstəriş verib:

- Maşına avtomatdan atəş açın.

Bu göstəriş də dərhal icra olunub. Stalin əli ilə maşında əyləşənlərin düşməsini xahiş edib:

- Maşını təhvil aldım, istənilən kağıza imza ata bilərəm.


Lixaçov hər bir məmur tərəfindən hörmətlə qarşılanan şəxs olub. Stalinin vəfatından sonra onun nazir vəzifəsinə təyin olunması da buna sübutdur. Belə ki, Xruşov hakimiyyətə gəldikdən sonra o, SSRİ avtomobil nəqliyyatı və şosse yolları naziri vəzifəsinə təyin edilib.

“Əfsanəvi direktor” adını qazanan İvan Lixaçov 1956-cı ildə, 60 yaşında vəfat edib. Mərkəzi Komitənin təşəbbüsü ilə onun dəfni dövlət səviyyəsində keçirilib. Vəfatından sonra uzun illər direktoru olduğu zavoda onun adı verilib – Lixaçov adına avtomobil zavodu (ruscası - ZİL).


İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Kaynak: https://musavat.com/news/qirmizi-direktor-stalinin-avtomobil-sinagi-ndan-ugurla-cixan-henri-fordu-pert-eden-lixacov_775235.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Stalinin almanlara əsir düşən oğlu Yakov – müəmmalar, həqiqətlər, versiyalar


https://musavat.com --07.02.2021 -- 14:10

1


Stalin hakimiyyəti dövrünün bu günə qədər də müəmmalı qalan hadisələrindən biri rəhbərin böyük oğlu Yakov Cuqaşvilinin əsir düşməsi, ölümü və ya öldürülməsinin hansı şəraitdə baş verməsidir. Bu günə qədər bu məsələ ilə bağlı çoxsaylı və fərqli versiyalar səsləndirilir.

Müharibə dövründə baş leytenant rütbəsində olan Yakov Cuqaşvili batareya komandiri vəzifəsində döyüş bölgələrində xidmət edib. O, 17 iyul 1941-ci ildə Belarusiya cəbhəsində Vermaxtın 39-cu tank korpusunun əsgərləri tərəfindən əsir götürülüb.

Cuqaşvilinin əsir götürülməsi məlumatını SSRİ-yə Göbbels fərqli üsulla çatdırıb. Belə ki, almanların rus dilində çap etdirdikləri və SSRİ-nin işğal olunmuş ərazilərində kütləvi şəkildə payladıqları xüsusi vərəqələrin növbəti buraxılışı Yakov Cuqaşviliyə həsr edilib.

2

Stalin əvvəlcə bu məlumatın düz olmağına inanmayıb. Çünki vərəqələrin paylanması ilə Cuqaşvilinin həyat yoldaşına yazdığı məktub eyni vaxt təsadüf edib. Sonradan məlum olub ki, Cuqaşvilinin məktubu ünvana gec yetişib.

Daha sonra Stalin oğlundan öz xətti ilə yazılmış məktubu alanda sovet lideri oğlunun almanların əsirliyinə düşməsinə tam əmin olub. Məktub qısa və konkret yazılıb:

“Əziz ata, mən almanlara əsir düşmüşəm. Yaxın günlərdə məni Almaniyaya zabit düşərgəsinə göndərəcəklər. Mənimlə yaxşı rəftar edirlər. Hamınıza sağlam olmağı arzulayıram və salamlarımı çatdırıram. Yaşa”.

Stalin bir ata kimi oğlunun əsir düşməsindən narahatlıq keçirsə də, ölkənin lideri, ali baş komandan kimi onun əsir düşməsinə heç cür haqq qazandırmayıb. O, hətta silahdaşlarına bildirib ki, gərək Yakov özünü güllələyəydi, amma almanlara əsir düşməyəydi.

3

Belə versiyalar da ortaya çıxıb ki, guya Yakov Cuqaşvili əsir düşdükdən sonra almanlarla əməkdaşlığa razılıq verib. Sonralar üzə çıxan bir sənəd bu versiyanın üstündən xətt çəkib. Belə ki, əsir düşdükdən iki gün sonra Cuqaşvili ilə mayor Qolters və kapitan Reuşlenin apardığı sorğunun protokolu üzə çıxıb. Həmin protokolda aşağıdakılar da qeyd olunub:

- Özünüzü təqdim edin.

- Yakov.

- Soyadınız...

- Cuqaşvili.

- Sizin SSRİ Xalq Komissarları Sovetinin sədri ilə (Stalin nəzərdə tutulub) qohumluq əlaqələriniz var?

- Mən onun böyük oğluyam.

4

- Siz divizya komandiri olmusunuz?

- Xeyr, mən batareya komandiriyəm.

- Könüllü əsir düşmüsünüz, yoxsa sizi əsir götürüblər?

- Mən könüllü əsir düşməmişəm. Mənə güc tətbiq edərək əsir götürüblər. Əsir düşəcəyimi əvvəlcədən bilsəydim, özümü güllələyərdim.

- Əsir düşməyi özünüzə utanc bir hadisə kimi qəbul edirsiniz?

- Bəli, əlbəttə.

- Siz atanızla sonuncu dəfə nə vaxt danışmısınız?

- 22 iyunda, müharibə başlananda.

- O, sizə nə demişdi həmin gün?

- Demişdi ki, get döyüş.

5

150 sualdan ibarət olan bu sorğudan aydın olub ki, Yakov Cuqaşvili almanlara satılmayıb və əməkdaşlığa razılıq verməyib.
Yakov Cuqaşvili Almaniyanın Oranienburq şəhərindəki Zaksenxauzen əsir düşərgəsində saxlanılıb.

Almanların Stalinqradda məğlubiyyətindən sonra Yakov Cuqaşvilinin feldmarşal Paulsla dəyişdirilməsi məsələsi və Stalinin “mən əsgəri feldmarşala dəyişmirəm” kimi məşhurlaşan ifadəsi konkret bir fakt kimi heç bir yerdə öz əksini tapmayıb. Bu ifadə İngiltərə qəzetlərindən birinin əməkdaşlarına məxsusdur. Düzdür, Cuqaşvilinin dəyişdirilməsi məsələsi bir neçə dəfə gündəmə gəlib, amma konkret Paulsa bağlı olmayıb. Bu haqda Stalinin qızı Svetlana Alliluyeva da öz xatirələrində yazıb:
“Yakovun dəyişdirilməsi məsələsi ortaya çıxanda atam bu məsələyə müsbət yanaşmadı. Həmin ərəfədə aramızda olan söhbətdə o bildirdi ki, mən düşmənlə alver edə bilmərəm. Bu müharibədir, mən də hamı kimi onun qanunlarına tabe olmalıyam...”

Stalini ən çox narahat edən məsələ Yakovun vətənə xəyanət edib-etməməsi olub. Marşal Jukov xatirələrində Stalinin bu narahatlığı ilə bağlı təəssüratlarını belə bölüşüb:

“Gəzintilərin birində Stalin Yakov haqqında narahatlığını bildirdi:

- O əsirlikdən çıxa bilməyəcək. Faşistlər onu güllələyəcəklər. Amma belə düşünürəm ki, mənim oğlum bütün işgəncəli ölümlərə razı olacaq, amma satqın çıxmayacaq.

6

Mən onun hansı hisslər keçirdiyini anlayırdım. Hitlerin Stalinin oğlundan siyasi alət kimi istifadə etməsi hamımıza aydın idi. Amma inanmırdım ki, Yakov özünün alətə çevrilməsinə imkan verəcək...”

Versiyaların birinə görə, Yakov Cuqaşvili əsirlikdə olarkən ağır depressiya keçirib, intihar etmək qərarına gəlib və 14 aprel 1943-cü ildə düşərgənin ərazisində özünü gərginlik qoşulmuş hasar məftillərinə tullayıb. Bu zaman düşərgə nəzarətçisi Hafrik onu güllələyib.

Digər bir versiyaya görə, Yakov Cuqaşvili düşərgə hospitalında ağır xəstəlikdən vəfat edib.

7

Zaksenxauzen düşərgəsinin nəzarətçisi Fişer isə fərqli bir versiya söyləyib. Onun dediyinə görə, Yakov Cuqaşvilini yüksək rütbəli ingilis zabitlərinin saxlanıldığı baraka salıblar. Həmin kamerada Çörçillin çox yaxın qohumu olan Tomas Kuşinq də saxlanılıb. Yakov Cuqaşvilinin bu kameraya salınması almanlara satılmış ingilis zabitlərinin Yakova işgəncə verməsi məqsədini daşıyıb. Bununla onlar SSRİ ilə İngiltərə münasibətlərində gərginlik yaratmaq istəyiblər. Bu versiyaya görə, Yakov Cuqaşviliyə barakda dəhşətli işgənclər verilib və o barakdan çıxaraq düşərgənin hasarlarına tərəf qaçıb, nəzarətçi onun bu hərəkətini düşərgədən qaçmaq cəhdi kimi qəbul edərək onu güllələyib.

Digər bir versiyada isə Yakov Cuqaşvilinin əsirlikdən qaçıb İtaliyada gizlənməsi fikri də irəli sürülüb.

Bütün versiyalardan asılı olmayaraq, əsas məsələ o sayılıb ki, Yakov Cuqaşvili almanlarla əməkdaşlığa getməyib, qalib atasının, Stalinin ünvanına xoşagəlməz fikirlərin söylənilməsinə imkan verməyib.


İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Yeri: https://musavat.com/news/stalinin-almanlara-esir-dusen-oglu-yakov-muemmalar-heqiqetler-versiyalar_777277.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Hitlerin 101 yaşlı keçmiş qonşusu uzun ömürlülüyün sirlərini açıb

https://musavat.com/news/hitlerin-101-yasli-kecmis-qonsusu-uzun-omurluluyun-sirlerini-acib_777285.html

07.02.2021 -- 17:10

bjhg

Britaniyanın 101 yaşlı sakini, bir zamanlar nasist Almaniyasının lideri Adolf Hitlerlə Münhendə on il çoxmənzilli binada yaşamış yəhudi əsilli Elis Frank-Stok uzunömürlülüyün sirlərini açıqlayıb.

“Report” xəbər verir ki, bu barədə “Bristol Live” nəşri bildirib.

Qadın bildirib ki, uzunömürlü olmaq üçün maksimum çox gəzmək, hərəkətdə olmaq lazımdır.

"Daha çox gəzin, səfərlərə çıxın və bəzən qırmızı şərabdan istifadə edin”, - uzunömürlü qadın deyib.

Elis Frank-Stok 1918-ci ilin dekabrında atasının prokuror işlədiyi Almaniyanın Auqsburq adlı şəhərciyində doğulub. O, üç aylıq olanda ailəsi Münhenə köçüb və atası hakim işləməyə başlayıb. Elis Frank-Stok 1920-ci ildən 1930-cu ilə qədər Hitlerlə bir binada yaşayıb.

Onun sözlərinə görə, Hitler kifayət qədər qapalı insan olub, həyatına sui-qəsddən qorxub.

O, hakimiyyətə gəldikdə Elis Frank-Stok Londona oxumağa gedib. Onun valideynləri 1938-ci ildə möcüzə ilə Almaniyadan qızlarının yanına qaça biliblər. Elis və valideynləri heç vaxt Almaniyaya qayıtmayıblar.


Yeri: https://musavat.com/news/hitlerin-101-yasli-kecmis-qonsusu-uzun-omurluluyun-sirlerini-acib_777285.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


Almaniyanı bütöv edən, öz ailəsini bölən Helmut Kol – tarixə “Alman birliyinin kansleri” kimi düşən nəhəng siyasətçi


10.01.2021 -- 13:31

O, 20-ci əsrin ən nəhəng siyasətçilərindən biri sayılıb. Yeniyetməlik yaşlarında ilk qazancını başqalarının təsərrüfatında işləməklə, yük daşımaqla, ev dovşanlarını böyüdüb satmaqla qazanan Helmut Kol sonralar ən zəngin şəxslərdən birinə çevrilib. Amma sonda bu zənginlik onun siyasi imicinə ciddi zərbə vurub.

11

Helmut Kol 1930-cu ildə Almaniyanın kiçik Lyüdviqshafen şəhərciyində anadan olub. Ailənin maddi durumu aşağı olduğundan Helmut Kol yenitetməlik yaşlarından işləməyə başlayıb. Orta təhsil illərində o, fəallığı, təşkilatçılığı, liderlik bacarığı, fənləri daha tez mənimsəməsi ilə fərqlənib. Ehtiyac içində keçən orta təhsil illərində Kol məktəbi bitirən kimi əyalətdən uzaqlaşmağı, özünə iş tapmağı qərarlaşdırıb. Bir il ərzində tikintidə fəhlə işləyən Helmut Kol özünə yol pulu, bir neçə aylıq dolanışıq üçün vəsait yığaraq Frankfurta yollanıb və bu şəhərdə universitetə qəbul olub. Gələcək kansler bu təhsil ocağında bir il qərar tutub, 1951-ci ildə o, təhsilini Heydelberq Universitetinin tarix və ictimai-siyasi elmlər fakültəsində davam etdirib. Ali təhsil aldıqdan sonra elə həmin universitetdə dissertasiya müdafiə edib.

22

Helmut Kol gənclik illərindən Xristian Demokratik İttifaqının üzvü olub. Elə bu ittifaqda da o, zaman-zaman öz siyasi karyerasını qurmağa başlayıb. 1959-cu ildə Helmut Kol dairə seçkisində daha çox səs toplayaraq, ən cavan deputatlardan biri olub. 1969-cu ildə isə o, daha yüksək bir pilləyə, Reynald-Pfalts torpaqlarının baş naziri vəzifəsinə sahib olub.

Helmut Kolun Xristian Demokratik İttifaqındakı dinamik fəaliyyəti onun daxili gücünü, siyasi talantını bir daha açaraq onun bu partiyaya sədr seçilməsi ilə nəticələnib. Gənc siyasətçinin bacarığı nəticəsində Xristian Demokratik İttifaqının üzvlərinin sayı kəskin şəkildə artmağa başlayıb. Məhz Helmut Kolun cəlb etmək, inandırmaq bacarığı bu ittifaqın nüfuzunu ölkədə birinciliyə, liderlik səviyyəsinə qaldırıb.
Nəhayət, 1982-ci ildə keçirilən seçkilərdə bütün rəqiblərini geridə qoyan Helmut Kol Almaniya Federativ Respublikasının kansleri seçilib.

Özünü Almaniya Federativ Respublikasının ilk kansleri Konrad Adenauerin nəvəsi sayan Helmut Kolun 16 illik kanslerlik dövrü Almaniya tarixində bir çox hadisələrlə yadda qalıb. AFR və ADR-in birləşdirilməsi isə Helmut Kolun ən böyük tarixi xidmətlərindən sayılır. Onun adı 20-ci əsrin dünya tarixinə “Alman birliyinin kansleri” kimi düşüb.

33

Helmut Kol dünyanın siyasi müstəvisində çevik siyasətçi olmaqla yanaşı, həm də xarici görünüşü və xarakteri ilə də fərqlənib. Boyu 193 santimetr, çəkisi 140 kiloqram olan Kol gənclik illərindən mərkəzdə yaşasa da kəskin əyalət ləhcəsində danışıb. Kanslerin köntöy zarafatları isə təkcə öz ölkəsində deyil, digər ölkələrdə də “populyarlaşıb”.

Helmut Kol öz ölkəsinin inkişafı və gələcəyi üçün mümkün olan bütün siyasi variantlara əl atıb. O cümlədən SSRİ, sonra isə Rusiya ilə diplomatik əlaqələri genişləndirib.

Siyasətdə olduğu kimi kanslerin şəxsi həyatı da hadisələrlə zəngin olub. O, 1960-cı ildə Hannilore Rennerlə ailə həyatı qurub. Cütlüyün dünyaya iki oğul övladı gəlib. Kolun övladlarından heç biri siyasətlə məşğul olmayıb. Şəxsi biznes sahibi olan Kolun oğullarının adı heç bir qalmaqallı hadisədə hallanmayıb. Ümumiyyətlə, Almaniya cəmiyyəti Kolun ailəsinə nümunəvi və ideal bir ailə kimi baxıb.
Ancaq bu ailənin xoşbəxtliyinə 2001-ci ildə son qoyulub. Kolun həyat yoldaşı Hannilore uzun illər günəş işığı allergiyasından əziyyət çəkib. Ailənin yaşadığı mənzildə Helmut Kolun iş otağından başqa digər otaqlar həmişə tünd pərdələrlə bağlanıb. Xəstəliyinin ağırlığına tab gətirməyən Hannilore 2001-ci ildə intihar edib.

44

Helmut Kol 2008-ci ildə, 78 yaşı olanda ikinci dəfə ailə həyatı qurub. İkinci nikah ailədə ata və oğullar arasında soyuq münasibətin yaranmasına səbəb olub. Helmut Kol ikinci evliliyi dövründə dostları, qohumları, o cümlədən övladları ilə daha az münasibət saxlayıb. Bununla da ikinci nikah ailəni iki yerə bölüb.

Helmut Kolun siyasi karyerası xoş notlarla bitməyib. O, Xristian Demokratik İttifaqının maliyyələşməsində qanun pozuntularında günahlandırılıb. Kol bu ittihamlardan yayınmayıb və 2 milyon marka xeyriyyə pulunun Xristian Demokratik İttifaqı üçün şəxsən aldığını etiraf edib. Amma pulun kim tərəfindən verildiyini bütün cəhdlərə baxmayaraq açıqlamayıb. Bununla da Helmut Kol 1998-ci ildə kansler kürsüsünü təhvil vermək məcburiyyətində qalıb.

55

Helmut Kol 16 iyun 2017-ci ildə. 88 yaşında vəfat edib. Onun ölüm səbəbi rəsmi olaraq açıqlanmayıb. Mətbuata sızan informasiyalara görə isə sabiq kansler sidik kisəsinin xərçəngindən dünyasını dəyişib. Onun dəfn mərasimində dünyanın tanınmış siyasətçiləri iştirak edib.

Helmut Kol bir neçə kitabın, o cümlədən üç cildlik memuarların müəllifi olub. O, dünyanın bir çox ölkələrinin ali mükafatları ilə təltif olunub.

Sabiq kansler bu gün də Almaniyada böyük ehtiramla xatırlanır. Almaniyada, elə həmçinin bütün dünyada “Bütöv Almaniya” ifadəsi işlədiləndə ilk növbədə göz önünə Helmut Kol gəlir.

İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Yazının yeri: https://musavat.com/news/almaniyani-butov-eden-oz-ailesini-bolen-helmut-kol-tarixe-alman-birliyinin-kansleri-kimi-dusen-neheng-siyasetci_769249.html



[Edited at 2021-02-07 23:48 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
Biyoğrafi Feb 7, 2021

--Alıntıdır--


Mehmed Emin Resulzade

(Azerice: Məmməd Əmin Rəsulzadə /mæmˈmæd æˈmin ɾæsulzɑːˈdæ/ ( [[:Media:|dinle]]); 31 Ocak 1884 - 6 Mart 1955), Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucu cumhurbaşkanı

Hayatı
Gazetecilik hayatı
Babası Hacı Molla Alekber Resulzade, annesi ise Zinyet Zal'dır. İlk eğitim ve öğretimini ailesi yanında alan Muhammed Emin Resulzade, sonradan Teknik okula katılmış
... See more
--Alıntıdır--


Mehmed Emin Resulzade

(Azerice: Məmməd Əmin Rəsulzadə /mæmˈmæd æˈmin ɾæsulzɑːˈdæ/ ( [[:Media:|dinle]]); 31 Ocak 1884 - 6 Mart 1955), Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucu cumhurbaşkanı

Hayatı
Gazetecilik hayatı
Babası Hacı Molla Alekber Resulzade, annesi ise Zinyet Zal'dır. İlk eğitim ve öğretimini ailesi yanında alan Muhammed Emin Resulzade, sonradan Teknik okula katılmıştır. 1902'de "Müslüman Gençlik" kurumunu kurmuştur. 1903'te ilk makalesi "Şark-i Rus" gazetesinde yayınlanmıştır. Sonradan "Hayat", "İrşad", "Terakki" ve başka gazetelerde makaleler yazmış, "Tekamül" (Bakü), "İran-i Nov" (Tahran), "Açık Söz" (Bakü 1915-1917), İstanbul'da yayınlanan "Yeni Kafkasya" (1923-1928), "Azeri Türk" (1928-1929), "Odlu Yurd" (1929-1931) ve 1933-1939'da Berlin'de yayınlanan "Kurtuluş" dergilerinin ve "İstiklal" gazetelerinin kurucusu olmuştur. 1952'de ise Muhammed Emin Resulzade rehberliği ile "Azerbaycan" dergisi kurulmuştur.
İran'da kaldığı 1908-1911 döneminde meydana gelen İran inkılabı sonrası isyancıların hürriyet ordusu Tahran'a girmiş ve İran'da meşrutiyet ilan edilmişti. Muhammed Emin, Tahran'da günlük çıkardığı Batılı tarzdaki ilk gazete olan "Yeni İran" (İran-ı Nev) gazetesinin müdürü ve başyazarı olmasına rağmen, bu girişimden vazgeçerek Türkiye'ye gelmiştir.
Muhammed Emin Resulzade'nin gazeteci kimliğinin dışında yazdığı, birtakım kitaplar da yayınlanmıştır. Bunlardan biri olan, "Azerbaycan Cumhuriyeti" adlı kitabını 1922'de Türkiye'de yayınlamıştır.

Siyasi hayatı
Rus-Japon Savaşı'nda Çarlık hükumetinin yenilmesi Rusya'daki diğer milletler arasında özgürlük hareketleri yaratmış olmasına rağmen, hükûmet toparlanıp 1907 sonlarında bu tip siyasi faaliyetler gösteren kişileri izlemeye almıştır. Bu izlenenlerden biri olan Muhammed Emin Resulzade, 1908-1911 yılları arasında İran'da çalışıp, Settar Han harekatı ile yakından ilgilenmiştir.
1911-1913'te İstanbul'da Türk Ocağı'nda çalışmıştır. 1913 yılında Bakü'ye döndü. Yine basın alanında faaliyetlere devam ettiği gibi, Müsavat Partisi ile de siyaset yapmaya başlamıştır. 1918'deki Ekim Devrimi sonrasında meydana gelen otorite boşluğunda, 28 Mayıs 1918'de Azerbaycan'ın bağımsızlığını ilan etmiş, sonrasında Azerbaycan Millî Şurası başkanı olmuştur. Kurduğu devlet Müslüman ülkeler arasında kadına ilk seçme ve seçilme hakkını veren ilk devlettir. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı süresince birçok reform yapmıştır.

Toparlanan Sovyet Rusya'nın Kızıl Ordu'su 27 Nisan 1920'de Azerbaycan'a girerek, ülkeyi 1991'e kadar sürecek olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti idaresine aldı. İşgal olayı sonrası tutuklanarak hapse atılan Muhammed Emin Resulzade'nin cezası, 1922 yılında Josef Stalin'in isteğiyle idam cezasından sürgüne çevrilmiştir. Sürgün hayatını; Türkiye'nin, Polonya'nın ve Almanya'nın bazı şehirlerinde geçiren Resulzade, Azerbaycan'ın bağımsızlığı uğrundaki çalışmalarına devam etmiştir.

Bir süre Nazilerle irtibat kuran Resulzade, 1947'de Türkiye'ye gelerek, 1949 yılında "Azerbaycan Kültür Derneği"ni kurmuştur. 6 Mart 1955 tarihinde Ankara'da son yolculuğuna uğurlandı.

Fikirleri
Millî Kültürün esasına dayanması ve millî demokratik Türk devletçiliği temeli üzerine kurulması itibarıyla Azerbaycan'ın kurucusudur.
Yıkıcı ve çökertici enternasyonalist ve kozmopolit fikirlerin önüne ancak millî bünyeyi kuvvetlendirmek ve sağlamlaştırmak suretiyle geçilebilir. Milletçilik fikri, en tabii, en medeni ve en ileri bir fikirdir. İlim ve kültürün gelişmesini ve yayılmasını engellemek şöyle dursun, bu gelişme ve yayılmanın en müessir ve en kuvvetli bir amilidir. Hem de insanlık kültürünün en tabii en normal inkişaf yoludur.
Ey Gençlik! Senin uhdende Büyük bir vazife var: Senden evvelki nesil yoktan bir bayrak, mukaddes bir ideal remzi yarattı. Onu bin müşkülatla yücelterek dedi ki: Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez! Elbette ki, sen onun ümidini kırmayacak, bu gün parlamento binası üzerinden Azerilerin yanık yüreklerine inmiş bu bayrağı tekrar o bina üzerine dikecek ve bu yolda ya gazi veya şehit olacaksın!

ATATÜRK için diyor ki: "Ne İngiliz himayesi, ne Amerika mandası altında değil, o kurtuluşu yalnız hakimiyeti milliyeye müstenid, bilakayduşart müstakil bir Türk devleti tesis etmekte görmüştü. Onun dileği 'Ya ölüm, Ya istiklal' idi. Anadolu'ya o bu dilekle geçti, efsanevi İstiklal Harbi'ni başaran baş kahraman, Çanakkale zaferi üzerine, Sakarya ve Dumlupınar gibi zafer taçlarıyla bezendi. Tarihin üç büyük imparatorluğunu dizleri altına alarak istedikleri gibi parçalayan galipler, bir avuç Anadolu mücahitleri karşısında ricate mecbur kaldılar! "Başındaki kumandanı kaçmadıkça, Türk neferi hiçbir zaman kaçmaz" diyen büyük kumandanın sözü doğru çıktı. Ölüm beratı "Sevr" yırtıldı, istiklal vesikası "Lozan" yazıldı. Atatürk, bir milletin halasını yalnız kendisindeki kuvvetten beklemiştir. Bu fikir, onun gençliğe hitabında bilhassa belirtilmiştir. Muazzam eserinin müdafaasını emanet ettiği Türk Gençliğine "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" diyen ATATÜRK’ün Türk köylüsü ile neferi hakkındaki samimi fikirleri, malumdur. Ona göre, "Memleketin yegane efendisi köylüdür!", Ne mutlu Türküm diyene! Bu en çok tekrarladığı bir şiardır.

Onun için çağdaşları şöyle diyordu:
28 Mayıs 1918 Azerbaycan tarihinde büyük millî arzuların tahakkuk ettiği bir gündür. Nesip Yusufbeyli
Azerbaycan cumhuriyeti sağlam bir millî fikir ve Türklük şuuru üzerine kurulmuştur. İslam mezhepleri arasındaki zıddiyet ilk defa olarak burada tadile uğramış, Müslümanların tesanüdü fikrine büyük kıymet verilmiştir. Aynı zamanda Azerbaycan, çağdaş bir cemiyet kurmaya, Avrupalı bir zihniyetle çalışmaya azmetmiştir. Bayrağının üç rengi (Mavi, kırmızı, yeşil) bu üç umdenin timsalidir. Üzeyir Hacıbeyli

Azerbaycanlılara seslenişi
Resulzade hayatının sonlarında, 26 Ağustos 1951, 1952 ve 28 Mayıs 1953'te toplamda üç kez Azerbaycan halkına seslenmiştir.

26 Ağustos 1951
"Ben Mehmed Emin Resulzade Amerikanın Sesi radyosundan konuşuyorum. Hasretini çekdiğimiz Vatana seslene bilmek için buna müteşekkirim. Bu radyo Birleşik Amerika Devletleri'nin tarihini yazan demokrasi düşüncelerini yaymaktadır. Bu düşüncelerin iki temeli vardır: İnsanlara özgürlük, milletlere istiklal!

Bundan 33 yıl önce Birinci Dünya Savaşının sonunda çarlık rejimi çöktü; Vatanımızı istila ve istibdadı altında tutan Rusya İmparatorluğu dağıldı. Azerbaycanlılar yıllardan beri bekledikleri fırsatı ele geçirdiler; millî ve bağımsız bir Cumhuriyet kurdular...
Demokrasinin bu yüksek esaslarını sürdürmek için kurulan millî devlet iki yıl hayat sürdü. Tarihimizin en şanlı dönemi olan bu kısa sürede savaştan çıkan yurudunuzde emniyet temin edildi. Gerekli olan askeri ve adalet kurumları kuruldu. Sosyal reformlara başlanıldı. Millî eğitime önem verildi. Medeniyyet dünyası ile temas edildi. Komşularla iyi ilişkiler kuruldu. Sonuçta büyük Avrupa devletleri ve Birleşik Amerika tarafından Cümhuriyetimizin istiklali tanındı. Lenin ve Stalinin imzaları ile müslüman milletlerine sözde hürriyet ve istiklal vad eden bolşevikler işte türk ve müslüman dünyasında kurulan ilk cümhuriyeti Kızıl Ordunun üstün gücü ile zorladılar. Halkımız zulme karşı son nefesine kadar savaştı; fakat mağlup oldu. Neticede millî ordunu dağıttılar, millî önderlerimizi kesdiler, millî servetlerimizi yağmalayarak Moskovaya götürdüler. Tek kelime ile memleketi sovyetleşdirdiler.
Tarihin en acımasız istibdadını kuran bolşevikler sovyet rejimine utanmadan demokrasi söylüyordular. Sovyetlerle gerçek demokrasi arasında yerden göklere kadar fark vardır, vatandaşlar!

Değerli Azerbaycanlılar! Bütün dünya ile bağlantınız kopmuş ve yalnız kalmışsınız. Etrafınızda sizi dış dünyadan ayıran demir perde vardır. Başınız min bir bela ve felaketler içindedir. Bu belalı ve felaketli yaşamı bolşevik propagandacıları ideal bir hayat gibi sunuyorlar. Sovyetler dışında kalan dünyadaki hayatı felaketden ve sefaletden oluşan hayat gibi tasvir ediyorlar. İnanmayınız kardeşlerim! Dünyada özgür yaşayan, korku bilmeyen özgür insanlar, özgür milletler ve bağımsız devletler vardır. Bu milletlerin yaşadıkları memleketlerde insanın ne düşüncesine, ne vicdanına, ne de imanına tasallut eden yoktur. Özgür insanların birliğinden kurulan bağımsız milletler kendilerini yönetiyorlar.

Özgürlük ve millî istiklal ilkelerini bundan 175 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri, 33 yıl önce de Azerbaycan beyannamesi ilan etmişlerdir. Bütün dünyanın saadeti gibi Azerbaycanın kurtuluşu da bu ilkelerin hepsinin gerçekleşmesi ile bağlıdır. Tekrar ediyorum - İnsanlara özgürlük, Milletlere istiklal!" ”

Kitapları
• Azerbaycan Cumhuriyeti, Keyfiyeti Teşekkülü ve Şimdiki vaziyeti
• Asrımızın Siyavuşu
• İhtilalci Sosyalizmin İflası ve Demokrasinin Geleceği
• Milliyet ve Bolşevizm
• Rusya’da Siyasi Vaziyet
• İstiklal Mefkuresi ve Gençlik
• Panturanizm ve Kafkasya Problemi
• Çağdaş Azerbaycan Edebiyatı
• Azerbaycan Şairi Genceli Nizami
• Azerbaycan Kültür Gelenekleri
• Çağdaş Azerbaycan Tarihi
• Millî Tesanüt
• Siyasi ve İlmi Makaleler

------------------

Biyoğrafinin yeri: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmed_Emin_Resulzade



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntıdır--


Məhəmməd Əmin Rəsulzadə


Məhəmməd Əmin Rəsulzadə (tam adı: Məhəmməd Əmin Axund Hacı Molla Ələkbər oğlu Rəsulzadə; 31 yanvar 1884, Novxanı, Bakı quberniyası – 6 mart 1955, Ankara, Ankara ili) — Azərbaycanlı dövlət və ictimai xadimi, siyasətçi və publisist, Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin (1918-1920) banilərindən və Azərbaycan siyasi mühacirətinin liderlərindən biri. Azərbaycan tarixinin ən görkəmli və böyük şəxsiyyətlərindən olub, Azərbaycan milli istiqlal hərəkatına başçılıq etmişdir. Onun "Bir kərə yüksələn bayraq, bir daha enməz!" ifadəsi XX əsrdə Azərbaycanda müstəqillik hərəkatının şüarı olmuşdur.

330px-Rasulzade_Coloured_Portrait

Həyatı
Məhəmməd Əmin Rəsulzadə 1884-cü il yanvarın 31-də Bakının Novxanı kəndində anadan olmuşdur. Din xadimi olan atası oğlunu məşhur pedaqoq Sultan Məcid Qənizadənin müdir olduğu ikinci "Rus-müsəlman" məktəbinə qoymuş,[4] buranı bitirdikdən sonra M.Ə.Rəsulzadə öz təhsilini Bakı texniki məktəbində, rus dilində davam etdirmişdir. Azərbaycan milli istiqlal hərəkatının və təkcə türk ellərində deyil, bütün İslam aləmində ilk respublika üsul-idarəsi olan Azərbaycan Demokratik Respublikasının təməl daşını qoyan Məhəmməd Əmin Rəsulzadənin inqilabi fəaliyyətinin ilk illəri də məhz bu dövrə təsadüf edir. 1902-ci ildə on yeddi yaşında olan M.Ə.Rəsulzadə "Müsəlman Gənclik Təşkilatı"nı yaratmışdır. Bu, XX əsrdə Azərbaycanda rus müstəmləkə üsul-idarəsinə qarşı gizli mübarizə aparan ilk siyasi təşkilat idi.

Ailəsi
• Babası – Məhəmmədrəsul Rəsulzadə. Üç övladı olub: Ələkbər, Əbdüləziz, Dostuxanım. Məhəmmədrəsulun böyük oğlu Ələkbər Məhəmməd Əmin Rəsulzadənin atasıdır. Digər oğlu Əbdüləzizin üç övladı olub – Məhəmmədəli, Ümbülbanu, Ümgülsüm. Məhəmməd Əmin Rəsulzadə Əbdüləzizin – öz əmisinin böyük qızı – Ümbülbanu ilə evlənib. Ümbülbanu xanımın bacısı isə tanınmış şairə Ümgülsümdür ki, onun da həyat yoldaşı yazıçı Seyid Hüseyn olub. Məhəmmədrəsulun qız övladı olan Dostuxanım isə (M.Ə.Rəsulzadənin bibisi) 1930-cu ildə vəfat edib, onun övladı olmayıb. Məhəmmədrəsulun Novxanıdan başqa, həm də Bakıda – indiki Nizami metrostansiyasının yerində böyük mülkü olub.
• Atası – Axund Hacı Molla Ələkbər Rəsulzadə. Novxanı kəndinin çox tanınmış axundu olub. 1926-cı ildə dünyasını dəyişib. Məzarı Novxanı kənd qəbirstanlığındadır. M.Ə.Rəsulzadənin İstanbulda nəşr etdiyi “Yeni Qafqasiya” jurnalının 1927-ci ildəki sayında onun ölümü haqqında məlumat verilib.
• Anası – Zal qızı Ziynət rəhmətə gedib. Analığı Maral xanım Məhəmməd Əminə və bacısı Şəhrəbanı xanıma doğma övladları kimi baxıb. Çox alicənab olan Maral xanım 1929-cu ildə Kərbəla ziyarətinə gedib. 1937-ci ildə Qazaxıstana sürgünə göndərilib və orada vəfat edib.
• Bacısı – Şəhrəbanu xanım. M.Ə.Rəsulzadənin yeganə bacısı olub. Təqiblər, sıxıntılar onun həyatına 1934-cü ildə son qoyub. Qızı Kübra xanım M.Ə.Rəsulzadənin oğlu Rəsula nişanlanıb. Sonradan Rəsul güllələndiyindən onlar ailə həyatı qura bilməyib.
• Həyat yoldaşı – Ümbülbanu Rəsulzadə. M.Ə.Rəsulzadənin həyat yoldaşı olan bu xanım onun əmisi qızı idi. 1888-ci ildə anadan olub. M.Ə.Rəsulzadə onunla 1908-1909-cü illərdə ailə qurub. Ümbülbanu xanım 1920-ci ildən sonra təqiblərlə dolu həyat yaşamasına baxmayaraq M.Ə.Rəsulzadənin fəaliyyətinə haqq qazandırıb, onu müdafiə edib. Oğlu Rəsul güllələndikdən sonra ailəsi ilə birlikdə əvvəl Qazaxıstanın Çolak-Kurqan yaşayış məntəqəsində, sonradan isə Taldı-Kurqanda – sovxozda məskunlaşıblar. Oğlu Rəsulun ölümünü unuda bilməyən Ümbülbanu xanımın ağır sürgün həyatında ürəyi partlayıb, 1939-cu ildə dünyasını dəyişib, elə orada da dəfn edilib.[5]
• Qızı Lətifə – M.Ə.Rəsulzadənin ilk övladı və böyük qızı olub. 1910-cu ildə anadan olub. 1929-cu ildə əslən Lahıcdan olan Damad Müslümzadə ilə ailə qurub. 1939-cu ildə həyat yoldaşını Müsavat Partiyası ilə əlaqəyə görə həbs ediblər. 1941-ci ildə isə onu övladları Firuzə və İşvə ilə Qazaxıstana Semipalatinsk vilayətinə sürgünə göndəriblər. Üçüncü övladı Sona isə xəstə olduğundan sanatoriyada saxlanılıb. Lətifə xanımla qızı İşvə Qazaxıstanda 1943-cü ildə soyuqdan və aclıqdan donub ölür. Firuzə isə təsadüfən sağ qalır. Lətifənin Bakıda qalan qızı Sonadan isə heç bir xəbər alınmır. Ehtimala görə, o da xəstəlikdən sağalmayıb və dünyasını dəyişib.
• Qızı Xalidə – M.Ə.Rəsulzadənin kiçik qızı Xalidə (1916-cı ildə anadan olub) anasının ölümündən sonra Qazaxıstanda – Taldı-Kurqanda qala bilmir. Həyatını riskə ataraq 1943-cü ildə sürgündən qaçıb Bakıya gəlir. Bir müddət Seyid Hüseynin evində qalır, sonra buranın nəzarətdə olduğunu hiss edib, Şamaxı istiqamətinə gedir və sonradan ondan heç bir məlumat alınmır.
• Oğlu Rəsul – M.Ə.Rəsulzadənin iki oğul övladı olub. Rəsul və Azər. Oğlu Rəsul 1914-ci ildə anadan olmuşdu. Texnikumda təhsil alıb. Rəsulun şeir yazmaq istedadı da olub. 1934-cü ildən təqib edilib. 1938-ci ilin yanvarın 15-də Novxanıdakı bağlarında həbs olunmuşdur. Tutuqlanmaya əsas: "Məhəmmədəmin Rəsulzadənin oğludur" və "əksinqilabi iş aparıb". Cəmisi iki dəfə dindirilib. Hər şey "sübut olunub" və Azərb. SSR XDİK Üçlüyünün qərarı ilə 1 mart 1938-ci il qərarı ilə 6 mart 1938-də 24 yaşında güllələnib, əmlakı da müsadirə edilib, yalnız 27 oktyabr 1989-cu ildə bəraət alıb.
• Oğlu Azər – kiçik oğlu Azər M.Ə.Rəsulzadə həbsdə olarkən 1920-ci ildə doğulub. M.Ə.Rəsulzadə Stalin onu Moskvaya apararkən evə gedib, ailəsi ilə görüşə bilib. İki aylıq uşağın adını dəyişib (əvvəl adı Əliheydər olub) Azər qoyub. 1937-ci ildə sürgünə göndərilən Azər 1993-cü ildə Qazaxıstanda – Karaqandada dünyasını dəyişib və Novxanı məzarıstanlığında dəfn edilib.
• Nəvəsi Rəis Rəsulzadə – Azər bəyin oğludur. 1946-cı ildə sürgündə - Qazaxıstanın Taldı-Kurqan bölgəsində anadan olub, orta təhslini də orada – Karaqandada alıb. Azərbaycan Respublikasının Əməkdar rəssamıdır. Hazırda Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universitetində dosent olaraq çalışır.[6]

Həbs edilən qohumları
1937-ci il hadisələrində M.Ə.Rəsulzadənin nəinki ailəsi, eyni zamanda əksər qohumları da həbs edildi, sürgünə göndərildi. Bacanağı, tanınmış yazıçı Seyid Hüseynə 1937-ci ildə 10 il həbs cəzası verildi, sonradan isə güllələndi. Seyid Hüseynin həyat yoldaşı şairə Ümgülsüm xanım həbs olunaraq 8 il azadlıqdan məhrum edildi, uzaq Mordovaya göndərildi. Övladları Seyid Hüseynin bacısı qızı Səyyarə xanımın himayəsində yaşadı. M.Ə.Rəsulzadənin digər qohumunun - Məhəmməd Əli Rəsuloğlunun da ailəsinin aqibəti acınacaqlı olub. M.Ə.Rəsulzadənin yaxın əqidə dostu olan M.Ə.Rəsuloğlu onun əmisi oğlu və Müsavat Partiyasının qurucusu idi. Özü mühacirətə getdikdən sonra həyat yoldaşı Raziyə xanımı üç övladı ilə birgə Qazaxıstana sürgünə göndərdilər.
M.Ə.Rəsulzadə böyük cəhdlə ailəsini xilas etməyə – Türkiyəyə gətirməyə çalışıb. Oğlu Azərin dediyinə görə, hətta bir dəfə (bu təxminən 1925-1926-cı illərdə olub) qatara minib getməyə də hazırlaşıblar. Lakin M.Ə.Rəsulzadənin atası Axund Hacı Ələkbər məsləhət bilməyib və onlar Bakıda qalıblar. 1932-ci ilə qədər isə M.Ə.Rəsulzadə müxtəlif adamlarla ailəsinə maddi yardımlar göstərib, hətta geyim, paltar da alıb göndərib. Sonradan sərhədlər bağlandığından bu mümkün olmayıb. Bakıda gizli fəaliyyət göstərən müsavatçılar isə imkan daxilində M.Ə.Rəsulzadənin ailəsinə müəyyən köməklik edib.
M.Ə.Rəsulzadə ailəsinin sürgünə göndərildiyini və həyat yoldaşının da vəfat etdiyini öyrəndikdən sonra polyak əsilli Vanda xanımla ailə qurub, birgə yaşayıb. Hər ikisi Ankaradakı milli kitabxanada çalışıb. Onların bu evlilikdən övladları olmayıb. Vanda xanım 1885-ci ildə Varşavada anadan olub, Varşava Universitetini bitirib. Onun Marşal Pilsudski ilə, eyni zamanda 1930-cu illərdə Polşanın Xarici İşlər Naziri olmuş Beklə qohumluq əlaqəsinin olduğu bildirilir. O, 1974-cü ildə dünyasını dəyişib və Ankara şəhərindəki “Cəbəçi” (Əsri) qəbirstanlığında dəfn edilib.[7]

Siyasi fəaliyyəti
"Müsəlman demokratik "Müsavat" cəmiyyəti" adı ilə gizli fəaliyyət göstərən təşkilatın bir qolu da az sonra İranda qurulmuş və burada başlamış məşrutə inqilabına istiqamət verici rəhbər qüvvəyə çevrilmişdir. 1904-cü ilin axırlarında "Müsəlman demokratik "Müsavat" cəmiyyəti"nin əsasında Rusiya Sosial Demokrat Fəhlə Partiyasının Bakı komitəsinin nəzdində "Müsəlman sosial-demokrat "Hümmət" təşkilatı" yaradılmışdır.[4] Bu təşkilatın baniləri Mir Həsən Mövsümov, Məmməd Həsən Hacınski və Məhəmməd Əmin Rəsulzadə olmuşlar.[8] Məşədi Əzizbəyov, Nəriman Nərimanov, S.M.Əfəndiyev və başqa inqilabçılar da 1905-ci ildən bu təşkilatın üzvü idilər. Təşkilatın "Hümmət" adlı qəzeti də nəşr edilmiş, 1904-1905-ci illər arası cəmi 6 nömrə buraxmış qəzetin əsas naşirlərindən biri də M.Ə.Rəsulzadə olmuşdur.
Qəzet öz nəşrini dayandırdıqdan sonra 1906-cı ilin dekabrından "Təkamül" adı ilə çıxır. Həmin illərdə Bakı neft mədənlərində və Azərbaycanın qəzalarına ana dilində inqilabi qəzet və intibahnamələrin göndərilməsi bilavasitə M.Ə.Rəsulzadənin adı ilə bağlıdır. 1907-ci il sentyabrın 29-da inqilabçı fəhlə Xanlar Səfərəliyevin Bibi-Heybətdə dəfn günü, onun qəbri üstündə keçirilən böyük yığıncaqda P.Caparidze, S.M.Əfəndiyev, İ.V.Stalin ilə birlikdə M.Ə.Rəsulzadə də alovlu nitq söyləmişdir.

İranda
1908-ci ilin axırında M.Ə.Rəsulzadə çar üsul-idarəsi tərəfindən onun həbs olunması təhlükəsi ilə əlaqədar olaraq Bakını tərk edərək İrana yola düşür. M.Ə.Rəsulzadə Təbrizdə xalqımızın milli qəhrəmanı Səttarxanla və onun silahdaşları ilə görüşür. Cənubi Azərbaycanın şəhər və kəndlərini gəzir, öz doğma xalqının acınacaqlı vəziyyətini yaxından müşahidə edir. Bu müşahidələr sonralar M.Ə.Rəsulzadənin ədəbi yaradıcılığında təsirsiz qalmır. Məhəmməd Əmin Rəsulzadə Avropa təhsili görmüş bir qrup İran ziyalısı (Seyid Həsən Tağızadə, Hüseynqulu xan Nəvvab, Süleyman Mirzə, Seyid Məhəmməd Rza və b.) ilə birlikdə 1910-cu ilin sentyabr ayında İran Demokrat Partiyasının əsasını qoyur. O, "İran-nou" və "İrane Ahat" qəzetlərinin baş redaktoru olur. 1909-cu il avqustun 24-də fəaliyyətə başlayan gündəlik və müstəqil "İran-nou" 2-3 min nüsxə ilə İranın ən böyük qəzeti oldu. 1910-cu ilin yayında bağlansa da, payızda, oktyabrın 26-da artıq Demokrat partiyanın orqanı kimi fəaliyyətini bərpa etdi. Həmin qəzetlərdə M.Ə.Rəsulzadənin çoxlu məqalələri, şeir və publisistik yazıları çap olunmuşdur. O, öz qələmi ilə İranda Avropa tipli jurnalist sənətinin əsasını qoymuşdur. Sonralar Seyid Həsən Tağızadə, M.Ə.Rəsulzadənin xatirəsinə həsr etdiyi nekroloqda yazacaq: "Modern Avropa qəzet formasını ilk dəfə İrana gətirən M.Ə.Rəsulzadə olmuşdur".[9] İranda həmin il mürtəce "Etidaliyyun" ("Mötədillər") partiyası təşkil edildi. Bununla əlaqədar M.Ə.Rəsulzadə Tehranda 1910-cu ildə fars dilində "Tənqidi-firqeyi-etidaliyyun" adlı kitabını çap etdirmişdir. 1911-ci ildə isə Ərdəbildə müəllifin farsca "Səadəti-bəşər" adlı kitabı nəşr olunmuşdur.

Türkiyədə
Çar hökuməti İrandakı inqilabi hərəkatdan qorxuya düşərək onun əsas rəhbərlərindən biri olan M.Ə.Rəsulzadənin ölkədən çıxarılmasını İranın şah hökumətindən tələb eləyir. M.Ə.Rəsulzadə təqiblərdən yaxa qurtarmaq üçün 1911-ci ilin may ayında İstanbula gedir. O, Türkiyə paytaxtında həmyerliləri Əlibəy Hüseynzadə və Əhmədbəy Ağayevlə görüşmüş, Yusif bəy Akçuralı, Ziya Göyalp və başqa görkəmli alimlərlə yaxınlıq etmişdir. M.Ə.Rəsulzadə "Gənc türklər" təşkilatına rəğbət bəsləmiş, "Türk ocağı" cəmiyyətində çalışmış və onun əsas orqanı olan, 1911-ci ilin noyabr ayından nəşrə başlayan "Türk yurdu" jurnalının fəal yazarlarından biri olmuşdur.

Türkiyədə Rəsulzadə hələ İstanbulda onun göstərişi ilə 1911-ci ilin oktyabrında keçmiş hümmətçilər Tağı Nağıyev və Abbasqulu Kazımzadə tərəfindən əsası qoyulan "Müsəlman demokratik Müsavat partiyasına" daxil olmuş və tezliklə onun rəhbərinə çevrilmişdir.[10] Bu illərdə M.Ə.Rəsulzadə ədəbi-publisistik fəaliyyətini də davam etdirir.

Bakıya qayıdışı
1913-cü ildə Romanovlar sülaləsinin 300 illiyi ilə əlaqədar ümumi əfv elan olunur və M.Ə.Rəsulzadə vətənə qayıda bilir.
1917-ci ildə fevral burjua inqilabı baş verdi. Həmin ilin martında açıq fəaliyyətə başlamış "Müsavat" partiyasının orqanı "Açıq söz" qəzeti yazırdı:
"Şimdiyə qədər qayəmiz, amalımız məlum olmayan, hüriyyət nədir, təşkilat nədir bilməyən və ümumi millətimizə dəstur olacaq milli və siyasi proqramımız bulunmayan, bulunsa da mindən birimizin belə xəbəri olmayan biz türklər müdhiş inqilab tufanları içərisində kompassız ortada qaldığımızdan hara gedib çırpınmağa, hansı tərəfə vurnuxmağı bilməyib, cəmiyyətlərimiz də divanələr dəstəsi kimi boğaz-boğaza gəlmişik".[11]

1917-ci ilin aprelində Bakıda Qafqaz müsəlmanlarının qurultayı çağırıldı. Qurultay M.Ə.Rəsulzadənin təklifi ilə Rusiyanı federativ şəkildə təşkil etmək haqqında qərar çıxardı. Bu qurulutayda "Azərbaycan qayəsi" məsələsi yenidən ortalığa atıldı. Həmin ilin mayında maarifpərvər Azərbaycan varlılarından Şəmsi Əsədullayevin Moskva müsəlman xeyriyyə cəmiyyətinə bağışladığı əzəmətli binada Rusiya müsəlmanlarının qurultayı açıldı. M.Ə.Rəsulzadə Rusiyanı federativ şəkildə qurmaq haqqında məruzə ilə çıxış etdi. Qurultay səs çoxluğu ilə M.Ə.Rəsulzadənin "Türk-tatarlığı, Türküstan, Qazaxıstan, Başqırdıstan və Azərbaycan-Dağıstan kimi bir neçə muxtariyyətlərdən ibarət olacaq gələcək Rusiyanı federativ şəkildə qurmaq" barəsində təklifini qəbul etdi.
Bu dövrdə M.Ə.Rəsulzadə özünün "Cəmaət idarəsi" və "Bizə hansı hökumət faydalıdır?" kitablarını çap etdirmiş, onun Moskva müsəlman qurulutayında etdiyi məruzə Əhməd Salikovun çıxışı ilə birlikdə "Şəkli idarə haqqında iki baxış" adı altında çap olunmuşdur.

May ayda M.Ə.Rəsulzadənin redaktorluğu ilə "Qardaş köməyi" jurnalı çap olundu, ancaq jurnalın bircə nömrəsi çıxdı. 1917-ci il iyunun ikinci yarısında "Müsəlman demokratik Müsavat partiyası" ilə "Türk Ədəm Mərkəziyyət partiyası" birləşib, "Türk Ədəm Mərkəziyyət partiyası "Müsavat" adı altında çıxış etməyə başladı.[12] Onun şöbələri nəinki Azərbaycanın bütün qəzalarında və hətta Rusiyanın Həştərxan, Stavropol şəhərlərində, Ukraynanın, Gürcüstanın və Ermənistanın paytaxtlarında, Türküstanın mərkəzi Daşkənddə, Cənubi Azərbaycanın mərkəzi Təbrizdə, İranın Gilan vilayətinin mərkəzi Rəştdə və Türkiyənin paytaxtı İstanbulda təşkil olundu.

1917-ci il oktayabrın 26-dan 31-ə qədər 500 nümayəndənin iştirakı ilə Bakıda təntənəli surətdə keçirilən Müsavatın birinci qurulutayında Məhəmməd Əmin Rəsulzadə Mərkəzi Komitənin sədri seçilmişdir. Bu qurultaydan sonra Bakıda və Azərbaycanın bütün qəzalarında "Azərbaycana muxtariyyət" şüarı altında milli hərəkat başlandı. Həmin dövr tarixinə Milli Azərbaycan hərəkatı kimi daxil olmuşdur.

Azərbaycan Xalq Cümhuriyyəti
1917-ci ilin payızında M.Ə.Rəsulzadə Rusiya parlamentinə Azərbaycan və Türküstandan millət vəkili seçilmişdir. 1918-ci il mayın 26-da Zaqafqaziya seymi daxili fraksiyaların çəkişmələri nəticəsində ləğv olundu. Həmin ayın 27-də seymin müsəlman fraksiyasına daxil olan müxtəlif partiyaların üzvlərindən ibarət olan Azərbaycan milli şurası yarandı. Səs çoxluğu ilə M.Ə.Rəsulzadə milli şuranın sədri seçildi. 1918-ci il mayın 28-də bütün ölkələrin radio stansiyaları və qəzetləri Azərbaycan istiqlaliyyətinin elan olunmasını dünyaya yaydılar. Bu o demək idi ki, Azərbaycan xalqı öz varlığını, bir xalq kimi mövcudluğunu bütün bəşəriyyətə çatdırır və milli dövlətinin qurduğunu tam şəkildə bəyan edirdi. Fətəlixan İsgəndər oğlu Xoyskinin başçılığı ilə Azərbaycan Demokratik Respublikası hökuməti təşkil olundu. Beləliklə, Azərbaycan xalqı nəinki türk xalqları arasında, həmçinin, bütün islam şərqi aləmində ilk dəfə olaraq respublika qurdu. İyunun 17-də Azərbaycan milli şurasının iclasında M.Ə.Rəsulzadə öz alovlu nitqində deyirdi:

"Dünya müharibəsi və Rusiya inqilabının təsiri ilə yeni doğulmuş və həyat siyasətinə ilk qədəm basmış olan Azərbaycan qayəsi əhatə olunmaz mühüm dəqiqələr keçirir. Bu yeni türk nüzad siyasəti rişə və buluğ bulub da millətlər zümrəsinə vəsail-həyat olaraq girə biləcək, yoxsa sısqa çocuq kimi südəmər halında tərki-həyat edəcəkdir? İştə bütün zehinləri işğal edən bir məsələ! İştə bir zaman ki, müqəddərat milliliyi əllərinə alanlar üçün Azərbaycan nüzadini tələf etdirməmək kimi müşkül, fəqət müşküllüyü ilə bərabər şərəfli bir vəzifə və məsuliyyət tərtib ediyor".[13]

M.Ə.Rəsulzadə özünün bu alovlu nitqində hələ Birinci dünya müharibəsi ərəfəsində "Dirilik" jurnalı səhifələrində qaldırdığı və sonralar 1917-ci ilin aprelində Bakıda keçirilən Qafqaz müsəlmanlarının qurultayında yenidən ortalığa atılan "Azərbaycan qayəsindən" söhbət açır. Təəssüf ki, bir sıra görkəmli inqilabçıların əsərlərində 1918-ci il mayın 28-nə kimi, yəni Azərbaycan istiqlaliyyəti elan olunana qədər, bu torpağın Azərbaycan adlandırılması barədə, bu xalqın Azərbaycan xalqı olduğu barədə bir kəlmə də yoxdur. Azərbaycan xalqı qarşısında ancaq müstəmləkədən azad olub, öz müstəqil milli dövlətini yaratmaq məsələsi dayanırdı ki, edilən bütün ədalətsizliklər sona bitsin. Bu çətin vəzifəni M.Ə.Rəsulzadənin rəhbərliyi altında qabaqcıl Azərbaycan ziyalıları o dövrdə öz üzərlərinə götürdülər. 1918-ci il dekabrın 7-də Azərbaycan parlamentinin təntənəli açılışında M.Ə.Rəsulzadə demişdir:

"Biz o zaman, bizim üçün ən yaxşı məsələni – Azərbaycan muxariyyətini müdafiə edirdik, biz onda sağ və sol tərəfdən amansız tənqidə məruz qalmışdıq.
Sağdan bizə deyirdilər ki, azərbaycanlılıq şüarı ilə siz müsəlmanları parçalayırsınız, türkçülük bayrağı qaldırmaqla – Allah yıxsın – siz İslamın əsasını sarsıdırsınız. Soldan isə bizi məzəmmət edirdilər ki, Azərbaycan muxtariyyətini tələb edərək biz vahid demokratik cəbhəni yarırıq. Buna baxmayaraq "Müsavat" partiyası birinci olaraq Azərbaycanın müstəqilliyi bayrağını yüksəyə qaldırmışdır."

Beləliklə, müsəlman partiyaları arasında Azərbaycan ideyasında fikir ayrılığı yoxdur. Xalqın şüurunda Azərbaycan ideyası artıq möhkəmlənmişdir[14].

Bakı Dövlət Universitetinin yaranması da M.Ə.Rəsulzadənin adı ilə bağlıdır. Bu məsələ ətrafında o, bir neçə dəfə Azərbaycan Parlamentində çıxış etmiş və universitetin açılmasını qəti tələb etmişdir. Universitetin ilk rektoru olmuş professor V.İ.Razumovski 1922-ci ildə çap etdirdiyi "Bakı şəhərində universitetin əsasının qoyulması" adlı xatirə oçerkində yazır:
"M.Ə.Rəsulzadənin sayəsində, onun gücü, maarifçilik köməyi ilə "Müsavat" partiyasında universitetin açıq və gizli düşmənləri partiyanın qərarına tabe olmağa məcbur olmuşlar. Biz öz tərəfimizdə artıq iki partiyaya malik idik. "Müsavat" və sosialistlər, bu da parlamentdə çoxluğu təmin edirdi".[15] 1920-ci ilin mart ayında Bakıda rus dilində çapdan çıxmış, "1920-ci il üçün Azərbaycan respublikasının təqvim-ünvanında" qeyd edilib ki, M.Ə.Rəsulzadə BDU-nun Tarixi-filologiya fakültəsində "Osmanlı ədəbiyyatı tarixindən" dərs demişdir.

O, burjua xadimi kimi onu damlamağa çalışanlara cavab olaraq yazırdı ki, "Mən kasıbçılığın üzündən ali təhsil də ala bilməmişəm, öz pulu ilə Rusiyada və Qərbi avropada təhsil alıb və bu gün özünü bolşevik kimi qələmə verən sizləri nə adlandırmaq olar".[16]
Azərbaycan istiqlalının ildönümü ilə əlaqədar olaraq 1919-cu ildə Bakıda bircə nömrəsi çap olunmuş, lakin geniş oxucu kütləsinə çatdırılmamış "İstiqlal" jurnalında M.Ə.Rəsulzadənin "Azərbaycan Respublikası" adlı əsəri işıq üzü görmüşdür.

Rəsulzadə və Stalin
Əsrimizin əvvəllərindən başlayaraq 1907-ci ilin axırlarına qədər Bakıda inqilabi fəaliyyət göstərən İ.Stalinlə ilə M.Ə.Rəsulzadənin tanışlığı olmuşdur. İstanbulda çıxan "Dünya" qəzetindəki M.Ə.Rəsulzadənin "Stalin ilə inqilab" adlı silsilə xatirə-məqaləsinə görə hələ 1905-ci ildə Balaxanı neft mədənlərində varlılar Stalini fəhlələri tətilə dəvət etdiyi üçün neft quyusuna atmaq istəmişlər, ancaq M.Ə.Rəsulzadə onu ölümdən xilas etmişdir və o, Müsavatçılar tərəfindən Stalinin Bayıl həbsxanasından qaçırılmasının da təşkilatçısı olmuşdur.[17].

1920-ci ilin noyabr ayının əvvələrində Oktyabr inqilabın ildönümü ilə əlaqədər Bakıda olan İ.V.Stalin Rəsulzadənin həbsdə olduğunu öyrənir. Stalin XII Ordunun xüsusi şöbəsinin rəisi V.Pankratova RSFSR-i Millətlər Komissarlığı adından göstəriş verir və özü şəxsən həbsxanaya gedib M.Ə.Rəsulzadəni azad edir. Bununla İ.V.Stalin 1905-ci ildə onu ölümdən qurtaran M.Ə.Rəsulzadə qarşısında öz tarixi vicdan borcunu yerinə yetirdi. O, M.Ə.Rəsulzadəni özü ilə birlikdə Moskvaya apardı və RSFSR Millətlər Komissarlığında mətbuat müvəkkili vəzifəsinə təyin etdi. M.Ə.Rəsulzadə RSFSR Millətlər Komissarlığına tabe olan Moskva Şərqşünaslıq (keçmiş Lazarev) institutunda da fars dilində dərs demişdir. RSFSR-in Millətlər Komissarlığının orqanı olan "Novıy Vostok" jurnalının 1922-ci il 1-ci nömrəsində xəbər verilir ki, jurnalın 2-ci nömrədə M.Ə.Rəsulzadənin "Qədim İranın kommunistləri" adlı məqaləsi çap olunacaq. Ancaq saydakı xəbərə baxmayaraq, bu məqalə çap edilməmişdir. Məzdəkizm hərəkatından bəhs edən bu məqalə çox yəqin ki, M.Ə.Rəsulzadənin mühacirətə getməsi ilə izah etmək olar. M.Ə.Rəsulzadənin xaricə getməsinin düzgün təfsilatı onun vəfatı münasibəti ilə məşhur Azərbaycan ədəbiyyatşünası, Türkiyədə vəfat etmiş Əbdülvahab Yurdsevərin xatirə yazısında öz əksini tapmışdır. O yazır:
"Müsavat" partiyasının gizli mərkəzi komitəsinin ən mühüm təşəbbüslərindən biri M. Ə. Rəsulzadəni Moskvadan qaçırmaq olmuşdur. Əvvəlcə bir yoldaş vasitəsilə, sonra isə sabiq Parlament üzvü, mərhum Rəhim bəy Vəkilovu və Bakı əsgəri təşkilatının rəisi, şəhid yoldaşımız doktor Dadaş Həsənzadəni bir qədər pul ilə Moskvaya göndərmək surətilə M. Ə. Rəsulzadə ilə təmasda olmuşlar. Məhəmməd Əmin Rəsulzadəyə təklif olunmuşdur ki, elmi-tədqiqat adı ilə Leninqrada getsin. Onun oradan rəhmətlik tatar maarifçilərindən Musa Cərurullah Bigiyevin (1875-1949) müyəssər yardımı ilə və qayıqla Fin körfəzi üzərindən üzərək Finlandiyaya qaçırılması təmin edilmişdir.[18]

Adolf Hitlerə münasibəti
M.Ə.Rəsulzadənin Almaniyanın 1933-1945-ci illərdəki dövlət başçısı Adolf Hitlerlə birbaşa görüşü və münasibəti olmayıb. Onun Almaniya hökuməti ilə əlaqələri Şərq Nazirliyinin SSRİ Millətləri üzrə Baş İdarəsinə başçılıq edən professor Gerhard fon Mende və Almaniyanın Moskvadakı səfiri, Almaniya Xarici İşlər Nazirliyinin təmsilçisi Fridrix-Verner fon Şulenburq vasitəsilə olub. M.Ə.Rəsulzadənin Almaniya hökuməti ilə əlaqə qurmaqda başlıca məqsədi, sayı 70 minə qədər olan azərbaycanlı əsirləri xilas etmək və Azərbaycanın müstəqilliyinin Almaniya hökuməti tərəfindən qəbul edilməsi idi. Bununla əlaqədar o, Almaniyada olarkən "Milli Azərbaycan Komitəsi"ni yaratmış, Almaniya hökuməti ilə danışıqlar aparmışdı. Lakin Hitler "komitələr" deyil, məhdud səlahiyyətli "milli komissiyalar" yaratmağa üstünlük vermişdi.
Hitlerə və onun nasist ideologiyasına olan münasibətini isə M.Ə.Rəsulzadə belə bildirmişdi:
"Hitlerçilik hər şeydən əvvəl komunizm demaqogiyasıa qarşı çıxış etmək üçün yaranmış bir ideyadır. O, faşizm kimi öz müxaliflərindən diktatorluq fikrini götürmüş, lakin oradakı beynəlmiləlçiliyi millətçiliklə əvəz etmişdir".
Almaniyada 1932-1934-cü illərdə nəşr edilən "Demokrasi və Sovetlər" məqaləsində isə M.Ə.Rəsulzadə faşizmə münasibətini belə açıqlayırdı:
"Daxildə xaricdəki düşmənlərinin qənaətincə, Hitlerizm demokrasi rejiminin müxalifi olaraq iş başına gəlmiş, təsisinə başladığı idarə İtaliyada olduğu kimi, faşist diktatorluğu imiş."

Ədəbi fəaliyyəti

M.Ə.Rəsulzadə ədəbi yaradıcılığa da bu illərdə başlamış, "Müxəmməs" adlı ilk əsəri "Şərqi Rus" qəzetində çap olunmuşdur.[20]. Ə.Rəsulzadənin Əli bəy Hüseynzadənin redaktor olduğu Fyuzat, həmçinin Əhməd bəy Ağayevin redaktorluğu ilə çıxan "İrşad" və "Tərəqqi" qəzetlərində müxtəlif mövzularda məqalələri və şeirləri çap olunmuşdur. Müəyyən müddət o "İrşad" qəzetinin müvəqqəti redaktoru da olmuşdur. 1907-ci ildə çapdan çıxmış gələcəyin böyük bəstəkarı Üzeyir Hacıbəyovun "Türk-rus və rus-türk lüğəti" kitabının naşiri M.Ə.Rəsulzadə olmuşdur. Yenə də həmin ildə o, A.Blyumun "Fəhlə sinfinə hansı azadlıq lazımdır (Xalq nümayəndəliyi haqqında)" kitabını Azərbaycan dilinə təcümə edib və "Təkamül" qəzeti redaksiyası adından Orucov qardaşlarının mətbəəsində çap etdirmişdir.

1908-ci il dekabrın 5-də Məhəmməd Əminin "Qaranlıqda işıqlar" pyesi tamaşaya qoyuldu. Pyesin ana xəttini milli oyanış və istiqlal hərəkatının təbliği təşkil edirdi. O, özünün bu əsəri ilə "Azərbaycana muxtariyyət" şüarı fikrini yaymağa başlamışdır. Onun bu pyesi Azərbaycanda milli-istiqlal hərəkatı ilə tam bağlı olan ilk dram əsəridir. Bu əsərdən başqa M.Ə.Rəsulzadənin həmin ildə yazdığı "Nagəhan bəla" adlı pyesi də vardır.

M.Ə.Rəsulzadə Türkiyədə olarkən "Yeni lisançılar və türkçülər" məqaləsini, Təbriz həyatından bəhs edən "Bir xan" adlı kiçik hekayəsini, "Dil – ictimai bir əməldir" yazısını "Şəlalə" jurnalında çap etdirir. Sonuncu məqalədə o, Azərbaycan türkcəsini göz bəbəyi kimi qorumağı xalqının qarşısında ən mühüm problem kimi qaldırır.

Bundan başqa, o proletar ədibi M.Qorkinin "Ana" əsərindən bir parçanı Azərbaycan dilinə çevirib çap etdirir. Bu tərçümənin o illərdə Azərbaycan ədəbiyyatına müəyyən təsirini də inkar etmək olmaz. 1914-cü il sentyabrın 16-da şair, yazıçı və jurnalist Əliabbas Müznibin redaktorluğu ilə ayda iki dəfə nəşr edilən ədəbi-ictimai, iqtisadi, tarixi və siyasi jurnal olan "Dirilik"-in birinci nömrəsi çapdan çıxdı. M.Ə.Rəsulzadənin "Dirilik nədir?" adlı baş məqaləsi jurnalın ideya istiqamətini müəyyənləşdirirdi və xalqımızı milli oyanışa çağırırdı. O, bu jurnalın səhifələrində çap etdirdiyi "Milli dirilik" başlığı altındakı baş məqalələrdə "Azərbaycan qayəsini" yayırdı. Mirzə Davud Hüseynov 1927-ci ildə Tiflisdə, rus dilində çap olunmuş ""Müsavat" partiyası keçmişdə və bu gün" adlı kitabında yazır ki, guya "1917-ci ilə qədər Rəsulzadə üçün Qafqazın tərkibində Azərbaycanın mövcud olması ideyası yox idi. Azərbaycan adı altında o vaxt ancaq İran Azərbaycanı başa düşülürdü". Bu fikir özü-özülüyündə yanlış idi. Çünki Rəsulzadə 1911-ci ildə İstanbulda "Türk yurdu" jurnalında çap etdirdiyi "İran türkləri" məqaləsində Azərbaycan anlayışının həmçinin Qafqaz hissəsinə də aid olmasını qeyd etmişdir.

Onun "MAR", "MAR-zadə", "M.R-zadə" "Haman", "Sosialist" və s. kimi gizli imzalarla xeyli məqalələri müxtəlif dövrü mətbuatın səhifələrində çap olunmuşdur.

Mühacirət dövrü
1922-ci ildə Petroqraddan Finlandiyaya qaçan Rəsulzadə, qərbi Avropaya, oradan da Türkiyəyə gəlir.
1923-ci ildə İstanbulda M.Ə.Rəsulzadənin "Azərbaycan respublikasının keçmişi, təşəkkülü və indiki vəziyyəti" kitabı çap edilir. "Əsrimizin Səyavuşu", "İstiqlal məfkurəsi və gənclik" kitabları çap edilir. 1923-cü ildə İstanbulda çap edilən "Əsrimizin Səyavuşu" əsəri Rəsulzadənin dahi İran şairi Firdovsinin "Şahnamə"sindən təsirlənərək ,hadisələri zaman və məkan etibarilə dəyişib İran-Turan müharibələri ilə əlaqələndirərək yazdığı bağımsızlıq ruhunda yazılmış əsərdir. "Əsrimizin Səyavuşu" əsəri Məmməd Əmin Rəsulzadənin Azərbaycan gənclərinə xitabəti ilə sona çatır:
"Əvət, ey vətəndaşlar! Və dolayısıyla sizlər, ey gələcək nəsil, ey gənclik! Ey əsrimizin Siyavuşunun böyümüş oğlu! Sənin öhdəndə böyük bir vəzifə var. Səndən əvvəlki nəsil yoxdan bir bayraq, müqəddəs bir ideal rəmzi yaratdı. Onu min müşkülatla ucaldaraq dedi ki: - Bir kərə yüksələn bayraq bir daha enməz!".[21]

1923-27-ci illərdə onun redaktorluğu ilə İstanbulda "Yeni Qafqasya" jurnalı nəşrə başlayır, ancaq Moskvanın tələbi ilə kamalist hökumət jurnalı bağlayır və Rəsulzadə Avropaya getməyə məcbur olur, Varşava və Berlində yaşayır.
M.Ə.Rəsulzadə 1928-ci ildə İstanbulda "İnqilabçı Sosializmin iflası və demokratiyanın gələcəyi", "Millət və Bolşevizm" və "Qafqasya türkləri" kimi əsərlərini çap etdirmişdir. Həmin ildə onun redaktorluğu ilə "Azəri türkü" (1928-1931), sonra isə "Odlu yurd" (1929-1930) jurnalları və həftəlik "Bildiriş" (1929-1931) qəzeti də nəşr edilməkdə idi. 1930-cu ildə M.Ə.Rəsulzadənin Parisdə fransız dilində "Azərbaycan və istiqlaliyyəti" və rus dilində "Qafqaz problemi ilə əlaqədar olaraq panturanizm" kitabları çap olundu. 1931-ci ildən M.Ə.Rəsulzadənin mühacirət dövrü Avropa ölkələrində davam edir. Onun redaktorluğu ilə Berlində ayda üç dəfə nəşr edilən "İstiqlal" (1932-1934) qəzeti və "Qurtuluş" (1934-1938) jurnalı çap edilirdi.

1933-cü ildə M.Ə.Rəsulzadənin Berlində çap olunan "Azərbaycan respublikası haqqında bəzi qeydlər" adlı kitabı da böyük maraq doğurur. M.Ə.Rəsulzadə həm də görkəmli ədəbiyyatşünas idi. Onun 1936-cı ildə Berlində "Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatı" məqaləsi çap edilmişdir. 1938-ci ildə Berlində alman dilində "Azərbaycan problemi" və 1939-cu ildə Varşavada polyak dilində çıxmış "Azərbaycanın hüriyyət savaşı" kitablarının adlarını çəkməmək olmaz. O, 1938-ci ildən Polşa hökumətində məsləhətçi işləmiş, sonralar 1940-cı ildən Rumıniyada yaşamışdır. Onun 1943-cü ildə İstanbulda nəşr olunmuş "İslam-türk ensiklopediyasının" 1-ci cildində "Azərbaycan ləhcəsi" adlı məqaləsi çap edilmişdir. 1947-ci ildən Ankaraya köçən M.Ə.Rəsulzadənin 1949-cu ildə "Azərbaycanın kültür kələnkləri" adlı kitabı işıq üzü görmüşdür. Onun "Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatı" (1950-ci il) və "Çağdaş Azərbaycan tarixi" (1951-ci il) kitabları həmin illərdə M.Ə.Rəsulzadənin məhsuldar işlədiyini göstərir. O, 1951-ci ildə Ankarada "Azərbaycan şairi Nizami" adlı sanballı monoqrafiyasını çap etdirməklə dünya nizamişünaslığına bir çox yeniliklər gətirmişdir.

Həmin ildə M.Ə.Rəsulzadənin Nyu-Yorkda ingilis dilində nəşr olunan "Ukrayna" toplusunun 1951-ci il 3-cü nömrəsinin 7-ci cildində "Azərbaycan respublikası" məqaləsi çap edilmişdir. Londonda ingilis dilində nəşr olunan Britaniya ensiklopediyasında "Müsavat partiyasının yaranması tarixi və Azərbaycan Demokratik Respublikasının təşəkkülünə aid" məqalə də onun qələmindən çıxmışdır. İkinci dünya müharibəsindən sonra Türkiyədə nəşr edilməkdə olan Türk ensiklopediyasında Azərbaycana aid məqalələrin bir çoxu M.Ə.Rəsulzadə tərəfindən yazılmışdır. Ankarada yaşadığı dövrdə o, "Türk tarix qurumu" və "Türk dili qurumu" ilə yaxından əməkdaşlıq etmişdir. 1952-ci ildən Ankarada nəşr olunan "Azərbaycan" jurnalında xalqımızın tarixi və ədəbiyyatı haqqında silsilə məqalələri yerləşdirilmişdir. Təkcə buradan M.Ə.Rəsulzadənin heyrətamiz yaradıcılığına bələd olmaq olar. O, İkinci dünya müharibəsinə qədər Parisdə rusca nəşr olunan "Qafqaz" (1932-1938) və fransızca buraxılan "Prometey" (1928-1939) jurnallarında öz məqalələri ilə çıxış etmişdir. Onun 1920-ci ildən sonra işlətdiyi açıq və gizli imzalardan "Məhəmməd Əmin Rəsulzadə", "Yalvac oğlu", "Məhəmməd Əmin", "M. Əlif Rəsulzadə" və s. qeyd etmək olar.
Azərbaycan xalqına müraciətləri

Rəsulzadə ömrünün sonlarına yaxın, 1951-ci il 26 avqust, 1952-ci il, 1953-cü il 28 may olmaqla Azərbaycan xalqına 3 dəfə müraciət etmişdir.[22]

26 avqust 1951
"Mən Məhəmməd Əmin Rəsulzadə "Amerkanın Səsi" radiosundan danışıram. Həsrətini çəkdiyimiz əziz Vətəninə xitab edə bilmək üçün buna mütəşəkkirəm. Bu radio Birləşik Amerika Dövlətlərinin parlaq tarixini yaradan demokrasi fikirlərini yayır. Bu fikirlər başlıca 2 əsasa dayanır: İnsanlara azadlıq, millətlərə istiqlal!

"Bundan 33 il əvvəl Birinci Dünya hərbinin sonunda çarlıq rejimi çöktü; Vətənimizi istila və istibdadı altında tutan Rusiya İmperatorluğu dağıldı. Azərbaycanlılar illərdən bəri gözlədikləri fürsəti ələ keçirdilər:milli və müstəqil bir Cümhuriyyət qurdular...
Demokratiyanın bu yüksəs əsaslarını həyata keçirmək üçü qurulan milli hökumət iki il yaşadı. Tariximizin ən şanlı dövrünü təşkil edən bu qısa müddətdə hərbdən və hərc-mərcdən çıxan yurdumuzda əmniyyət və asayiş bərpa edildi. Lazım olan zabit və ədalət müəssisələri qurtuldu. Sosial reformlara girişildi. Milli maarifə əhəmiyyət verildi. Mədəniyyət dünyası ilə təmasa gəlindi. Qonşularla yaxşı münasibətlər təsis olundu. Nəticədə Böyük Avropa dövlətləri və Birləşik Amerika tərəfindən Cümhuriyyətimizin istiqlalı tanındı; Lenin və Stalinin imzaları ilə müsəlman millətlərinə sözdə hürriyyət və istiqlal vəd edən bolşeviklər işdə türk və müsəlman dünyasında qurulan ilk cümhuriyyəti Qızıl Ordunun üstün qüvvələri ilə zorladılar. Xalqımız təcavüzə qarşı var qüvvəti ilə savaşdı; fəqət, heyhat məğlub oldu. Nəticədə milli ordunu dağıtdılar, milli ziyalıları kəsdilər, milli sərvəti yağma edərək Moskvaya götürdülər. Bir sözlə məmləkəti sovetləşdirdilər.

Tarixin ən qəddar bir istibdadını quran bolşeviklər sovet rejiminə utanmadan demokratiya deyirlər.Sovetlərlə həqiqi demokratiya arasında yerdən göyə qədər fərq vardır,vətəndaşlar!

Əziz Azərbaycanlılar! Bütün dünyadan əlaqəniz kəsilmiş və təklənmişsiniz. Ətrafınızda sizi xarici aləmdən ayıran dəmir bir pərdə vardır. Başınız min bir bəla və fəlakətlər içindədir. Bu bəlalı və fəlakətli yaşayışı bolşevik propaqandaçıları sizə ideal bir həyat kimi qələmə verirlər. Sovetlər xaricində qalan dünyadakı həyatı fəlakətdən və səfalətdən ibarət bir həyat kimi təsvir edirlər. İnanmayınız qardaşlar! Dünyada asudə yaşayan, qorxu bilməyən azad insanlar, azad millətlər və müstəqil dövlətlər vardır. Bu millətlərin yaşadıqları məmləkətlərdə insanın nə fikrinə, nə vicdanına, nə də imanına təsəllüd edən yoxdur. Azad insanların birliyindən ibarət olan müstəqil millətlər öz-özlərini idarə edirlər.

Azadlıq və milli istiqlal prinsiplərini bundan 175 il əvvəl Amerika, 33 il əvvəl də Azərbaycan bəyannaməsi elan etmişdilər. Bütün dünyanın səadəti kimi Azərbaycanın xilası da bu əsasların tamamilə gərçəkləşməsinə bağlıdır.Təkrar edirəm - İnsanlara azadlıq, Millətlərə istiqlal!" [23]

Qeyd: Müraciət ixtisarla verilmişdir.

28 may 1952
"Əziz vətəndaşlar!Bu gün sizə Azərbaycan tarixinin ən böyük günü münasibəti ilə xitab edirəm.34 il əvvəl bu gün Azərbaycan Milli Şurası Azərbaycan Cümhuriyyətini qurdu və istiqlalı bütün dünyaya bildirdi.Bu böyük hadisə ilə biz 100 il sürən çar əsirliyindən qurtulduq.Azərbaycan milləti bu gündən etibarən dünya dövlətləri arasında müstəqil bir mövqe tutmağa əzm etdi.

Azərbaycanın 19-cu əsrin başlarında Rusiya çarlığına qarşı göstərdiyi mübarizə həyəcanlı səhnələrlə doludur.Cavad xanın rus işğalçılarına qarşı "ölmək var,dönmək yoxdur" deyərək şəhid olması Azərbaycan mərdliyinin bir nümunəsidir.
Tarixin hər dövründə iləri fikirləri mənimsəyən Azərbaycan xalqı əsrimizin hakim ideologiyasına uyaraq qurduğu müstəqil dövlətə cümhuriyyət şəklini verdi.Türk və müsəlman dünyasının birinci cümhuriyyəti Milli Şura tərəfindən nəşr olunan istiqlal bəyannaməsindəki əsas prinsiplər üzərində quruldu.Bu prinsiplərə görə:
1-Azərbaycan xalqı hakimiyət haqqına malik,Azərbaycan da tam hüquqlu bir dövlətdir
2-Müstəqil Azərbaycan dövlətinin idarə şəkli xalq cümhuriyətidir.
3-Azərbaycan Xalq Cümhuriyəti bütün millətlər,xüsusəndə qonşulu millət və dövlətlərlə yaxşı münasibətlər qurmaqdadır.
4-Azərbaycan Xalq Cümhuriyəti millət,məzhəb,sinfi və cinsi fərqi gözləmədən hüdudları içində yaşayan bütün vətəndaşlarına siyasi və mədəni hüquqları təmin edir." [24]


Qeyd: Müraciət ixtisarla verilmişdir.
28 may 1953
"Əziz Vətəndaşlarım!
Amerikanın Səsi Radiosunun verdiyi imkanlardan istifadə edərək bu gün Azərbaycan tarixinin ən böyük günü olan 28 Mayısda Sizlərə xitab edirəm. 100 il sürən Çar əsarətindən sonra bundan 35 il əvvəl Azərbaycan Şurayi Millisi, Azərbaycan Cümhuriyyətinin İstiqlalını bütün dünyaya elan etdi. O tarixdən əvvəl bir millət olaraq varlığını isbat edən Azərbaycan xalqı, bu tarixdən etibarən millət olaraq bir dövlət qurmuş və bu dövlətin istiqlalı bütün mövcudiyyətilə mədana atılmışdır. Mədəni bütün bir tərəkəyə (mirasa) malik olan vətənimiz siyaset sahəsində çox böyük və dəyərli həmlələr göstərmişdir. İstiqlal uğrunda yapılan tarixi savaşların ən qanlısı 19-cu əsrin başlarında Rusiya Çarlığına qarşı yapılmışdır. 30 il qədər sürən bu savaş qəhrəmanlıqlarla doludur. Cavad Xanın 1804-də Gəncədəki şanlı qəzası dillərdə dastandır. "Ölmək var, dönmək yoxdur". Bu həqiqi vətənpərəstlərin tətbiq etdikləri ən müqəddəs bir şüardır.

28 Mayıs 1918-də, İstiqlalını elan etməklə Azərbaycan tarixinin təbii bir nəticəsini fikirdən işə keçirdi. Eyni zamanda, o zəmanəyə hakim olan əsrin böyük şüarından istifadə edirdi. Hər millət öz müqəddəratını özü hall etməyə səlahiyyətdardır, düsturunu xalqın ümumi rəyinə uyaraq istiqlalını elan edirdi. Istiqlal elanı üzərinə qurulan milli Azərbaycan Hökuməti, az zamanda məmləkətdə çox böyük işlər gördü. 100 ildən bəri əsgərlikdən mənedilən (qadağan edilən) Azərbaycanda bir ordu yaratdı. Çarlıq zamanında Dövlət idarəsinə yaxın buraxılmayan Azərbaycanlılardan zabita və əmniyyət qüvvətləri vücuda gətirdi. Sosial sahədə əsaslı islahata girişdi. Kəndlilərə torpaq vermək üçün qanunlar hazırladı. Fəhlələrin haqlarını qorumaq üçün tədbirlər aldı. Xalqı az zamanda oxutmaya başladı. Türkcəyi dövlətin dövlətin rəsmi dili elan etdi. Orta və Ali məktəblər açdı. Qərbi Avropa demokrasiyaları tipində, xalq nümayəndələri cavabdeh bir hökumət üsulu idarəsi yaratdı. Hakimiyyət, Millət Məclisinin əlində idi. Parlamentodan etimad almadıqca heç bir Hökumət iş başında qala bilməzdi. Məmləkətdə tam bir azadlıq vardı. O zaman indi Sovet zamanında olduğu kimi terror deyilən şeydən heç bir əsər yoxdu. Şahıslarda, məskənlərdə əmin və əmanda idi. Vətənin qapıları indi olduğu kimi bütün dünyaya qapalı deyildi. Hər azərbaycanlı, istədiyi zaman hara istərsə gedərdi. Qonşu və Avropa Dövlətləri ilə dostluq münasibətləri təsis edilmişdi. Bütün millətlərlə alış-veriş vardı. Bütün bunların nəticəsində idi ki, Cümhuriyyətimizin istiqlalı Avropa Dövlətləri ilə Birləşik Amerika tərəfindən tanındı. Onları təqibən böyük bir çox dövlətlər dahi istiqlalımızı tanıdılar. Türkiyə ilə İran, Azərbaycanla münasibətə gəldilər. Aralarında dostluq və qardaşlıq muahədələri (əhdnamə, bağlaşma) imzalandı. 12, Yanvar, 1920, Cümhuriyyətin dövlətlər tərəfindən tanınması günü idi. Bu günü, Azərbaycan xalqı, candan bayram etdi. Bu həqiqətən böyük bir bayramdı. Çünki bu gündən etibarən Azərbaycan Davası, Rusiyanın bir iç məsələsi olmaqdan çıxmış, millətlər arası bir məsələ olmuşdu. Mədəniyyət tariximizin şanlı fikir adamları tərəfindən alqışlanan azadlıq və istiqlal fikri məmləkətimizdə yerləşdi və bu illəri dünya demokrasiyası tərəfindən təqdir ilə qarşılandı. 100 ildən bəri üstümüzə çökən istibdad və istila həyulası (xəyal) artıq bizdən uzaqlaşdı.

Heyhat!, qədər (tale) imtahanları tamam deyildi. Qanlı Çar istibdadının yerini bu dəfə ondan daha qanlı bolşevik istibdadı tutdu. Bala azadlıq istiqlalımız, qızıl istilaçıların ayaqları altında əzildi. Müqavimət edən məmləkətdə qan gövdəyə çıxdı. Bundan bir ay əvvəl 28 Apreldə Sovet propaqandaçıları bu qanlı istila hərəkətini sizə azadlıq və istiqlal hadisəsi kimi göstərdilər. Sizdə, sizə dünyanın ən azad və demokrat rejimi kimi kəlama verilən Sovet quruluşu, işdə qəddar və ən yalançı bir istibdad rejimidir. Müqayisə etmək imkanında olsaydınız bunun nə qədər doğru olduğunu gözünüzlə görürdünüz. Azadlığımızı əlimizdən alan millətdən qorxmurlarsa dəmir pərdəni qaldırsınlar, azadlık elan etsinler. Edəbilməzlər. Çünki ağla-qara meydana çıxar. Onlar səptərə (yarasa) kimidilər, günəşdən qaçarlar.

Azərbaycan, onunla bərabər bütün Qafqasya Cümhuriyyətləri həqiqi azadlık ve istiqlalına 1918-in Mayısında qovuşdular. 1920-də isə bu azadlık və istiqlal, qızıl Rus ordusu tərəfindən üstün qüvvətlərlə, qanla ve ateşlə basdırıldı. Faciələr və qəhrəmanlıqlarla dolu olan bu mücadilədə on minlərcə vətəndaş şəhid oldu. 1920 istilasına qarşı, 1918 istiqlal haqqını müdafiə edən Kafqasya millətləri, indi 33 ildir ki, müxtəlif vasitələrlə mücadilə edirlər. Zaman-zaman dramatik şəkillər alan bu mücadilədə vaxtı ilə yalançı kommunist şüarlarına aldanan yol azmış bəzi vətəndaşlar belə, bu gün haqqı milliyyətçilər və vətənpərvərlər cəbhəsinə keçmişlərdir. Yabançı istilası üzərinə əcnəbi məmləkətlərə çıxmış olan Qafqasya mühacirləri, milli istiqlal davasını, mədəni dünya əfkarı ümumiyyəsinə (ictimaiyyətin fikri) anlatmakdadırlar. Bu vəzifəni ifada, nə kimi müşküllərə uğradığımızdan bəhs etməyin burada yeri deyildir. Bu qədər demək lazımdır ki, Sovetlərdə kommunist rejiminə düşən millətlərin hər dürlü haqq və hüquqdan məhrum qullardan ibarət cəmiyyətlər halinə gəldiyini azad dünyaya anlatmaq çox çətin olmamışdır. Şükür ki, hadisələr bizə kömək edir. Dünya Sovet həqiqətini görməyə başlayır. 8 ildən bəri hərbi bitirmişkən sülhə qovuşa bilməyən dünya, artıq məsələni anlayır. Bilir ki, azadlıq və insan haqlarını inkar edən kommunistlər, müəzzəm (böyük) bir dövlət halında ayaqda durduqca və dünya inqilabı atəşi ilə yandırmaq üçün könlü çəkdikcə yer üzündə heç bir zaman sülh və asayiş buluna bilməyəcəkdir. Azadlıq, cahanşumul bir fikirdir. Bir tək əsir insan, bir tek əsir millət qaldıqca, dünya həqiqi azadlıq və əmniyyət üzü görə bilməz. 1918 Mayısındakı tarixi qərarları ilə azadlıq denən (deyilən) millətlər cəbhəsində yer alan Qafqasya millətlərinin müqəddəratları, azad millətlərin müqəddəratları ilə bağlanmışdır. Rusiyadan ayrılmanın bir irtica, başqalarından ayrılmanın bir inqilab olduğunu söyləyən Sovet diktatoru Stalin ölmüşdür, amma, onun iki üzlü sistemi Stalinizm hələ ayaqdadır. Bu sistem gün keçdikcə dünya həqiqətləri dah qarşılaşmaqda, haq ilə batil, yalan ilə doğru üz-üzə gəlməkdədir.

Şübhəsizdir ki, bir gün həqiqət parıldayacaq, azadlıq əsasını, Birləşmiş Millətlər prinsipini və insan haqlarını tutan tərəf qalib gələcəkdir. Bu qalibiyyət günəşi, qızıl istibdad zülmü altında inləyən əziz vətənimizdə 1918-in 28 Mayısı kimi yenidən doğacaqdır. Buna qətiyyən şübhə etməyiniz, Vətəndaşlar! Üç rəngli İstiqlal Bayrağını döşlərində gəzdirən buradakı vətən ayrısı bizlərdən, orada hər dürlü qorxu və təhdid altında qəlbləri istiqlal eşqiylə çırpınan azadlıq ayrısı sizlərə candan salamlar göndərir, 28 Mayıs istiqlal qurbanlarının əziz ruhları huzurunda hörmətlə əyilir və hər iki tərəfi birləşdirən milli böyük həsrəti, şairin deyişiylə dilə gətirirəm:

Sən bizimsən, bizimsən durduqca bədəndə Can,
Yaşa - yaşa çox yaşa, ey şanlı Azərbaycan!"
Vəfatı və vəfatından sonra

Ankara Universitetinin tibb fakültəsinin klinikasında şəkər xəstəliyindən yatan Məhəmməd Əmin 1955-ci il martın 6-da gecə saat on birə on dəqiqə qalmış üç dəfə "Azərbaycan, Azərbaycan, Azərbaycan!" deyərək əbədiyyətə qovuşdu. Ankara radiosu martın 7-sində saat 22:45-də sabiq Azərbaycan milli şürasının sədri M.Ə.Rəsulzadənin vəfat etdiyi xəbərini təəssüflə bütün dünyaya yaydı.
Martın 8-də Ankaranın Hacı Bayram məscidində M.Ə.Rəsulzadənin dostları onun tabutu başında fəxri qarovulda dayandılar. Ankara şəhər valisi Kamal Aygün də başsağlığı verməyə gəlmişdi. Bundan əlavə cənazənin önündə “Azərbaycan Kültür Dərnəyi”, “Yardımlaşma Dərnəyi”, “Milli Kitabxana”, “Türk Kitabxanaçılar Dərnəyi”, “Qarslı Yüksək Tələbələrə Yardım Dərnəyi”, “Qəzetəçilər Cəmiyyəti” təmsilçiləri, İdil-Ural və Krım türklərinin, polşalıların nümayəndələri vardı[25]. Cənazə zamanı Əbdülvahab Yurdsevər, Əhməd Cəfəroğlunun, Mirzə Bala Məmmədzadə, Həmdulla Sübhi Tanrıövərin, Sədri Məqsudi, Cəfər Seyidəhməd Krımər, Abdulla Battal Taymas, Zəki Vəlidi Toğan kimi görkəmli şəxslər də çıxış etdilər. M.Ə.Rəsulzadə Ankarada, Əsri qəbirstanlığında dəfn edilmişdir.

Vəfatı ilə bağlı Türkiyədə, İranda və Qərbi Avropa ölkələrində xeyli nekroloq çap olunub. Bunlara misal olaraq Türkiyədə nəşr edilən “Dünya”, “Birlik”, İranda çap olunan “Aram”, “İrani-Nov” qəzetləri, Almaniyada yayımlanan “Azadlıq” radiosunu göstərmək olar. Bunlardan ən maraqlısı S.H.Tağızadənin çap etdirdiyi nekroloqdur. Əsli Ordubaddan olan, özü Təbrizdə dünyaya gəlmiş, M.Ə.Rəsulzadə ilə birlikdə İran məşrutə inqilabının əsas rəhbərlərindən biri hesab edilən, sonralar Pəhləvi üsul-idarəsinin tərəfdarına çevrilən və bununla da öz doğma xalqına yad bir adam olan, İranın ən görkəmli dövlət xadimi, diplomatı və alimi sayılan Seyid Həsən Tağızadə "Sühən" jurnalında yazırdı:

"Rəsulzadə, bütün ömrüm boyunca, Şərq dünyasında tayına rastlaşmadığım, mübaliğəsiz söyləyə biləcəyim fövqəladə nadir insanlardan biri idi. Məhəmməd Əmin bəy tərbiyəli, qüvvətli və sağlam məntiq sahibi, təmiz qəlbi, doğru sözlü, mətanətli, tam mənasıyla dürüst, fikir və yoluna dərin bir iman bəsləyən fədakar, mücahid və örnək bir insandı. Belələrinə zəmanəmizdə və hələ bizim tərəflərdə rast gəlmək mümkün deyildir".[26]

1978-ci ildə Ankarada M.Ə.Rəsulzadənin "Milli təsanüd" ("Milli həmrəylik") adlı kitabı nəşr olunmuşdur. 1985-ci ildə Oksfordda M.Ə.Rəsulzadənin "Qafqaz problemi ilə əlaqədar olaraq panturanizm" adlı kitabı ingilis dilində ön sözlə, rus dilində ikinci dəfə çap edilmişdir. M.Ə.Rəsulzadənin 1989-cu ildə "Əsrimizin Səyavuşu" və 1990-cı ildə isə "Azərbaycan respublikasının keçmişi, təşəkkülü və indiki vəziyyəti" adlı kitabları Ankarada yenidən işıq üzü görmüşdür. 1993-cü ildə Türkiyə Respublikasında tikilmiş məktəbə (Mehmet Emin Resülzade Anadolu Lisesi) adı verilmişdir.

Məhəmməd Əmin Rəsulzadənin anadan olması münasibətilə Azərbaycan Respublikasının 2-ci Prezidenti Əbülfəz Elçibəy "Görkəmli ictimai-siyasi xadim M.Ə.Rəsulzadənin totalitar sovet rejimi dövründə repressiyaya məruz qalmış ailə üzvlərinin Azərbaycana qaytarılması və onların sosial-məişət məsələlərinin həlli haqqında" 24 dekabr 1992-ci il tarixli, 254 nömrəli Sərəncamı imzalamışdır.[27]

Azərbaycan Respublikası Nazirlər Kabineti "Bakı şəhərində M.Ə.Rəsulzadənin abidəsinin ucaldılması haqqında" 26 saylı, 13 yanvar 1993 tarixli qərar qəbul etmişdir.[28]

Azərbaycan Respublikasının 3-cü Prezidenti Heydər Əliyev "Azərbaycanın görkəmli ictimai-siyasi xadimi M.Ə.Rəsulzadənin anadan olmasının 110 illik yubileyinin keçirilməsi haqqında" 29 dekabr 1993-cü il tarixli, 79 nömrəli Fərmanı imzalamışdır.[29][30]
Azərbaycan Respublikasının 4-cü Prezidenti İlham Əliyev "Məhəmməd Əmin Rəsulzadənin 130 illik yubileyinin keçirilməsi haqqında" 22 noyabr 2013-cü il tarixli sərəncam imzalamışdır.[31]

Cəbəci Əsri qəbiristanlığında M.Ə.Rəsulzadənin qəbirin üstündə, Ankara bələdiyyəsi tərəfindən, memorial ucadılmışdır. Memorialın yanında Azərbaycan Respublikasının və Türkiyə Cümhuriyyətinin bayraqları dalğalanır. M.Ə.Rəsulzadənin qəbirin GPS koordinatları: N39.94443 E32.88616

Xronoloji fəaliyyəti
• 1902-ci ildə "Müsəlman Gənclik Təşkilatı"nı yaradıb.
• 1903-cü ilin 2 mayında ilk məqaləsi "Şərqi-Rus" qəzetində çap edilib. Elə həmin il rəhbəri olduğu Azərbaycanlı Gənc İnqilabçılar Dərnəyini qurub.
• 1903-cü ilin 14 mayında “Şərqi-Rus” qəzetində əmisi oğlu və yaxın mücadilə dostu Məhəmməd Əli Rəsuloğlu ilə birlikdə “Hümmət və qeyrət vaxtıdır” məqaləsi çap edilir.
• 1903-cü ilin 18 mayında “Şərqi-Rus” qəzetində “Öz müxbirlərimizdən” başlığı ilə elmin vacibliyindən bəhs edən yazısı və sonda “Elm tərifində deyilibdir” adlı müxəmməsi (şeri) çap edilir.
• 1904-cü ilin iyununda İ.V.Stalin inqilabi iş aparmaq üçün Bakıya gəlir. Qeyd edək ki, Rusiya Sosial Demokrat Fəhlə Partiyasının Bakı Komitəsi müsəlman gəncləri arasında fəal iş aparan, onları maarifləndirən və milli dirçəliş fikirləri yayan 20 yaşlı M.Ə.Rəsulzadəni və onun başçılıq etdiyi “Azərbaycanlı Gənc İnqilabçılar” təşkilatını öz təsiri altına salmağa çalışırdı. İ.V.Stalinlə M.Ə.Rəsulzadəni ilk tanış edən isə əmisi oğlu M. Ə. Rəsuloğlu olmuşdu. Bakının Balaxanı bölgəsində fabrik işçilərinə məxsus bir otaqda keçirilən görüş sonradan onların yaxın dostluq münasibətlərinə çevrilir. Sonrakı dövrdə M.Ə.Rəsulzadə Stalinin Bakının Bayıl həbsxanasından qaçırılmasında önəmli rol oynayır.
...
Biyoğrafinin yeri: https://az.wikipedia.org/wiki/Məhəmməd_Əmin_Rəsulzadə

[Edited at 2021-02-07 21:18 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 8, 2021

--Alıntı--


Əsgərlikdə olmayan generalis-simus, 8 dəfə türmədə yatan cani– Tarixin 100 dühasından biri: Stalin

21.12.2020 -- 15:02


21 dekabr Stalinin doğum günüdür.

O, dünyaya gələndə planetin 1 milyard 397 milyon 664 min 43-cü sakini olub, çox qısa müddətdən sonra milyardların içərisində ən məşhur və tanınan şəxsiyyətlərdən birinə çevrilib, 43 ildən sonra planetin altıda bir hi
... See more
--Alıntı--


Əsgərlikdə olmayan generalis-simus, 8 dəfə türmədə yatan cani– Tarixin 100 dühasından biri: Stalin

21.12.2020 -- 15:02


21 dekabr Stalinin doğum günüdür.

O, dünyaya gələndə planetin 1 milyard 397 milyon 664 min 43-cü sakini olub, çox qısa müddətdən sonra milyardların içərisində ən məşhur və tanınan şəxsiyyətlərdən birinə çevrilib, 43 ildən sonra planetin altıda bir hissəsinə, 188 milyon əhalisi olan SSRİ-yə rəhbərlik edib.

21 dekabr 1879-cu ildə Qoridə çəkməçi ailəsində anadan olan Stalinin əsl ad və soyadı İosif Cuqaşvili olsa da, yaşadığı 74 il ərzində 18 təxəllüs daşıyıb, 1912-ci ildən isə o, dünyada Stalin adı ilə tanınıb. Bu adın yaranması ilə bağlı fərqli və çoxsaylı versiyalar mövcuddur. Bəzi versiyalara görə, Stalin adını ona Lenin verib, digər bir versiyada bu ad tərcüməçi və jurnalist Yevgeni Stalinskinin adından götürülüb və s. Hər halda adın necə yaranmasından, kim tərəfindən verilməsindən asılı olmayaraq Stalin adı dünyada ən məşhur adlardan birinə çevrilib və bu adın daşıyıcısı dünyanın ən çox öyrənilən 100 şəxsi siyahısında yer alıb.

5

Stalin haqqında çoxsaylı filmlər çəkilib, kitablar, məqalələr yazılıb. 21 dekabr tarixini, Stalinin doğum gününü nəzərə alaraq Musavat.com SSRİ-nin 30 illik rəhbəri haqqında maraqlı faktları təqdim edir:

1. Generalisimus rütbəsini və SSRİ Silahlı Qüvvələrinin Ali Baş Komandanı vəzifəsini daşıyan İosif Stalin hərbi xidmətdə olmayıb.

2. Çoxmilyonlu üzvü olan Kommunist Partiyasına rəhbərlik edən Stalin 8 dəfə həbsxana həyatı yaşayıb.

3. Onun ilk siyasi məqaləsi 1901-ci ildə Bakıda “Nina” mətbəəsində çap olunan “Brdzola” (Mübarizə) qəzetində dərc edilib.

4. 1912-ci ildə Stalin “Pravda” qəzetinin redaktoru vəzifəsində işləyib.

6

5. Hədsiz dərəcədə mütaliəni sevən Stalinin Kremldəki evində və bağında zəngin kitabxanası olub. O, hər gün 300 səhifədən artıq müxtəlif mövzularda kitablar oxuyub.

6. Stalin hakimiyyətinin yadda qalan məqamlarından biri də onun SSRİ-nin bütün şəhər və rayonlarında parkların salınması ilə bağlı sərəncamıdır. Bütün parklarda oyun və oxu zallarının fəaliyyət göstərməsi də sərəncamda öz əksini tapıb.

7. 1927-ci ildə Stalin partiya orqanlarında vəzifə tutanların 4 otaqdan artıq bağ evinə sahib olmasına qadağa qoyub.

8. O, 30 illik hakimiyyəti dövründə üç dəfə istefa vermək qərarına gəlib. Amma hər dəfə də fikrindən daşınıb.

9. Stalinin hər iki oğlu sovet-alman müharibəsinin iştirakçısı olub.

10. 8 yaşına qədər rus dilində bir söz də bilməyən Stalin sonralar bir neçə dil öyrənib, o cümlədən ingilis və fransız dillərini də.

11. Musiqiyə böyük maraq göstərən lider arabir masa arxasında rus xalq mahnılarını məharətlə ifa edib. Onun bağ evində üç mindən artıq müsiqi valı olub.

12. Filmləri həvəslə seyr edən Stalin SSRİ-də çəkilmiş filmlərin ilk tamaşaçısı olub. Kinolarda erotik səhnələrin olması onu qıcıqlandırıb.

7

13. O, nə qədər ciddi, bəzən isə qəzəbli görünməsinə baxmayaraq güclü yumor hissinə malik olub.

14. Stalin öz təhlükəsizliyinə görə anasının Tiflisdə keçirilən dəfn mərasimində iştirak etməyib. Dəfnlə bağlı bütün məsələlərin həllini Lavrenti Beriyaya həvalə edib.

15. Alkoqollu içkilər arasında daha çox gürcü şərabına üstünlük verən Stalin hakimiyyəti dövründə iki dəfə sərxoş vəziyyətdə görünüb. Birinci dəfə Jdanovun dəfn mərasimində, ikinci dəfə general Ştemenkonun yubiley gecəsində.

16. 1949-cu ildə Stalinin 70 illik yubileyində ona verilən hədiyyələrin siyahısı mərkəzi qəzetlərdə dərc edilib. O, bütün hədiyyələri dövlət fonduna təhvil verib.

17. Stalin 12 dəfə general rütbəsindən imtina edib.

18. Sovet lideri iki dəfə Nobel mükafatına təqdim olunub. Amma ona bu ali mükafatı almaq qismət olmayıb.

8

19. 1934-cü ildə Stalin Yeni il bayramını rəsmiləşdirib və SSRİ vətəndaşları həmin günü rəsmi bayram kimi qeyd ediblər.

20. Stalin məzuniyyətlərini Qaqra və Soçidə keçirməyə daha çox üstünlük verib.

21. Onu digər sovet rəhbərlərindən fərqləndirən cəhətlərdən biri də xidməti personalına göstərdiyi münasibət olub. Stalin hətta bəzi hallarda axşamlar bağ evində şam edərkən mühafizəçiləri də süfrəyə dəvət edib.

22. İstər Kremldəki mənzilinə, istərsə də bağ evinə yeməklər Kreml yemakxanasından gəlib.

9

23. Stalinin şəxsi əşyaları arasında asılqanı və ev başmaqları xüsusi yer tutub. O, öz asılqanından hətta ailə üzvlərinin istifadə etməsinə də icazə verməyib. Ev başmaqlarını isə Stalin bütün səfərlərində özü ilə götürüb.

24. Stalin iki dəfə ailə həyatı qurub. Həyat yoldaşı tərəfdən onun bəxti çox da gətirməyib. Birinci həyat yoldaşı Yekaterina Svanidze ailə qurduqdan bir il sonra vərəm xəstəliyindən vəfat edib. İkinci həyat yoldaşı, özündən 23 yaş kiçik olan Nadejda Alliluyeva isə özünü güllələməklə intihar edib. İki nikahdan onun iki oğlu, bir qızı olub.

25. Ziddiyətli və mürəkkəb xarakterə malik olan İosif Stalin tarixə ən böyük savaşın qalibi kimi düşüb. Alman faşizmi üzərində qələbə ilə onun başçılıq etdiyi SSRİ dünyanın ən güclü dövlətlərindən birinə çevrilib.

26. Qeyd edək ki, müvafiq qurumlar tərəfindən aparılan sosial sorğularda Stalinin fəaliyyəti yüksək qiymətləndirirlir, 20-ci əsrin siyasi liderlərinin reytinq cədvəlində onun adı ilk sıralarda durur. O cümlədən Kreml nekropolunda ən çox ziyarət olunan məzarlardan biri də məhz Stalinin məzarıdır.

İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Yeri: https://musavat.com/news/esgerlikde-olmayan-generalis-simus-8-defe-turmede-yatan-cani-tarixin-100-duhasindan-biri-stalin_764275.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

“Dünya ağalığı” iddiaları puç olan nasistlər - Qalib dövlətlər Almaniyanın nəyi var, daşıyıblar

01.12.2020 -- 16:19


Bütün müharibələrdən sonra təzminat məsələsi aktual mövzualrdan birinə çevrilib. Buna reparasiya da deyirlər, yəni, hücuma məruz qalmış dövlətə dəymiş zərərin ödənilməsi üçün məğlub olmuş tərəfin öhdəsinə götürdüyü təzminatın ödənilməsi.

II dünya müharibəsində də nasist Almaniyasının SSRİ-yə və onun müttəfiqlərinə vurduğu ziyanın təzminatını ödəməsi dövlət başçıları tərəfindən dəfələrlə ciddi müzakirə olunub.

Tarixçilərin və iqtisadçıların qənaətinə görə, Almaniyanın müharibə elan etdiyi ölkələrə vurduğu ziyanın məbləğini tam dəqiqləşdirmək mümkün olmayıb. Amma bu məbləğ təxmini milyardlarla dollar həcmində hesablanıb.

11

Hələ müharibə tam sona çatmamış, 1944-cü ildə SSRİ-də ölkəyə dəymiş ziyanın hesablanması ilə bağlı İosif Stalin Xalq Komissarları Sovetində xüsusi komissiyanın yaradılması ilə bağlı sərəncam imzalayıb. Bununla yanaşı, o, təzminatın ödənilməsi mexanizmini, ümumi məbləğin təxmini müəyyənləşməsini, Almaniyanın ödəyəcəyi təzminatın müttəfiqlər, ABŞ, İngiltərə və Fransa arasında hansı nisbətdə bölünməsini xarici həmkarları ilə bir neçə dəfə müzakirə edib.

Stalin ümumi təzminatın məbləğini 20 milyard həcmində müəyyənləşdirib və bunun 50 faizinin SSRİ-yə, digər 50 faizinin isə müttəfiqlər arasında bölünməsini təklif edib. Əslində Stalin məbləği az müəyyənləşdirib. Çünki son variantda nasist rejiminin müharibə nəticəsində vurduğu ziyan 260 milyard dollar hesablanıb və bunun 128 milyard dolları SSRİ-nin payına düşüb.
Bu məsələ öz həllini Potsdam konfransında tapıb. Siyasi baxımdan təzminat qismində Almaniyanın şərq hissəsi SSRİ-nin nəzarətinə verilib. Qalib tərəflər yaxşı anlayıblar ki, məğlub Almaniya öhdəsinə düşən təzminatı tam ödəmək gücündə deyil. Bunu Stalin də yaxşı anlayıb. Stalinin təzminat məsələsində ciddi dayanmasının məqsədi heç də Almaniyanın iqtisadiyyatını tam iflic vəziyyətə salmaq olmayıb. Sovet lideri təzminat təzyiqi ilə Almaniyada 4-cü Reyxin yaradılmasının qarşısını almaq, faşist cərəyanına son qoymaq, Almaniyanın təcavüzkar hərbi potensialını sıfıra endirmək məqsədi daşıyıb.

22

Bütün bunlarla yanaşı Stalin SSRİ-nin müharibədən sonrakı zəifləmiş iqtisadiyyatını da düşünüb və təzminat qismində Almaniyadan SSRİ-yə 400 min vaqonla aşağıdakılar gətirilib:

1. 2885 zavod

2. 340 min müxtəlif təyinatlı dəzgah

3. 96 elektrik stansiyası

4. 200 min elektrik mühərriki

5. 1 milyon 335 min mal-qara

6. 3 milyon ton taxıl

7. 1 milyon ton tərəvəz

8. 500 min ton şəkər

9. 20 milyon litr spirt

10. 16 ton tütün

33

Bu siyahı yalnız birinci böyük eşelonda gətirilənlərdir. Bunlarla yanaşı Almaniyadan SSRİ-yə 900 min incəsənət nümunəsi, yüz minlərlə mebel, ev avadanlıqları, geyim və o cümlədən hərbi avadanlıqlar, texnika, silah və sursat daşınıb.

Təzminat qismində 1955-ci ilə qədər alman əsirlərindən işçi qüvvəsi kimi də istifadə olunub ki, bu da mövcud dövr üçün SSRİ-nin dağılmış yaşayış məntəqələrinin bərpasında böyük rol oynayıb.

Dövrün araşdırmaçılarının hesablamalarına görə, Almaniyadan SSRİ-yə gətirilənlər almanların ödəyəcəkləri təzminatın cəmisi 4 faizi qədər olub.

44

Almaniya hökuməti SSRİ-yə nə qədər təzminat ödədiyi haqqında dəqiq faktlar açıqlamayıb. Bunu belə əsaslandırıblar ki, təzminatın ödənilməsi birtərəfli olub, sovet tərəfi almanlarla hesablaşmayaraq heç bir sənəd imzalamayıblar. O cümlədən sərhəd-keçid məntəqəsində də Almaniya tərəfi dəqiq qeydiyyat apara bilməyib.

SSRİ-nin müttəfiqləri, ABŞ, İngiltərə və Fransa da qısa müddətdə öz təzminatlarını əldə etməyə nail olublar. Onlar Almaniyadan öz ölkələrinə 2 milyard dollar həcmində avandanlıqlar və 227 ton qızıl aparıblar.

Almaniyanın Bolqarıstan, Macarstan, Rumıniya, Çexoslovakiya, Avstriyadakı aktivlərinə SSRİ, digər ölkələrdəki aktivlərinə isə müttəfiqlər sahib çıxıblar.

55

Göründüyü kimi, Adolf Hitlerin dünyaya sahib olmaq iddiası Almaniyaya baha başa gəlib. Nasist rejimi milyonlarla insanın həyatına son qoymaqla yanaşı öz ölkəsini, öz vətəndaşlarını da acınacaqlı vəziyyətə salıb. Amma hər halda təzminat məsələsindən Almaniya müharibədəki kimi üzüqara çıxmayıb. Olan-qalanını verərək yaxasını qurtarıb.

Maraqlıdır, bəs Ermənistan Azərbaycana vurduğu ziyanın təzminatını necə ödəyəcək? Ərzaq qıtlığı təhlükəsi ilə üz-üzə qalan Ermənistanın nəyi var axı? Koçaryanlar, sarkisyanlar, paşinyanlar “Böyük Ermənistan” xülyasına düşəndə bu haqda düşünməyiblərmi? Yoxsa yenə də ənənələrinə sadiq olaraq ağlaşma quracaqlar, bizim heç nəyimiz yoxdur deyə dünyaya car çəkəcəklər. Bəli, onların heç nəyi yoxdur, elə indi gəzdikləri torpaqlar da bizimdir, Azərbaycanındır. Odur ki, təzminat haqqında düşünə bilərlər.

İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Yeri: https://musavat.com/news/dunya-agaligi-iddialari-puc-olan-nasistler-qalib-dovletler-almaniyanin-neyi-var-dasiyiblar_758819.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Nasist “cəhənnəm”indən qaçan almaniyalı professorun həyat hekayəsi

01.11.2020 -- 15:29

11

İkinci Dünya müharibəsi dünyanın bütün xalqlarına təsir edən bir hadisə idi. Savaşın mərkəzindəki Almaniya və öncəki dünya müharibəsindən sonra müstəqilliyini elan etmiş Türkiyə də bu savaşdan təsirlənmişdi.

Dünyanın ən yaxşı universitetlərinə sahib olan Almaniya Hitler diktaturasına görə ən parlaq dönəmlərindən qaranlıq günlərinə girərkən, Atatürkün rəhbərliyi altında olan Türkiyə çağdaş təhsil kampaniyası ilə müasir dünyanın tələblərinə uyğun olan layihələr həyata keçirirdi. Bu layihələr çərçivəsində Nasist “cəhənnəm”indən qaçaraq Türkiyəyə gələn elm adamı Kurt Kosviqin ölkəyə misilsiz xidmətləri olub.

7 aprel 1933-cü ildə Hitler yəhudilərə bütün qapıları bağlayan dövlət qulluğu ilə bağlı yeni bir qanun təsdiqləmişdi. Həmin ilin iyul ayında isə Türkiyə ilə immiqrant elm adamlarının qəbulu üçün anlaşma imzalamışdı.

22

Hitler tərəfindən qəbul edilən yeni qanuna görə, Almaniyadan Türkiyəyə gedən elm adamları ən qısa müddətdə türk dilini öyrənəcək və dərslərini türk dilində davam etdirəcəkdilər. Eyni zamanda, bu heyət özəl xidmətlərdə işləyə bilməyəcək və fövqəladə hallar zamanı, kömək lazım olduğunda pulsuz xidmət göstərmək üçün Almaniyaya geri dönməli idilər.

Kosviq nasistlər üçün çox vacib olan “Brauschweig” Texniki Universitetində Ümumi Biologiya və Zoologiya sahəsi üzrə çalışıb.

33

“Arya” irqi haqqında araşdırmalar aparan Hitler üçün biologiya hər zaman ən vacib sahələrdən biri olub. Kosviq həmkarlarının Hitlerin qeyri-insani fəaliyyətlərinə məruz qalmasına dözə bilməyib, ölkəni tərk edib.

Alman professor Kurt Kosviqin Atatürkün dəvəti ilə gəlməsi Türkiyə universitetlərinə "Außerordentlicher Professor", yəni ordinaryus professor anlayışını tanıtdı.

Kurt Kosviq özü də Ord.Professor idi. Almaniyada çalışdığı universitetin zoologiya sahəsindəki ən nüfuzlu adlarından biri olan Kosviq, həm genetik, həm də xərçəng xəstəliyi üzrə araşdırmaları ilə də tanınıb. Bu gün xərçəng xəstəliyi tədqiqatı üçün istifadə olunan onkogen konsepsiyası da Kosviqin tədqiqatları nəticəsində tibb dünyasına daxil olub. Əslində, Kosviq yəhudi deyil. Hətta məqsədlərinin nə olduğunu bilmədiyi halda nasistlərə könüllü olaraq xidmət də göstərib.

44

O, Türkiyədən gələn təklifi qəbul edərək, həyatını və ölkəsini dəyişdirməyə qərar verib.

1936-cı ildə Türkiyəyə gələn Kosviq İstanbul Universitetində çalışan dostu prof. dr. Navillenin qəfil ölümü ilə boşalmış Zoologiya kafedrasında işə başlayıb. Kosviq yalnız İstanbulda deyil, demək olar ki, Anadolunun hər qarışında işləyib. O dövrdə Fəratın şərqinə əcnəbilərə giriş qadağan edilmişdi, lakin Kosviq xüsusi icazələrlə oraya gedib.

Türkiyəyə gəldikdən cəmi iki il sonra türk dilini öyrənən Kurt Kosviq, həm türklərdən həm də Anadoludan çox təsirlənib. Gecə-gündüz özünü tədqiqatlarına və tələbələrinə həsr edib.

55

Kurt Kosviq və həyat yoldaşı Leona Kosiq 1952-ci ildə Türkiyənin Manyas bölgəsini ziyarət ediblər. Burada bir biologiya stansiyası qurub və ərazini qorumaq üçün stansiya gözətçisi təyin ediblər. Beləliklə Kurt Kosviq və həyat yoldaşının səyləri ilə 1959-cu ilə qədər bu qoruma davam edib. Bu təsirli qorunma sayəsində həmin bölgədə 7 il ərzində quşların sayı artıb. Kosviq bölgəni “Quşlar Cənnəti” adlandırıb və qorumaq üçün çox mübarizə aparıb. Kurt Kosviq "Türk Zoologiyasının atası" olaraq da bilinir.

O, 1982-ci ilin mart ayının 29-da Hamburqda vəfat edib.

Turan Oruc
Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/nasist-cehennem-inden-qacan-almaniyali-professorun-heyat-hekayesi_750091.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Film kimi cinayət işi: Ramiz Mehdiyev, Eldar Mahmudov, Çingiz Əsədullayevin adı keçən məhkəmə - EKSKLÜZİV

08.02.2021 -- 11:39

*-*njkjh

Bakıda milyonlar mənimsəməkdə ittiham edilən şəxsin məhkəməsi keçirilib. İşdə Prezident Administrasiyasının keçmiş rəhbəri Ramiz Mehdiyev və onun adamlarının adı keçir. Həbs edilən şəxs özünün zərərçəkmiş olduğunu, MTN-nin onu oğurlayaraq döydüyünü deyir.

Musavat.com-un məhkəmə prosesində iştirak edən müxbiri xəbər verir ki, işə Bakı Ağır Cinayətlər Məhkəməsində hakim Cavid Hüseynovun sədrliyi ilə baxılıb.

Həbs edilən şəxs 1982-ci il təvəllüdlü Şeydayev Cavad Məzahir oğludur. Şeydayev Cinayət Məcəlləsinin 182-ci (hədə-qorxu ilə tələb etmə) 178.3.2-ci (Dələdulzuq; külli miqdarda törədildikdə) maddəsi ilə ittiham edilir.

Təqsirləndirilən Cavad Şeydayev iş görmək adı ilə bir neçə nəfərdən külli miqdarda pul almaqda və onların etibarından sui-istifadə edərək aldatmaqda və Əziz Quliyev adlı şəxsə hədə-qorxu gəlməkdə suçlanır. Elə iş üzrə əsas zərərçəkmişlərdən biri 1975-ci il təvəllüdlü Quliyev Əziz Göyüş oğludur.

İttihama görə, Cavad Şeydayev Əziz Quliyevin 919 min manat pulunu ələ keçirib. İş üzrə digər zərərçəkmişlərin bir neçəsi ilə Cavad Şeydayev arasında barışıq əldə edilib.

Cavad Şeydayev yalnız Əziz Quliyevin epizodu üzrə özünü təqsirli bilmir və deyir ki, digər şəxslərə də borcunun yaranmasının səbəbkarı Əziz Quliyevdir.

Məhkəmə araşdırması zamanı Cavad Şeydayevin ifadəsi ilə maraqlı faktlar və iddialar ortaya çıxıb. Cavad Şeydayev zərərçəkmiş kimi tanınan Əziz Quliyevin Ramiz Mehdiyevin adamı olduğunu, “ağsaqqal” deyərək onun adından istifadə etdiyini deyib.

Hadisələrin başlanğıcı 2013-cü ilə gedib çıxır. Cavad Şeydayev özünə məxsus klinikanı satmaq istəyib. Bu zaman Əziz Quliyev müştəri kimi Ramiz Mehdiyevi tapdığını, bütün işləri də Ramiz Mehdiyevin köməkçisi Anar vasitəsi ilə həll edəcəyini bildirib.

Cavad Şeydayev deyir ki, klinikanın cərrahiyyə şöbəsinin baş həkimi Elşən Əliyev olub. Dayısı Tofiq Nəsirov isə klinikanın direktoru imiş.

Həbsdə olan Cavad Şeydayev ifadəsində göstərib ki, klinikanı satmaq üçün 5 milyon desə də son olaraq 4 milyon 200 min manata razılaşıblar.

“Bundan bir müddət əvvəl Türkiyədəki biznesimdə xeyli pul itirmişdim. Buna görə də borclarım var idi və klinikanı satmalı idim. “Azəriqazbank”dan 2 milyon 400 min manat kredit götürmüşdüm.

Əziz Quliyev dedi ki, Ramiz Mehdiyevə qiyməti 4 milyon deyəcək. 200 min də özü qoyacaq. Əziz söyləyirdi ki, alıb özləri işlədib, Ramiz Mehdiyevin sayəsində çörək qazanacaqlar”- deyə Cavad Şeydayev bildirib.

Onun sözlərinə görə, kredit məsələsini həll etmək üçün Əziz Quliyevlə birlikdə “Azəriqazbank”a gediblər. Bankın rəhbəri olan Çingiz Əsədullayevlə görüşüblər.

Xatırladaq ki, Çingiz Əsədullayev sabiq MTN rəhbəri Eldar Mahmdovun yaxın adamı olub. Eldar Mahmudov vəzifədə olduğu müddətdə Çingiz Əsədullayev həm də deputat idi. Mahmudov postunu itirəndə Əsədullayev də mandatını itirdi.

Cavad Şeydayev ifadəsinin davamında göstərib ki, banka gedən zaman Əziz Quliyev orada deyib ki, Ramiz Mehdiyevin köməkçisi Anar müəllimin dediyi adamlardılar və Çingiz Əsədullayev onları gözləyir.

“Bizi qəbul etdilər, Sonra ƏZiz Quliyev Çingiz əsədullayevlər görüşdü və məsələ həll oldu”- deyə Cavad Şeydayev qeyd edib.
İşin davamında Əziz Quliyev Cavad Şeydayevə ilkin ödəniş olaraq 150 min manat verib.

“Bankdan götürülən kreditlə mənə verilməli olan pulun bir hissəsi də verildi. Əziz Quliyevin mənə 919 min manat verəcəyi qaldı. Sonra pulumu ödəmədi. Tələb edəndə isə məni hədələməyə başladı. Deyirdi ki, iş “ağsaqqala” çatsa axırı yaxşı olmayacaq. Müxtəlif dostlar vasitəsi ilə Ramiz Mehdiyevə çıxmaq, problem demək istəyirdim. O zaman Prezident Aparatının səhv etmirəmsə, təhlükəsizilik idarəsinin rəsi Teymuraz müəllim var idi. Dostlar vasitəsi ilə onunla əlaqəyə girdim. Amma nəticə olmadı.

Bir gün də Ramiz Mehdiyevin kürəkəni İlham Əliyevlə görüşdük. Əziz Quliyev də orada idi. İlham Əliyev Əzizə dedi ki, mənim adımdan istifadə edirsən? Sonra İlham Əliyev məni günahkar çıxarmağa başladı ki, niyə Ramiz Mehdiyevin adını çəkmişəm. Çünki mən çox yerə şikayətlər edirdim. Amma bir nəticə yox idi. Hər yerə teleqram vurdum, polisə getdim. Şikayətlər edən ərəfədə, 2014-cü ildə ofisimdə oturduğum zaman MTN əməkdaşları başıma torba keçirib apardı. 8-9 nəfər qara maskalı şəxs idi. Mənə dedilər ki, Eldar Mahmudovun əmisi oğlu Vüqar tapşırıb. Səhərə qədər döydülər. Dedilər ki, Əzizi şantaj etdiyimi yazım. Bununla da mənim almalı olduğum pulu Əziz məndən tələb elədi. Mənə həm hədə-qorxu və şantajla pul tələb etmə, həm də dələduzluqla cinayət işi açdılar. Hara da şikayət etdimsə baxan olmadı. Hara gedirdimsə deyirdilər ki, Anar müəllim tapşırıb, “ağsaqqal”ın adını verib”- deyə C.Şeydayev dediklərinə əlavə edib.

Bildirək ki, bu işdə adı keçən Vüqar Mahmudov 2017-ci il noyabr ayının əvvəlində həbs edilmişdi. Ləğv edilmiş Milli Təhlükəsizlik Nazirliyinin (MTN) Antiterror Mərkəzinin şöbə rəisinin müavini vəzifəsində işləmiş və faktiki olaraq sabiq nazir E.Mahmudovun köməkçisi funksiyasını həyata keçirmişdi.

Polkovnik-leytenant Vüqar Mahmudov 2017-ci ildə həbs edilmiş, 2019-cu ildə azadlığa buraxılmışdı. O, iş adamlarına hədə-qorxu gələrək pul tələb etməkdə və mənimsəmədə ittiham edilirdi.

Cavad Şeydayevin cinayət işinin yeni təfərrüatlarını növbəti məhkəmə reportajımızda təqdim edəcəyik.

İlkin Muradov
Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/film-kimi-cinayet-isi-ramiz-mehdiyev-eldar-mahmudov-cingiz-esedullayevin-adi-kecen-mehkeme-ekskluziv_777416.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Yarım milyardlıq "pul evi": Qoy tikilsin də, evi tikilmiş...

08.02.2021 -- 11:30

*-*tik


Son vaxtlar Mərkəzi Bank üçün tikilməsi nəzərdə tutulan yarım milyard manatlıq yeni bina mövzusu çox müzakirə olunur.

Əksəriyyət indiki durumda bunun izafi məsrəf olduğunu iddia edir. Hər kəs bu rəqəmlə daha nələr etmək, nə qədər qarınları doyurmaq, nə qədər təqaüd vermək, nə qədər evsizin ev problemlərini həll etmək və sair barədə yazır. Bununla da hökuməti, Mərkəzi Bankın rəhbərini suçlayır, bu prossesi az qala vətənə xəyanət kimi qələmə verirlər.

Amma heç kəs əsas məsələni demir. Bildiyiniz kimi "Koroğlu" metrostansiyasından şəhərədək olan ərazidə yeni və möhtəşəm binalar tikilib. Socar, Neft Fondu, Vergilər Nazirliyi, Azərsu, Çinar Plaza və digər yeni tikilmiş binaların səbəbinə Heydər Əliyev prospektinin bu hissəsi Bakının yeni vizit kartına çevrilib.

Etiraf edək ki, bu ərazidən keçərkən hər birimiz qürur hissi yaşayırıq. Xüsusən yanımızda, maşınımızda xaricdən gələn bir müsafirimiz olanda, paytaxtımızın bu prospekti haqqında yaşadığımız qürur daha da böyüyür, bu möhtəşəm əsərlərə bir də dönüb, onların gözü ilə baxırıq...
Şəhərimizin günü-gündən gözəlləşməsi, dünyanın məşhur şəhərləri ilə yarışa girməsi hər bir vətəndaşın ürəyincədi. Şəhərin əsas prospektində həyata keçirilən bu konseptin tamamlanması üçün isə hələ bir neçə belə binanın tikilməsi gözlənilir. İnşa ediləcək binaların bank üçünmü və ya başqa məqsədlər üçün tikilməsi ikinci dərəcəli məsələdir. Əsas məsələ şəhərin yeni oblikidir - obrazıdır!

Xülasəsi, bilməliyik ki, baş plana uyğun olaraq bu yerlər ayrılıb və bu tikintilər də olacaq. Təsəvvür edin ki, 19-cu əsrin sonu, 20-ci əsrin əvvəllərində Hacı Zeynalabdin Tağıyev, Ağamusa Axundov, Musa Nağıyev və digər milyonçular, indi şəhərimizdə fəxrlə ziyarət etdiyimiz tarixi binaları tikərkən sizin indiki məntiqinizlə yanaşaraq o zaman da birilərinin “ bu soxasoxda haramıza yaraşır” iddialarına qulaq asmış olsaydılar, "bahadır" deyib, o binaları tikməsəydilər, pullarını yeyib-içməyə, yaxud lap elə yaxşını fikirləşsək yetim-yesirə paylasaydılar, xeyriyyə işlərinə xərcləsəydilər necə olacaqdı? İndi Bakının o gözəl, əvəzsiz binaları olardımı? O zaman vəziyyət indikindən yaxşımıydı? O zaman da millətin yaşayan nəsillərinin çoxsaylı problemləri vardı. Lakin tarix sübut etdi ki, torpağımızın üstündə tikilən torpaqda qalır, millətə qalır. Bakının neftxudalarının hətta özləri, ailələri üçün tikdirdikləri möhtəşəm saraylar da bu gün millətin, dövlətin sərvəti deyilmi?

Bizim marağımzda olmaldır ki, ölkənin vəsaiti oğurlanaraq, xaricə daşınmaqdansa heç olmasa göz önündə olan tikililərə xərclənsin. Tikilən bizim hamımızın şəhəridir. Deyək ki, etiraz elədiz və Mərkəzi Bankın yeni binası tikilmədi. Guya o yarım milyard pul əhaliyə paylanacaq? Və yaxud əhalinin güzaranının yaxşılaşması üçün hansısa bir layihəyə xərclənəcək? Buna kim əmin ola bilər ki, o vəsaitlə hansısa bir zavod və ya fabrik tikib əhaliyə yeni iş yerləri yaradılacaqdı? İnandırım sizi ki, o binanın tikilib-tikilməməsinin sizin üçün heç bir isti-soyuğu olmayacaq. Heç olmasa tikilsə, gözümüzün qabağında olar. Bilərik ki, yarım milyard hardadı. Tikilsin, nəyin binası olacağına sonra baxarıq. Həm də yanından keçəndə, ya qonaq qarşılayanda qururlanmağa daha bir səbəbimiz də olar.


Ələsgər Süleymanov,
"Yeni Müsavat" qəzetinin baş direktoru

Yeri: https://musavat.com/news/yarim-milyardliq-pul-evi-qoy-tikilsin-de-evi-tikilmis_777171.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Mutant virüs Çankırı’da da görüldü


Sözcü -- Güncellenme: 15:21, 08/02/2021

*-*jhj

Çankırı'da İngiltere varyantlı mutasyonlu corona virüsü görülen 6 kişi evlerinde karantinaya alındı. Şahısların temaslı olduğu kişilerin belirlenmesi için de geniş ölçekte filyasyon çalışması başlatıldı.

Çankırı Valisi Abdullah Ayaz yaptığı basın toplantısında Çankırı’da İngiltere varyantlı mutasyon corona virüsünün görüldüğünü açıkladı. Virüsün 6 kişide görüldüğünü belirten Vali Ayaz, vaka sayılarının da genel manada iyi durumda olduğunu söyledi.

Vali Ayaz açıklamasında, “İlimizde de mutasyon virüs yani Corona virüsün yeni mutasyonu görüldü. Bunun en büyük riski bulaştırıcılığının çok yüksek olması. Onun için tüm vatandaşlarımızı dikkatli olmaya tekrar davet ediyoruz. İşin şakası yok. Mevcut ortaya çıkan vakalarla ilgili gereken tüm çalışmalar yapıldı” dedi.

YAŞLARI GENÇ
Vali Ayaz, “Şahıslar izolasyonda. Genel durumları iyi. Yaşları genç. Hastalık henüz bitmedi, bitmesine de uzun bir süre var. bir süre daha bu tedbirlerle beraber yaşamak durumunda kalacağız. Aşılama çalışmaları Sağlık Bakanlığımızın belirlediği öncelikler doğrultusunda devam ediyor. Sağlık personelimiz aşılarını oldular, bu hafta ikinci doz aşıları da uygulanmaya başlanacak. Sağlık Bakanlığımızın belirlediği öncelikler doğrultusunda da aşı çalışmaları devam edecek. Elimizde şu an için mevcut hedef kitlemizi aşılayacak yeterli sayıda aşımız var. Son vefat sayısı da 309. Çok şükür vaka sayılarıyla orantılı olarak vefat sayılarında da bir azalma kaydedildi. Yine hastanede az da olsa hem serviste hem yoğun bakımda yatan hastamız var. Onlara da acil şifalar diliyorum. Tedbirlere uymaya devam edeceğiz. Rehavete kapılmayalım lütfen” ifadelerini kullandı.

TEMASLILAR KARANTİNADA

Mutasyonlu virüs görülen kişilerin sıkı denetim altında olduğunu kaydeden Vali Abdullah Ayaz şunları dile getirdi:

“Herkes bu hastalığı sağlıklı olduğunu düşündüğü bireylerden kapıyor. Pozitif olduğunu bildiğimiz hiç kimseye yaklaşmıyoruz. Aktif şu anda 6 tane mutasyon korona virüs vakamız mevcut. İlçelerden. Çok sıkı bir denetimdeler izolasyon açısından. Takipleri devam ediyor. Çok geniş bir filyasyon çalışması yapıldı. Onlarla temaslı olan herkesi de karantinaya aldık. Bir ilerleme olmadı. 5 vaka biraz daha eski 1 vaka biraz daha yeni. Onun için bağımsız olmaları da biraz virüsün farklı yollardan ilerlediğini gösteriyor. 5'i bağlantılı ama 1’i bağlantısız. Mutasyonun tespit edilen en büyük özelliği bulaşma hızı bir önceki varyanta göre çok yüksek. Bu da daha tedbirli olmayı gerektiriyor.” (İHA)

Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2021/saglik/mutant-virus-cankirida-da-goruldu-6249688/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Kelebekler Vadisi'nde korkunç ölümde kan donduran iddia...

AA Haber Giriş: 08.02.2021 - 16:01 | Son Güncelleme: 08.02.2021 - 16:19

*-*11

*-*22

Muğla'nın Fethiye ilçesinde Kelebekler Vadisi'nde fotoğraf çektirirken kayalıklardan düşerek karnındaki 7 aylık bebeğiyle ölen kadının tutuklanan eşi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açıldı. İddianamede sanığın, 400 bin liralık ferdi kaza sigortasını almak için eşini tasarlayarak öldürdüğü öne sürüldü.

İzmir'den Fethiye'ye tatile gelen 32 yaşındaki Semra Aysal'ın, Kelebekler Vadisi'nin üst kısmındaki kayalıklardan yaklaşık 2,5 yıl önce düşerek hayatını kaybetmesiyle ilgili tutuklanan eşi Hakan Aysal hakkında "tasarlayarak öldürme" suçundan hazırlanan iddianame Fethiye Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi.

KAN DONDURAN İDDİA

Sanığın eşini planlayarak öldürdüğü belirtilen iddianamede, "Sanığın planı doğrultusunda öncelikle tek lehdarı kendisi olacak şekilde eşi adına 400 bin lira teminat bedelli ferdi kaza sigortası yaptırdığı, sonrasında tatil bahanesiyle geldikleri Fethiye'de 7 aylık hamile eşini Kelebekler Vadisi yamacına götürdüğü, orada 3 saat kadar oturdukları, sanığın bu arada ortalığın tenha olduğu bir anı beklediği, bu anı yakaladığı anda da eşini uçurumdan aşağıya iteklemek suretiyle kasten öldürdüğü anlaşılmaktadır." ifadelerine yer verildi.

Hakan Aysal'ın olayın ardından kısa bir süre içerisinde 400 bin lirayı almak için sigorta şirketine gittiği aktarılan iddianamede, soruşturma nedeniyle sanığın başvurusunun kabul edilmediği kaydedildi.

Muğla Fethiye'deki Kelebekler Vadisi'nde eşi Hasan Aysal ile bu pozu veren 7 aylık hamile Semra Aysal, saniyeler sonra 250 metre yükseklikten kayalıklara düşmüştü... Semra Aysal ve karnındaki bebeği hayatını kaybetmişti.

"EŞİMİ BEN İTTİRMEDİM"
Sanık, iddianamede yer alan ifadesinde, tatil için Fethiye'ye geldiklerini ve fotoğraf çekilmek için Kelebekler Vadisi'ne gittiklerini anlattı.
Eşiyle kuracakları işle ilgili konuştuklarını ve birkaç fotoğraf çektiklerini öne süren sanık, şöyle devam etti:

"Fotoğraf çektikten sonra eşim telefonu çantasına koydu. Benden telefonu istedi. Yerimden kalktım ve bir iki adım ilerideki çantasından telefonunu aldığım esnada arkamdaki eşimin çığlığını duydum. Geri döndüğümde eşim yoktu. Uçurumdan aşağı baktım sağa sola koşturdum. Eşimi ben ittirmedim."

Semra Aysal, Kelebekler Vadisi'nde 19 Haziran 2018'de fotoğraf çektirirken kayalıklardan düşerek karnındaki 7 aylık bebeğiyle hayatını kaybetmişti.

Eşini iterek ölümüne neden olduğu ileri sürülen Hakan Aysal (40) 21 Kasım 2020'de tutuklanmıştı.​​​​​​​


Yeri: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kelebekler-vadisinde-korkunc-olumde-kan-donduran-iddia-41735603



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Sabiq hakim Lətif Nəbiyev yarım milyon manatı niyə alıb? - TƏFƏRRÜAT ÖZƏL

08.02.2021 -- 16:41


aa

İki nəfərə qarşı külli miqdarda dələduzluq etməkdə təqsirləndirilən sabiq hakimin cinayət işi üzrə məhkəmə araşdırması başlayır.

Musavat.com xəbər verir ki, uzun müddət Bakı Apelyasiya Məhkəməsinin və son olaraq Suraxanı rayon Məhkəməsinin hakimi olmuş Lətif Ədil oğlu Nəbiyev külli miqdarda dələduzluqda ittiham edilir.

Cinayət işi üzrə iki nəfər zərərçəkən şəxs qismində tanınıb.

L.Nəbiyev Cinayət Məcəlləsinin 178.3.2-ci (dələduzluq, külli miqdarda ziyan vurmaqda) və 310-cu (Vəzifəli şəxsin səlahiyyətlərini mənimsəmə; Özbaşına özünün vəzifəli şəxs kimi təqdim edilməsi və ya vəzifəli şəxsin səlahiyyətlərinin mənimsənilməsi ilə əlaqədar fiziki və ya hüquqi şəxslərin hüquqlarının və qanuni mənafelərinin əhəmiyyətli dərəcədə pozulmasına səbəb olan hərəkətlər törətmə) maddələri ilə ittiham edilir.

bb

Cinayət işi üzrə ibtidai istintaq başa çatıb, cinayət işinin materialları baxılması üçün Gəncə Ağır Cinayətlər Məhkəməsinə göndərilib. Cinayət işi hakim Elmin Rüstəmovun icraatına verilib. Məhkəmənin hazırlıq iclasında işin Bakı Ağır Cinayətlər Məhkəməsində baxılması ilə bağlı qərar qəbul edilib.

Qeyd edək ki, 2008-ci ildə Məhkəmə-Hüquq Şurasının qərarı ilə L.Nəbiyev statusundan və vəzifə səlahiyyətlərindən istifadə etməklə korrupsiya hüquqpozmasına yol verdiyinə görə intizam məsuliyyətinə cəlb edilməklə səlahiyyətlərinə xitam verilib. Daha sonra Prezidentin sərəncamı ilə vaxtından əvvəl hakimlikdən azad olunub.

Açılan cinayət işi üzrə zərərçəkmiş şəxslərdən biri olan Azad İbrahimova 247 min 500 dollar Rüstəm Abdullayevə isə 59 min 700 dollar zərər dəydiyi müəyyən edilib.

cc

Lətif Nəbiyev Rüstəm Abdullayevdən iş qurmaq adı ilə pul alıb.

Digər zərərçəkmiş Azad İbrahimovla qohum olan Lətif Nəbiyev ondan 247 min 500 dolları Bakıda dəniz kənarında torpaq almaq məqsədi ilə alıb.

“Mən Türkiyədə olanda pul göndərdim ki, torpaq alsın. Buzovnada, Bilgəhdə dəniz kənarında torpaq alacaqdı. Lətif Nəbiyev qardaşımın bacanağıdır. Dəfələrlə onun özü ilə danışmışıq. Amma istintaqda deyir ki, guya pulu ona yox, rəhmətlik qardaşım Abbasa göndərmişəm. Amma yalan deyir. Aramızda telefon danışıqları var. Lətif mənə deyirdi ki, narahat olma”- deyə Azad İbrahimov açıqlamasında bildirib.

dd

Azad İbrahimov söyləyir ki, Lətif Nəbiyev ondan pul alanda Bakı Apelyasiya Məhkəməsində hakim olub. Daha sonra isə Suraxanı Rayon Məhkəməsinə hakim təyin olunub.

“Mənə deyirdi ki, həm də Şuşa şəhər Məhkəməsinin sədridir. Mən 2018-ci ildə şikayət etdim. 2020-ci ilin noyabr ayında isə cianyət işi açıldı”- deyə A.İbrahimov söyləyib.

Qeyd edək ki, sabiq hakim Lətif Nəbiyev barəsində polis nəzarətinə verilmə qətimkan tədbiri seçilib.

İlkin Muradov
Musavat.com


Yeri: https://musavat.com/news/sabiq-hakim-letif-nebiyev-yarim-milyon-manati-niye-alib-teferruat_777507.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Kayıp uçak MH370’e ne oldu?


Haber Giriş: 08.02.2021 - 14:58 | Son Güncelleme: 08.02.2021 - 17:48

*Görsel netten alındı1k

Malezya Havayolları'na ait MH370 sefer sayılı uçağın ortadan kaybolması havacılık tarihindeki gizemli olaylardan biri. Olayın üzerinden geçen 7 yılda yapılan çok sayıda araştırma arasında, esrar perdesini kaldırmaya belki de en çok yaklaşan kişi Fransız gazeteci Florence de Changy oldu. Peki Fransız gazeteciye göre MH370’in kaybolmasının arkasındaki gerçek ne?

Öncelikle neler bildiğimize bir bakalım: MH370 sefer sayılı uçak 8 Mart 2014'te Pekin'e gitmek için Kuala Lumpur'dan havalandı. Boeing 777 tipi uçakta iki pilot, 10 uçuş görevlisi ve 227 yolcu vardı. Güney Çin Denizi üzerinden kuzeye devam eden uçak, Malezya hava sahasından çıkıp Vietnam'a girerken pilot Zaharie Ahmed Şah'ın telsize yansıyan son sözleri duyuldu: "İyi geceler Malezya üç yedi sıfır…" Normalde uçağın Vietnam hava sahasına girdiğinde, bunu Vietnam hava trafik kontrolüne bildirmesi gerekiyordu. Ancak hiçbir arama veya bildirim olmadı MH370’ten bir daha haber alınamadı.

Kaybolmadan önce uçaktan, bir problem veya tehlike olduğuna dair bir çağrı gelmemişti. Sistemler hiçbir sorun belirtisi göstermemişti. Bulutsuz bir gecede, iyi uçuş koşullarında, sivil ve askeri radar istasyonlarının ve uydu kontrollerinin yoğun olduğu bir bölgede MH370 kayboldu.

ARAMA ÇALIŞMALARINDAN BİR SONUÇ ELDE EDİLEMEDİ
MH370 kaybolduktan sonra bir hafta boyunca, yetkililer, denizden ve havadan yapılan operasyonlarla Güney Çin Denizi'nde bir iz aradı. Ardından 15 Mart günü Malezya'nın o dönemki Başbakanı Najib Razak, şaşırtıcı bir açıklama yaparak MH370 olduğu düşünülen bir uçağın Vietnam hava sahasına girdikten sonra aniden yön değiştirdiğinin tespit edildiğini bildirdi. Ayrıca bu durumun, uçaktan birinin kasıtlı bir eylemi olabileceği iddiasını ortaya attı.

Najib’in söylediğine göre, Kuala Lumpur'dan Pekin'e gitmek üzere havalanan MH370 bir süre sonra güneybatıya doğru yön değiştirdi ve daha sonra Hint Okyanusu'na döndü. Bu sırada Malezya askeri radarı da alçaldıktan sonra yükselmeye çalışan bir uçak tespit etmişti. Daha sonra Inmarsat, uçaktan ara sıra sinyaller aldı. Bilim insanları bu sinyallerden yola çıkarak, MH370'nin muhtemelen yakıtının bittiği için güneye doğru uçmuş olabileceğini hesapladılar.

Olaydan bir yıl sonra Afrika'nın doğu kıyılarında MH370'e ait olduğu ilan edilen uçak kalıntıları bulununca, uçağın Avustralya'nın batı kıyılarına yakın bir alana düşmüş ve parçalarının akıntı yardımıyla Afrika kıyılarına ulaşmış olabileceği iddiası gündeme geldi. Inmarsat’ın belirlediği tahmini bölgede havacılık tarihinin en pahalı arama operasyonu başlatıldı.

3 YILDA YAKLAŞIK 150 MİLYON DOLAR HARCANDI
Aşağı yukarı üç yıl boyunca, 150 milyon dolara yakın para harcansa da 24 ülkeden 100'den fazla gemi ve pek çok uçakla yapılan aramalarda 19’uncu yüzyıldan kalma birkaç gemi enkazı dışında bir şey bulunamadı. 2018 yılında Malezya, Avustralya, ABD, Çin, İngiltere, Endonezya, Singapur ve Fransa’dan uzmanların yazdığı raporla konu net bir sonuca bağlanmadan ve kurbanların ailelerini hayal kırıklığına uğratarak kapatıldı.

KOMPLO TEORİLERİNİN ARDI ARKASI KESİLMEDİ
Malezya uçağının kaybolmasının ardından ortaya çeşitli komplo teorileri atıldı. Bunlardan bazıları epey uçuktu. İddialara göre, MH370 bir kara deliğin içinde kaybolmuştu ya da uzaylılar tarafından kaçırılmıştı. Daha makul görünen bir başka teoriye göre ise 11 Eylül tarzı başka bir saldırıda kullanılmak üzere ele geçirilmişti. Peki uçak bir terör eylemi için kaçırıldıysa, kokpitten neden herhangi bir sinyal gönderilmemişti? Ya da uçağı kaçıran teröristler neden herhangi bir talepte bulunmadılar ve uçağı neden havaalanına değil de denizin ortasına uçurdular? Uçakta oksijen eksikliğine neden olan bir yangın veya kaza olabileceği de olasılıklardan biri olarak gösterildi. Fakat kokpitte acil oksijen kaynağı bulunmaktaydı ve uçak otomatik pilotta düzensiz rotada seyredebilir miydi?

MH370 ortadan kaybolduğunda ortaya atılan diğer bir teori de pilotun intihara meyilli olduğu ve uçağı da kasıtlı olarak denize düşürdüğü iddiasıydı. Pilot Zaharie Ahmad Shah’ın evliliğinin zor bir süreçten geçtiği, evinde de bir simülatörle hazırlanmış Hint Okyanusu'nun güneyini kapsayan uçuş planları bulunduğu ileri sürüldü. Fakat araştırmacılar, bunun 16 yıllık örnek bir sicile sahip olan Zaharie’nin uçağı bilerek düşürdüğüne kanıt olamayacağı sonucuna vardı ve akıl sağlığı sorunlarına dair de herhangi bir kanıt bulunamadı. Üstelik eğer Zaharie intihara meyilliyse, yardımcı pilot Fariq Abdul Hamid, neden onu durdurmaya çalışmadı? Ya da Zaharie neden uçağı hemen düşürmedi de önce bir dolaşmaya çıktı?

KOMPLO TEORİLERİ DEV BİR ARAŞTIRMAYA DÖNÜŞTÜ
Yaklaşık 20 yıldır Le Monde ve Radio France için Güneydoğu Asya bölgesini takip eden saygın bir gazeteci olan Florence de Changy’i MH370’le ilgili gerçeğin peşine düşmeye iten de bu komplo teorilerinin çokluğu oldu. Olayın birinci yıldönümünde kaleme aldığı ve resmi söylemi eleştirdiği uzun makale 2016’da kitap haline getirilerek yayımlandı.

Kitapta de Changy, uçağın Hint Okyanusu’nda değil ilk düşünüldüğü üzere Güney Çin Denizi’nde bulunabileceğine dair fikirler öne sürdü. O zamandan bu yana da 4 kıtada 15 ülkede “MH370’e ne oldu?” sorusuna yanıt aradı. “Anlatılan hikaye insan zekasına hakaret gibi. Tüm dünyaya bir Boeing 777’nin izini kaybettiğimizi anlatmak çok mantıksız” diyen de Chancy, Maldivler’deki balıkçılardan, eski bir Çin Kurtuluş Ordusu subayına kadar yüzlerce kişiyle görüşerek MH370’in izini sürdü ve ortaya yeni kitabı “The Disappearing Act” çıktı.

GÜNEY ÇİN DENİZİ KONUSUNDA ISRARCI
De Changy'nin kitabında kesin bir dille ortaya sürdüğü ilk şey şu: Uçak aslında binlerce mil uzakta Hint Okyanusu’na değil, Güney Çin Denizi'ne düştü. Uçağın izlediği rotanın yakınlarında iki büyük askeri tatbikat yapılmasına rağmen uçağın batıdan sonra güneye gittiğini gösteren tek bir radar görüntüsü bile yok. Var olan birkaç görüntü de başka uçaklara ait olabilir zira MH370’e ait olduğu söylenen dağınık rota Boeing 777'nin performans kapasitesini aşıyor. Dahası uçağı Hint Okyanusu’nun üzerinde gören ya da kayda geçiren bir kişi, gemi, uçak, radar ya da ordu üssü bulmak mümkün değil. Koskoca bir operasyona rağmen Hint Okyanusu’nda minicik bir kanıt bile bulunabilmiş değil.

Dahası de Changy, Afrika kıyılarından bulunan enkaz parçalarının, MH370 ile hiçbir ilgisi olmadığı konusunda da ısrarcı. O civarda denizde bulunan enkaz parçalarının MH370’e ait olduğuna dair her açıklamada “büyük ihtimalle” ya da “neredeyse kesin” gibi ifadelerin kullanıldığına dikkat çeken de Changy bunu da uydurulmuş resmi söylemin bir parçası olarak görüyor. Avustralya’nın uluslararası sularda yürüttüğü soruşturmanın da dikkati başka yere çekmek adına ortaya atılmış bir yem olduğunu iddia ediyor.

De Changy, uçağın Güney Çin Denizi'ne düştüğü yönündeki iddiasını destekleyen diğer kanıtlarını da sıralıyor. Örneğin Vietnam basınındaki haberlerde, hava trafik kontrolünün 02.40'da Malezya'daki mevkidaşına "Uçak iniyor" mesajı gönderdiği, Çin basınındaki haberlerde ise pilotun 02.43'te uçağın parçalanmak üzere olduğuna dair SOS ve acil iniş mesajı gönderdiği kayıtları mevcut. Diğer yandan Çin uyduları su yüzeyinde kalıntıları kaydetmiş, Vietnam açıklarında da iki farklı yerde petrol sızıntıları kayda geçmiş. Ayrıca Malezya'nın kuzeydoğu kıyısında yaşayan köylüler ve balıkçıların o sabah erken saatlerde patlamalar da dahil olmak üzere farklı sesler duyduklarına, bir petrol işçisinin de yanan bir uçak gördüğünü dair tanıklıkları mevcut.

DELİLLER SİLİNDİ Mİ?
De Changy'nin diğer bir iddiası da delillerin “göz ardı edilmiş, yok sayılmış, reddedilmiş ya da sadece silinmiş” olabileceği... Buna kanıt olarak da Güney Çin Denizi'nin yüzen enkazları tespit edebilecek çözünürlüklü uydu görüntülerine daha sonra gizemli bir şekilde ulaşılamadığını söylüyor. Pilotla kule arasındaki uçuşun ilk 42 dakikasında yaşanan konuşmaların kaydının ham haliyle hiç yayınlanmamasına ve Japonya’da bulunan ABD Yedinci Filosu’nun kayıtlarının da rutin uygulamanın aksine bir ay boyunca kamuoyuyla paylaşılmamasına dikkat çekiyor.

Ayrıca Zaharie’nin arkadaşları ve akrabaları, Changy'e verdiği röportajda, pilot Zaharie’nin bir karalama kampanyasının hedefinde olduğunu ve en ufak bir ölümcül niyetinin olmayacağını belirtiyorlar.

Diyelim ki de Changy’nin dedikleri doğru ve uçak Güney Çin Denizi’nde düşürüldü. Peki bu neden saklansın? “The Disappearing Act”in son bölümünde de bu soruya yanıt aranıyor. De Changy’e göre MH370 çok önemli bir çalıntı teknolojiyi, belki de bir casusluk teknolojisini taşıyordu ve ABD'de bunun Çin'e ulaşmasını durdurmak zorundaydı. Bu nedenle de MH370’in iletişim sistemlerini karıştırmak için iki uçak gönderdi ve uçağı önce havada görünmez hale getirdi, ardından da kargonun alınabileceği yakındaki bir askeri havaalanına inmeye zorladı. Zaharie inmeyi reddetti, Amerikalılar da uçağı Çin hava sahasına girmeden önce düşürdü. De Changy'e göre, uçağa ateş etmek bir hata ama özel yükün Çin'in eline geçmesini engellemek için bu son çare olabilir.

UZMANLAR VE KURBANLARIN AİLELERİ İKNA OLMUŞ DEĞİL
De Changy’nin çabalarının çok kıymetli olduğu yadsınamaz ama havacılık uzmanları Fransız gazeteciyle aynı fikirde değiller. The Telegraph’a konuşan üç havacılık uzmanı MH370'in Güney Çin Denizi'ne düşmüş olma ihtimalinin zayıf olduğunu söyledi. Ayrıca bir üst düzey İngiliz yetkili de bu düşüncenin abartılı olduğunu ifade ediyor.

Küresel Uçuş Güvenliği Vakfı’nın eski başkanı David McMillan, elde somut gerçekler olmadığından, de Changy’nin dile getirdiği türden şüphelere yer olabileceğini ancak araştırmaların odağının doğru olduğuna dair geniş bir fikir birliği bulunduğunu söyledi.

De Changy’nin iddialarıyla ikna olmayan kurban yakınları da mevcut. Yine The Telegraph’a konuşan Grace Subathirai Nathan şu an tek bilinen şeyin uçuşun Güney Hint Okyanusu'nda sona ermiş olması olduğunu, gazetecilerin araştırmalarını özgürce sürdürebileceğini ama bu konunun sürekli gündeme gelmesinin ve üzerine konuşulmasının kendileri için kolay olmadığını belirtti. Nathan, her şeyin 20 dakika gibi kısa bir sürede, hiçbir şey fark edilmeden gerçekleşmesinin son derece imkansız olduğunu söyledi.
Öte yandan bunların doğru olması durumunda, birçok farklı ülke ve kuruluştaki yüzlerce kişi de suç ortağı haline geliyor. Bunu da düşününce, saklanan bir sır varsa çoktan ortaya dökülürdü yorumunu yapmak da mümkün. De Changy de aynı fikirde. Er ya da geç birilerinin ortaya çıkıp yapbozun eksik parçalarını tamamlayacağına dair güvenini kesinlikle kaybetmiyor.

NOT: Bu yazıda yer verilen kitap alıntıları ve görüşler, Martin Fletcher’ın The Telegraph’ta 30 Ocak’ta yayımlanan “What really happened to Flight MH370?” başlıklı haberinden derlenmiştir.


Yeri: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/4-kitada-15-ulkeden-yuzlerce-kisiye-sordu-mh370e-ne-oldu-41734623



[Edited at 2021-02-08 15:01 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 10, 2021

ADO_NOT: Huzur içinde yat Larry. Özellikle Hustler bir efsaneydi, ilk gençliğimde baktıkça bakasım gelirdi... Bu büyük hizmetini asla unutamam, o yaşlarımın başucu dergisi ve bilgi kaynağım çıkardığın Hustler idi.
▄▄▄▄


--Alıntı--

Larry Flynt, Founder of Hustler Magazine, Dies at 78

Feb 10, 2021 3:20pm PT


Larry Flynt, the controversial founder of Hustler magazine and president of La
... See more
ADO_NOT: Huzur içinde yat Larry. Özellikle Hustler bir efsaneydi, ilk gençliğimde baktıkça bakasım gelirdi... Bu büyük hizmetini asla unutamam, o yaşlarımın başucu dergisi ve bilgi kaynağım çıkardığın Hustler idi.
▄▄▄▄


--Alıntı--

Larry Flynt, Founder of Hustler Magazine, Dies at 78

Feb 10, 2021 3:20pm PT


Larry Flynt, the controversial founder of Hustler magazine and president of Larry Flynt publications, has died. He was 78.

His brother Jimmy Flynt confirmed his death on Wednesday in Los Angeles to the Washington Post.

Flynt was a notable figure in the porn industry for nearly 50 years, launching Hustler magazine in 1974 and later expanding to three television channels known as Hustler TV. Flynt was also known for his many legal battles involving adult entertainment and the First Amendment, which were portrayed in Milos Forman’s 1996 Oscar-nominated film “The People vs. Larry Flynt,” in which Woody Harrelson played Flynt and Flynt himself guest-starred as a judge.

larry-flynt

*-*Yapı da yapıymış hani... Flynt Publications HQ on Wilshire blvdnhğü

Born on Nov. 1, 1942 in Lakeville, Ky., Flynt grew up in poverty and eventually joined the United States Army at the age of 15 using a counterfeit birth certificate. After being honorably discharged, Flynt worked at the Inland Manufacturing Company for a few months and then as a bootlegger before enlisting in the Navy in 1960. After he was once again honorably discharged in 1964, Flynt entered into the bar business and eventually opened Hustler Clubs all around Ohio.

In 1972, Flynt started the Hustler Newsletter, which was a two-page publication about his clubs. It became so popular that Flynt expanded it, and it eventually became Hustler magazine, which went several steps further than Playboy, with sexually explicit nude photos as well as paparazzi pictures of former First Lady Jacqueline Kennedy.

During Hustler’s early years, the publication faced many legal battles over obscenity laws. In March 1978, while Flynt was leaving a court hearing in Georgia, he was shot on the sidewalk by a gunman, who was later revealed to be serial killer Joseph Paul Franklin. The shooting left Flynt partially paralyzed from the waist down, with permanent spinal cord damage, and Flynt used a gold-plated, velvet-lined wheelchair from then on. Franklin didn’t confess to the attempted murder until years later, and said his reasoning was that an interracial photoshoot in Hustler that had enraged him. Franklin was eventually sentenced to death, but Flynt famously expressed his opposition to the death penalty in 2013 to no avail.

Flynt was involved in several other obscenity cases, including Hustler Magazine v. Falwell in 1988, which went to the Supreme Court, which ultimately sided with Flynt. Flynt was also charged with obscenity-related offenses in 1998 as a result of a sting operation.

The Ohio Hustler bars later spawned the Hustler Hollywood sex shop, a casino, and numerous other magazines and clubs.

Flynt also faced controversy in his personal life. On June 27, 1987, Flynt’s fourth wife, Althea Leasure, was found dead in the bathtub of their Bel Air mansion. Authorities ruled the death an accidental drowning. In 1998, Flynt married his former nurse, Elizabeth Berrios. That same year, Flynt’s daughter, Tonya Flynt-Vega, accused him of molesting her as a child in her book, “Hustled.” Flynt denied the claims.

Flynt also tried his hand at politics, running for president briefly in 1984 and for Governor of California in a 2003 recall election. He was vocal against Donald Trump and even offered a $10 million reward in 2017 to anyone with evidence that could lead to his impeachment.

Flynt is survived by his fifth wife, Berrios, and several children. He was pre-deceased by his daughter, Lisa Flynt-Fugate, who died in 2014.

Yeri: https://variety.com/2021/biz/news/larry-flynt-dead-dies-founder-hustler-magazine-1234905373/


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


Umstrittener „Hustler“-Verleger Larry Flynt gestorben

11.02.2021 - Stand: 01:00 Uhr

11

Gerichtssäle und offener Hass waren dem umstrittenen Verleger Larry Flynt nicht fremd. Nun ist der Gründer des Pornomagazins „Hustler“ gestorben. Er starb im Alter von 78 Jahren in Los Angeles, wie US-Medien am Mittwoch unter Berufung auf seine Familie berichteten.

Der US-Verleger Larry Flynt ist übereinstimmenden Medienberichten zufolge tot. Der Gründer des Erotik-Magazins „Hustler“ starb am Mittwoch im Alter von 78 Jahren in Los Angeles, wie die Zeitung „Washington Post“ und der TV-Sender NBC unter Berufung auf seinen Bruder Jimmy und seine Tochter Theresa berichteten. Die Todesursache blieb zunächst unklar. Der Verleger war zeit seines Lebens umstritten: Immer wieder wurden ihm und seinen Zeitschriften widerwärtiges und obszönes Verhalten vorgeworfen.

Aufgewachsen war Flynt in ärmlichen Verhältnissen im ländlichen Kentucky und Indiana. Als Teenager ging er zum Militär, bevor er mit 22 Jahren seinen ersten Hustler-Stripclub gründete. Ein kleines Werbeblättchen mit Neuigkeiten über sein wachsendes Geschäft peppte er 1974 zur ersten „Hustler“-Ausgabe auf.

Von Hochglanz-Männermagazinen wie „Playboy“ und „Penthouse“ setzte sich „Hustler“ mit Schmuddel tief unter der Gürtellinie ab. Das Blatt machte dadurch immer wieder Schlagzeilen. Etwa 1975, als Flynt von Paparazzi geschossene Nacktfotos der früheren First Lady Jacqueline Kennedy Onassis veröffentlichte.

Den Kampf gegen die Zensur und für die Meinungsfreiheit hatte sich Flynt stets auf seine Fahne geschrieben. Unzählige Male stand er vor Gericht, er landete auch kurz im Gefängnis. Wegen Verbreitung von Pornografie wurde er 1977 zu einem Vierteljahrhundert hinter Gittern verurteilt, ein Berufungsgericht hob das Urteil aber auf.

Nach einem Gerichtstermin im US-Staat Georgia wurde Flynt im März 1978 aus dem Hinterhalt angeschossen. Seit dem Attentat war er von der Hüfte abwärts gelähmt, zu besonderen Anlässen fuhr Flynt in einem vergoldeten Rollstuhl vor. Der Schütze war ein Fanatiker, der die Schüsse später zugab, als er bereits wegen anderer Straftaten im Gefängnis saß.

https://www.welt.de/vermischtes/article226154737/Larry-Flynt-Umstrittener-Hustler-Verleger-im-Alter-von-78-Jahren-gestorben.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Məşhur tibb jurnalı Azərbaycanın Çindən aldığı vaksini müsbət qiymətləndirdi

10.02.2021 - 23:20

*-*11

Məşhur tibb jurnalı “The Lancet” Azərbaycanın Çindən aldığı “Sinovac” şirkətinin istehsal etdiyi “CoronoVAC” vaksini haqqında geniş məqalə dərc edib.

“Report”un jurnala istinadən verdiyi xəbərə görə, məqalədə vaksinin əhəmiyyəti, onun pasiyentlər üzərində aparılan uğurlu sınaqları haqqında qeydlər yer alıb.

Məqalədə deyilir ki, “CoronoVac” vaksininə COVID-19-a yoluxma riski yüksək olan 60 yaş və daha yuxarı şəxslərin çox ehtiyacı var. Bu vaksin qeyd edilən yaş qruplarında olan şəxslərin təhlükəsizliyinin, dözümlülüyünün və immunogenliyinin artırılması üçün istifadə edilir.

"CoronoVac” vaksini Çinin Hebey (Hebei) əyalətinin Renku (Renqiu) şəhərində təsadüfi üsulla hər iki gözü kor insanlarda kliniki şəraitdə test edilib. Belə ki, vaksin 0-28 gün arasında 2 dozada əzələyə inyeksiya edilir. Vaksinasiya prosesində iştirak edən bütün tərəflər - tədqiqatçılar, həkimlər, laborantlar hamısı maskadan istifadə etməlidir və ilk dozadan sonra vaksinasiya olunan şəxsin vaksinə reaksiyası müşahidə edilir. Əvvəlcədən bütün iştirakçılarla razılaşdırıldığı kimi 28 gündən sonra ikinci doza vurulur.

Jurnal yazır ki, 2020-ci ildə 22 may və 1 iyun tarixləri arasında birinci faza üzrə 72 nəfərin, 12-15 iyun tarixlərində isə ikinci faza üzrə 350 nəfərin üzərində sınaq vaksinlənmə həyata keçirilib. 28 gün ərzində hər hansı əks reaksiyaya rast gəlinməyib.

Araşdırmaların sonunda “The Lancet” qərara gəlir ki, adıçəkilən vaksin yaşlı şəxslərin dözümlülüyünə müsbət təsir edir və heç bir təhlükəsi yoxdur.

Xatırladaq ki, Azərbaycan da “Sinovac” şirkətinin istehsal etdiyi “CoronoVAC” alır. Mərhələli şəkildə ölkəyə gətirilən vaksinlərin ilkin mərhələdə 60 yaşdan yuxarı insanlar, tibb işçiləri, polis əməkdaşları və digər risk qruplarından olan şəxslərə vurulmasına başlanılıb.

Qeyd edək ki, “Azərbaycan Respublikasının COVID-19 əleyhinə 2021-2022-ci illər üçün vaksinasiya strategiyası”nın əsas məqsədi ölkədə geniş yayılmış koronavirus pandemiyasının qarşısının alınmasına, virusa yoluxma və ölüm səviyyəsinin aşağı salınmasına nail olmaqdır. Vaksinin əhəmiyyəti immuniteti gücləndirmək yolu ilə xəstəlikdən qorunmaq, infeksiyanın ötürülməsini məhdudlaşdırmaq, ölüm halının qarşısını almaq və nəticədə səhiyyə sisteminə düşən yükü azaltmaqdan ibarətdir.


Yeri: https://musavat.com/news/meshur-tibb-jurnali-azerbaycanin-cinden-aldigi-vaksini-musbet-qiymetlendirdi_778148.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Əhaliyə XƏBƏRDARLIQ EDİLDİ - Azərbaycan QƏRAR verdi,fevral ayının sonu...

10.02.2021 -- 18:07


*-*22

Azərbaycan Respublikasının Səhiyyə Nazirliyi Rusiya istehsalı olan “Sputnik V” vaksininin və “AstraZeneca” şirkətinin Oksford Universiteti ilə birgə hazırladığı vaksinin birgə tətbiqi üçün Azərbaycan Respublikasında kliniki tədqiqatların aparılmasına icazə verib.

Nazirlikdən Modern.az-a bildirilib ki, bu tədqiqatların fevral ayının sonuna qədər başlanılması nəzərdə tutulur.

Daha əvvəl N.F.Qamaleya adına Elmi-Tədqiqat Mərkəzi, Rusiyanın Birbaşa İnvestisiyalar Fondu (RBİF), “AstraZeneca” şirkəti və “R-Pharm" Şirkətlər Qrupu koronavirus vaksininin hazırlanması sahəsində Rusiya Prezidenti Vladimir Putinin iştirakı ilə 2020-ci ilin dekabrında əməkdaşlıq haqqında birgə memorandum imzalamışdılar.

Dünyada vaksinlərin ilk birgə tətbiqi 24 dekabr 2020-ci ildə qeydə alınan kliniki sınaqların protokolu çərçivəsində həyata keçirilir.

Tədqiqatlar “Sputnik V” vaksininin və Oksford Universiteti ilə birgə “AstraZeneca” şirkəti tərəfindən işlənib hazırlanmış vaksinin kombinasiya edilmiş tətbiqinin immunogenliyini və təhlükəsizliyinin qiymətləndirilməsini nəzərdə tutur. Tədqiqat proqramı bir neçə ölkənin ərazisində 6 ay davam edəcək. Bu tədqiqatların aparılmasına hər bir ölkədən 100 könüllünün cəlb edilməsi planlaşdırılır.

“Sputnik V” vaksini haqqında

“Sputnik V” vaksini insan adenovirusu əsasında iki inyeksiya üçün eyni vektordan istifadə edən vaksinlərlə müqayisədə daha güclü və uzunmüddətli immun cavabını təmin etməyə imkan verən iki müxtəlif vektorun kombinasiyasının unikal texnologiyasından istifadə edir. Birinci və ikinci immunizasiya üçün iki müxtəlif adenovirus vektorunun tətbiqi üzrə sxem birinci immunizasiyadan sonra formalaşan ilk vektor immunitetinin qarşısını almağa imkan verir və bununla da ikinci inyeksiyanın səmərəliliyini artırır və uzunmüddətli immunitet yaradır. O cümlədən, bu sxem sayəsində “Sputnik V” vaksininin səmərəliliyi 90%-dən çox olur, bununla belə preparat xəstəliyin ağır hallarına qarşı tam müdafiəni təmin edir. Koronavirusa qarşı mövcud olan qabaqcıl vaksinlər arasında hazırda yalnız “Sputnik V” iki müxtəlif vektor texnologiyasına malikdir.

“AstraZeneca” şirkətinin vaksini haqqında

Vaksin “Vaccitech” şirkəti ilə birlikdə Oksford Universiteti tərəfindən hazırlanmışdır. Bu şimpanzedə infeksiyaya səbəb olan adi soyuqdəymə virusunun (adenovirusun) zəifləmiş versiyası əsasında şimpanzenin replikasiya qüsurlu virus vektorundan istifadə edir və SARS-CoV-2 (severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 – 2-ci növ koronavirusun səbəb olduğu ağır kəskin respirator sindromu) zülalının genetik materialından ibarətdir. Vaksinasiyadan sonra zülalın səthi sintezi baş verir. Bu da, bu virusun ehtimal edilən sonrakı infeksiyası zamanı SARS-CoV-2-yə qarşı immunitet reaksiyasının yaranmasına səbəb olur.

Kaynak: https://musavat.com/news/ehaliye-xeberdarliq-edildi-azerbaycan-qerar-verdi-fevral-ayinin-sonu_777986.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Daha bir vəzifəli şəxs həbs edildi - SON DƏQİQƏ

10.02.202118:34

*-*33

Vətəndaşların hüquqlarını pozmaqla korrupsiya hüquqpozmaları törədən vəzifəli şəxslərin ifşa edilərək məsuliyyətə cəlb edilmələri istiqamətində prokurorluq orqanları tərəfindən həyata keçirilən məqsədyönlü tədbirlər davam etdirilir.

Baş Prokurorluqdan Musavat.com-a verilən məlumata görə, belə tədbirlərdən biri kimi, Bərdə rayon məhkəməsinin iclas katibi vəzifəsində işləmiş Elcan Alışovun qanunsuz əməlləri barədə Azərbaycan Respublikasının Ədliyyə Nazirliyindən daxil olmuş materiallar üzrə aparılan araşdırma nəticəsində Baş prokuror yanında Korrupsiyaya qarşı Mübarizə Baş İdarəsində Azərbaycan Respublikası Cinayət Məcəlləsinin müvafiq maddələri ilə cinayət işi başlanıb.

Aparılmış istintaq-əməliyyat tədbirləri ilə həmin vəzifədə işləyərkən Elcan Alışovun Cinayət Məcəlləsinin müvafiq maddələri ilə təqsirləndirilən bir qrup rayon sakininin məhkəmə baxışı zamanı azadlığa buraxılacağı ilə bağlı yalan vədlər verərək, təqsirləndirilən şəxslərin qohumlarından cəmi 24 min manat məbləğində pul vəsaitini almasına, məhkəmənin hökmü ilə sözügedən təqsirləndirilən şəxslərə azadlıqdan məhrumetmə cəzası təyin edildikdən sonra isə onların cəzalarının bir hissəsini çəkdikdən sonra şərti olaraq vaxtından əvvəl azadlığa buraxılacağı barədə vəd verməklə vətəndaşlardan əlavə olaraq 10 min manat məbləğində pul vəsaitini almasına, bununla da, ümumilikdə 34 min manat pul vəsaitini dələduzluq yolu ilə ələ keçirib vətəndaşları rüşvət verməyə təhrik etməsinə əsaslı şübhələr yaranıb.

Alışov Elcan Əmir oğlu Cinayət Məcəlləsinin 178.2.3 (dələduzluq şəxs tərəfindən öz qulluq mövqeyindən istifadə etməklə törədildikdə), 178.2.4 (dələduzluq xeyli miqdarda ziyan vurmaqla törədildikdə) və 32.4, 312.2-ci (vəzifəli şəxs tərəfindən bilə-bilə qanunsuz hərəkətlər etməyə görə ona rüşvət verməyə təhrik etmə) maddələri ilə təqsirləndirilən şəxs qismində cəlb olunmaqla barəsində məhkəmənin qərarı ilə həbs qətimkan tədbiri seçilib.

Hazırda cinayət işi üzrə əhəmiyyət kəsb edən digər halların, cinayətlərin törədilməsində hər hansı formada iştirak etmiş digər şəxslərin müəyyən edilməsi istiqamətində əməliyyat-istintaq tədbirləri davam etdirilir.


Yeri: https://musavat.com/news/daha-bir-vezifeli-sexs-hebs-edildi-son-deqiqe_778118.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Vəzifədən uzaqlaşdırılan general - mayor Xəqani Cəbrayılovun milyonluq biznes SİYAHISI

10.02.2021 -- 16:12

44

Azərbaycan Ordusunun sabiq birlik komandiri general-mayor Xəqani Cəbrayılovun biznesinin siyahısı üzə çıxıb.

Musavat.com Demokrat.az-a istinadən xəbər verir ki, sabiq birlik komandirinin Sumqayıt və Xızı ərazilərində böyük fermaları, restoran və kafeləri fəaliyyət göstərir.

Xəqani Cəbrayılovun bizə məlum olan biznes siyahısını oxuculara təqdim edirik:

— Sumqayıt şəhərində restoran, kafe və marketləri;

— Bakı-Quba yolunun Xızı rayonu ərazisindən keçən hissəsində restoran;

— Xızı rayonunun Şorabad kəndi və Yaşma qəsəbəsi ərazilərində hektarlarla sahəni əhatə edən donuz ferması;

— Xızı rayonunun Altıağac qəsəbəsi ərazisində torpaq sahələri və istirahət mərkəzi;

— Xızı rayonu ərazisində heyvandarlıq təsərrüfatı.

Xəqani Cəbrayılovun ölkə xaricində də biznesinin olduğu haqda məlumatlar var.

Xatırladaq ki, bir neçə gün əvvəl Azərbaycan Ordusunun birlik komandirləri general-leytenant Rövşən Əkbərov və general-mayor Xəqani Cəbrayılov vəzifələrindən azad ediliblər.

Bu barədə Müdafiə naziri, general-polkovnik Zakir Həsənov əmr imzalayıb.

Onu da bildirək ki, Xəqani Cəbrayılov Orduda general-leytenant Rövşən Əkbərovun yaxın adamı kimi tanınır.


Yeri: https://musavat.com/news/vezifeden-uzaqlasdirilan-general-mayor-xeqani-cebrayilovun-milyonluq-biznes-siyahisi_778081.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



--Alıntı--

Səlim Müslümovun naziri olmuş şəxsdən sensasion açıqlamalar

10.02.2021 -- 18:06

Sabiq maliyyə naziri Fikrət Yusifov: “Dəfələrlə sifarişlər göndərmişəm ki, uçuruma gedirsən, özünə dur deməyi bacar!”
Sabiq əmək və əhalinin sosial müdafiəsi naziri Səlim Müslümovun həbsindən sonra mediada onun fəaliyyəti ilə bağlı çoxsaylı materiallar yayılmaqdadır. Media diqqəti onun 90-cı illərin ortalarında Maliyyə Nazirliyində çalışdığı dövrdə keçmiş Sənaye İnvestisiya Bankının Səbayel rayon filialında qeydə alınmış mənimsəmə faktına görə həbs olunması, lakin tezliklə həbsdən azad edilərək öz vəzifəsinə qaytarılması faktına yönəldir. Bildirilir ki, həmin vaxt S.Müslümovun həbsən çıxmasında 1994-99-cu illərdə maliyyə naziri olmuş Fikrət Yusifovun böyük rolu olub.

“Yeni Müsavat” mövzu ilə bağlı Fikrət Yusifova müraciət edərək, məlumatların həqiqətə uyğun olub-olmadığını soruşub. Sabiq nazir sualımıza cavab olaraq bildirib ki, həmin hadisələrin üzərindən 20 ildən artıq vaxt keçib: “Elə yəqin daha çox bu səbəbdəndir ki, məsələ ilə bağlı şərhlərdə ciddi yanlışlıqlara rast gəlinir. Bu səbəbdən də sizin müraciətiniz əsasında məsələyə bir aydınlıq gətirmək istəyirəm. Bu hadisəni mümkün qədər sadə dildə izah edəcəm ki, oxuyan hər kəs üçün hadisənin necə baş verdiyinə, kimin günahkar olduğuna və kimin günahı olmadan hadisənin ilkin mərhələsində cəzaya məruz qalmasına aydınlıq gəlsin”.

77

F.Yusifov S.Müslümovu indiki Dövlət İqtisad Universitetində 1980-ci illərin ikinci yarısından birgə fəaliyyətləri dövründən tanıdığını bildirir: “Həmin dövrdə o, elmi konfranslarda, dəyirmi masa müzakirələrində olduqca aktiv idi və bir qayda olaraq, dəyərli təkliflərlə çıxış edirdi. Digər tərəfdən, mən onu respublikada mühasibat uçotunu nəzəri və praktiki cəhətdən ən yaxşı bilən mütəxəssislərdən biri kimi tanıyırdım. S.Müslümov o dövrdə yeganə azərbaycanlı idi ki, Moskva Dövlət Universitetinin aspiranturasını əla qiymətlərlə başa vurub, orada namizədlik dissertasiyası müdafiə etmişdi. Mən ölkənin Maliyyə Nazirliyinə rəhbərlik etməyə başlayandan bir qədər sonra onu nazirliyin Dövlət Gəlirləri İdarəsinə boş olan rəis vəzifəsinə dəvət etdim. Hesab edirəm ki, dövlət müstəqilliyimizin ilk illərində belə bacarıqlı bir kadrın irəli çəkilməsi normal hal idi”.

“... Vətəndaşlardan üzr istəyirəm ki, vaxtilə belə yaramazları vəzifəyə dəvət etmişəm”
Bəs Respublika Sənaye İnvestisiya Bankının Səbayel rayon şöbəsində büdcə vəsaitlərinin oğurlanması və bu məsələdə Maliyyə Nazirliyinin, o cümlədən nazirliyin idarə rəisi olmuş Səlim Müslümovun iştirakı necə olmuşdu? Sabiq nazir deyir ki, büdcənin pulları bankda oğurlanmışdı: “Təsəvvür edin, sizin banka qoyduğunuz əmanət və ya hesabınızda olan hər hansı bir vəsait bankda yoxa çıxırsa, bunda sizin günahınız nə qədər ola bilər? Baxın, son illərdə bağlanmış, müflis olmuş banklarda əhalinin və ayrı-ayrı müəssisələrin nə qədər əmanətləri və pulları qaldı. Sual edirəm, belə vəziyyət üçün banka əmanət qoymuş vətəndaş və ya bankda hesab açıb müəssisəsinin pullarını bu hesab vasitəsilə istifadə edən müəssisə nə qədər günahkar ola bilər? Maliyyə Nazirliyi də bir müştəri kimi dövlətin büdcə hesablarını bankda açıb büdcənin icrasını təmin edirdi. Və ən əsası, hər rübdə bir dəfə Maliyyə Nazirliyi və Mərkəzi Bank, Vergilər Nazirliyi və Dövlət Gömrük Komitəsi büdcəyə daxil olan vəsaitlərin həcmi barəsində üzləşmə aparırdı. Bu üzləşmələrdə yığılan vergilərlə büdcəyə daxil olan vəsaitlər arasında bu büdcə oğurluğunun üstü açılana qədər heç bir uyğunsuzluq qeydə alınmamışdı. Bəs onda 48 milyon ABŞ dolları həcmində büdcə vəsaitlərinin Sənaye İnvestisiya Bankının Səbayel filialında oğurlanması faktı necə aşkar olundu və bunu kim etdi? Bunu Maliyyə Nazirliyinin mütəxəssisləri ölkədə xəzinədarlıq sisteminin qurulması zamanı Sənaye İnvestisiya Bankının Səbayel şöbəsində büdcə hesablarının inventarizasiyası zamanı aşkara çıxara bildilər. Yeri gəlmişkən, büdcə hesablarının bu cür inventarizasiyası həmin dövrdə ölkənin bütün banklarında aparılırdı. Sənaye İnvestisiya Bankının Səbayel şöbəsində büdcə oğurluğu faktı ortaya çıxan kimi vəziyyət mənə məruzə olundu. Həmin dövrdə bir tək Prezidentdən başqa, əksər yüksək ranqlı məmurlar məndən xahiş edib dedilər ki, məsələni böyütməyim, çatışmayan vəsaitləri bir neçə günə kimlərsə bərpa edəcəkdir.

88

Məni tanıyanlar dövlət məsələlərində güzəştsiz olduğumu yaxşı bilirlər. Mən heç kimi eşitmədən büdcə vəsaitlərinin oğurluq faktı barəsində ölkə Prezidentinə və hüquq-mühafizə orqanlarına rəsmi məlumat verdim. Hadisənin ilk günləri məsələnin mahiyyətini yetərincə başa düşüb, dəyərləndirməyi bacarmayan hüquq-mühafizə orqanları bankda yoxlama aparmaq əvəzinə, Maliyyə Nazirliyində 18 nəfər cəlb edilmiş mütəxəssisin iştirakı ilə yoxlama aparmağa başladılar. İki ilə yaxın aparılan yoxlama nəticəsində 500 səhifə həcmində tərtib olunmuş yekun aktında Maliyyə Nazirliyi və onun əməkdaşları barəsində heç bir qanunsuzluq halı qeydə alınmadı. Ancaq hadisənin ilk vaxtlarında bütün hüquq-mühafizə orqanları pulu bankda itmiş müştərinin - yəni Maliyyə Nazirliyinin üzərinə getmişdilər. Sonda baş vermiş bir hadisəni də qeyd edim. Yekun aktı bağlandıqdan sonra Respublika Prokurorluğunun o vaxtkı rəhbəri şəxsən mənə zəng edib, Maliyyə Nazirliyinə və nazir kimi mənə qarşı edilmiş haqsızlığa görə rəsmi şəkildə üzr istədi. Danışdığım hadisələrin bütün iştirakçıları həyatdadır. Kimə maraqlı olsa, onlardan sorğu edə bilər.

“Çox təəssüf edirəm ki, vaxtilə Səlim Müslümovun savadını, biliyini görüb dəyərləndirsəm də, onun bu qədər böyük tamaha sahib olduğunu duya bilməmişəm”
Hadisənin əsas günahkarı, Respublika Sənaye İnvestisiya Bankının Səbayel rayon şöbəsinin müdiri Bəşər Hacıyev isə səhv etmirəmsə, 15 ilə yaxın həbs cəzası aldı və bu cəzanın son gününə qədər həbsdə qaldı.

Mən nazir kimi bizə edilmiş haqsızlığın cavabını həbsdən sonra Səlim Müslümovu əvvəlki vəzifəsinə qaytarmaqla verdim. Bu qərarım Səlim Müslümova olan şəxsi münasibətdən irəli gəlmirdi. Sadəcə, bu yolla ədaləti bərpa etdim".

Səlim Müslümovun sonrakı fəaliyyəti barədə fikirlərini bölüşən F.Yusifov qeyd edir ki, onun Dövlət Sosial Müdafiə Fondundakı və Əmək və Əhalinin Sosial Müdafiəsi Nazirliyindəki rəhbər fəaliyyətinə həmişə qeyri-kafi qiymət verib: “Dəfələrlə sifarişlər göndərmişəm ki, uçuruma gedirsən, özünə dur deməyi bacar! Çox təəssüf edirəm ki, o, məni eşitmədi. Onun vəzifədən çıxarılacağı vaxtı da bir neçə aylar öncə özünə çatdırmışdım. Mən maliyyə naziri vəzifəsindən keçmiş müdafiə naziri Səfər Əbiyevin orduda törətdiyi maliyyə cinayətlərini və korrupsiya faktlarını ölkə mətbuatında ”Səfər Əbiyev tacirlik etdiyi qədər ordu quruculuğu ilə məşğul olsaydı, Azərbaycan ordusu dünyanın ən güclü ordularından biri olardı" başlıqlı müsahibəmdən sonra çıxarılmışam.

99
Çox təəssüf edirəm ki, vaxtilə Səlim Müslümovun savadını, biliyini görüb dəyərləndirsəm də, onun bu qədər böyük tamaha sahib olduğunu duya bilməmişəm. Eyni sözləri keçmiş kənd təsərrüfatı naziri Heydər Əsədov haqqında da deyə bilərəm. Onu da müəllimlikdən maliyyə nazirinin müavini vəzifəsinə mən dəvət etmişdim. Təəssüf ki, Səlim Müslümovun Əmək və Əhalinin Sosial Müdafiəsi Nazirliyində etdiklərini Heydər Əsədov bir başqa formada Kənd Təsərrüfatı Nazirliyində təkrarlayırdı. Bunların hər ikisinin tamahı öz boylarından yüz dəfə böyük imiş.

Mən bir dəfə ölkə mətbuatında onların hər ikisi nazir kürsüsündə əyləşdikləri vaxt çıxış edib belə tamahkar adamları vaxtilə vəzifə başına gətirdiyimə görə xalqdan üzr istəmişdim. İndi bir daha hər bir azərbaycanlıdan və ilk növbədə onların korrupsiyasının qurbanı olmuş vətəndaşlardan üzr istəyirəm ki, vaxtilə belə yaramazları vəzifəyə dəvət etmişəm.

DÜNYA SAKİT,
“Yeni Müsavat”

Kaynak: https://musavat.com/news/selim-muslumovun-naziri-olmus-sexsden-sensasion-aciqlamalar_777900.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



--Alıntı--

Maşınla vurduğu qadını öz qohumunun evinə aparan şəxsə cəza kəsildi- Sərxoş olub

10.02.2021 -- 21:09

cdf

Bakıda ölümlə nəticələnən yol-nəqliyyat hadisəsi törətməkdə ittiham edilən şəxs hakim qarşısına çıxarılıb.

Musavat.com xəbər verir ki, Bakı Ağır Cinayətlər məhkəməsində Nurlan Ağazadənin cinayət işi üzrə məhkəmə iclası başa çatıb. Hakim Əfqan Hacıyevin sədrliyi ilə keçirilən məhkəmə iclasında hökm oxunub.

Hökmə əsasən N.Ağazadə 7 il 6 ay müddətinə azadlıqdan məhrum edilib.

Məlumata görə, Nurlan Ağazadə Sabunçu rayonu ərazisində idarə etdiyi “VAZ-2107” markalı avtomobili ilə Ramana qəsəbəsində piyada 1987-ci il təvəllüdlü Elyanə Məmişovanı vurub.

Nurlan Ağazadə qadını avtomobili ilə Ramana qəsəbəsində yaşayan qohumu Xəyalə Musayevanın evinə aparıb və orada təcili tibbi yardım çağırıb. Təcili tibbi yardım gələn zaman E.Məmişova ölüb.

Ona qarşı Cinayət Məcəlləsinin 263-1.3-cü (yol hərəkəti və ya nəqliyyat vasitələrinin istismarı qaydalarını sərxoş halda və ya nəqliyyat vasitələrini idarə etmək hüququ olmayan şəxs tərəfindən pozma; ölümə səbəb olduqda) maddəsi ilə ittiham irəli sürülüb.

İlkin Muradov
Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/masinla-vurdugu-qadini-oz-qohumunun-evine-aparan-sexse-ceza-kesildi-serxos-olub_778135.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

İrandan idxal edilən duzun istehlak üçün yararsız olduğu aşkarlanıb

10.02.2021 -- 15:28

duz

Azərbaycan Respublikasının Qida Təhlükəsizliyi Agentliyi (AQTA) tərəfindən ölkəyə idxal olunan qida məhsullarına nəzarət tədbirləri davam etdirilir. İran İslam Respublikasından Azərbaycan Respublikasına fiziki şəxs İsgəndərov Zabil Mirzə oğlu tərəfindən idxal olunan 49,8 ton duz məhsuluna Agentliyin müfəttişləri tərəfindən baxış keçirilib.

AQTA-dan Musavat.com-a verilən məlumata görə, baxış zamanı məhsullardan götürülən nümunələr Azərbaycan Qida Təhlükəsizliyi İnstitutunun müvafiq laboratoriyasına təqdim olunub. Aparılan müayinələr nəticəsində duz məhsulunda yodun kütlə payının texniki normativ hüquqi aktların tələblərinə uyğun olmadığı aşkar olunub.

Agentlik tərəfindən məhsulların istehlak üçün yararsız olması ilə bağlı qərar qəbul edilib və həmin məhsul partiyasının satışına icazə verilməyib. Hazırda qanunvericiliyin tələbləri çərçivəsində müvafiq tədbirlər görülür.

Yeri: https://musavat.com/news/irandan-idxal-edilen-duzun-istehlak-ucun-yararsiz-oldugu-askarlanib_778042.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Azərbaycanda ağlagəlməz hadisə: qonşusunun nişanlısını qaçırdı

10.02.2021 -- 14:07

hh

Lerikdə qeyri-adi hadisə baş verib.

Musavat.com Lent.az-a istinadən xəbər verir ki, fevralın 6-da Kaqoy kənd sakini 31 yaşlı Məhəbbət Nağıyev qonşusunun nişanlısını qaçırıb.

Məlumata əsasən, o, 19 yaşlı qızı Bakıya qaçırıb. Bildirilir ki, qaçırılan qız Astara rayon sakinidir. Lerikin Kqoy kəndinə arada bir qayınatasıgilin evini təmizləməyə və s. köməyə gəlirmiş

Gəlini qaçıran şəxsin bundan əvvəl 2 dəfə evli olub boşandığı bildirilir.

Faktla bağlı Lerik rayon polis Şöbəsinə müraciət olunub. Araşdırma aparılır.

Hadisəni kəndin bələdiyyə sədri Aqil Səfərli də təsdiqləyib.


Yeri: https://musavat.com/news/azerbaycanda-aglagelmez-hadise-qonsusunun-nisanlisini-qacirdi_778024.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

"Putinin və onun yelbeyin mafiozlarının qorxusu" – “The Observer” qəzetinin yazısı

27.01.2021 -- 21:51

nev

Böyük Britaniyanın “The Observer” həftəliyinin son sayında işıq üzü görən redaksiya məqaləsində Rusiyada baş verən son olaylardan danışılır, prezident Vladimir Putinlə müxalifət lideri Aleksey Navalnı arasında fərqlər, onların siyasi xarakterləri müqayisə olunur və Rusiya hakimiyyətinə, Putinə xəbərdarlıqlar edilir.

Novator.az-ın məlumatına görə, “The Observer”in redaksiya məqaləsində deyilir ki, Putində olmayan hər bir xüsusiyyət Navalnıda var: “Navalnı cəsurdur, xarizmatikdir, olduqca dərrakəli, hazırcavab və siyasi baxımdan etibarlıdır. Təəccüblü deyil ki, Rusiyanın prezidenti onun qarşısında aciz qalıb, hətta Navalnının adını da dilinə gətirməyə çəkinir. Putin özünü elə aparır ki, guya ondan ötrü Navalnı mövcud deyil. Putin, əlbəttə, onu inkar edir. Amma Putinə inanan varmı?”

Məqalədə bildirilir ki, Navalnını və real problemləri inkar edən korrupsiyalaşmış repressiv rejimin başçısı üçün ötən həftənin sonu ağır keçdi: “Təhdid dolu rəsmi xəbərdarlıqlara, sərt qadağalara baxmayaraq minlərlə rusiyalı yüzlərlə şəhərdə küçələrə axışıb etiraz səsini ucaltdı. Xalq bütün ölkə boyu Navalnının həbsinə etiraz nümayiş etdirdi. Güc strukturları, təhlükəsizlik qüvvələri əvvəlcədən Navalnının köməkçilərini saxlayıb onlara məxsus sosial şəbəkə hesablarını nəzarətə götürsələr də, bu, işə yaramadı. Mitinq baş tutdu. Etiraz dalğası Sibirdən, Uzaq Şərqdən üzü belə güclənə-güclənə mərkəzə, Kremlə gəlib çatdı.

Putin isə bütün kritik anlarda olduğu kimi yenə heç harada gözə dəymədi. Ola bilsin, o özünün COVİD bunkerində, ya da Qara dəniz sahilindəki məxfi iqamətgahında gizlənmişdi. Ancaq xalqın “Navalnıya azadlıq!”, “Rusiyaya azadlıq!”, “Putinizmə son!” şüarlarını eşitməyə bilməzdi.

Saysız-hesabsız cəsur rusiyalı sinəsini irəli verib hakimiyyətin zorakılığına və hədələrinə meydan oxudu. Şərqi Sibirin mənfi 50 dərəcəyə enən şaxtası belə vətəndaşları evlərində saxlaya bilmədi. Putini və onun dövlətə daraşmış yelbeyin mafioz tərəfdarlarını ən çox qorxudan da budur: xalqın ehtiras dolu qəzəbi, kin dalğası! Tarix göstərib ki, rusiyalıların siyasi passivliyi, süstlüyü kəskin dəyişikliklər tələbi ilə əvəz olunanda, ardınca inqilab gəlir”.

Məqalədə vurğulanır ki, əslində Navalnı rejimi devirməyə çağırmır, hərçənd bu baş versəydi, onu alqışlayardı da: “Navalnının son cəhdləri yüksək səviyyədəki korrupsiya əməllərini ifşa etməyə yönəlib, hakimiyyəti ələ keçirməyə yox”.

“The Observer” hesab edir ki, Putinin son on ildə həyata keçirdiyi təqiblər əks nəticə verib, bu təqiblər Navalnını xalq qəhrəmanına, dünya şöhrətli rəqibə və de-fakto müxalifət liderinə çevirib: “Nə qədər ki, iş-işdən keçməyib, Rusiya təcili köklü islahatlara getməlidir. Navalnı – sadəcə fərd deyil, o, susdurulması mümkün olmayan hərəkatdır. Putin Rusiya naminə etiraf etməlidir ki, artıq onun vaxtı çatıb”.

Kaynak: https://musavat.com/news/putinin-ve-onun-yelbeyin-mafiozlarinin-qorxusu-the-observer-qezetinin-yazisi_774279.html

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Azərbaycanda tikiləcək külək stansiyasının istehsal həcmi açıqlanıb

10.02.2021 -- 19:16

248

Səudiyyə Ərəbistanı Krallığının “ACWA Power” şirkəti nin Azərbaycanda tikəcək 240 MVt-lıq külək elektrik stansiyası ildə təxminən 1 mlrd. kVt·saat elektrik enerjisi istehsal edəcək.

Energetika Nazirliyindən Musavat.com-a verilən məlumata görə, bu barədə energetika nazirinin müavini Samir Vəliyev Milli Məclisdə “Vətən müharibəsindən sonra işğaldan azad edilmiş ərazilərdə ekoloji vəziyyət, perspektiv layihələr və İnnovativ Qarabağ” mövzusunda keçirilən konfrans zamanı deyib.

Onun sözlərinə görə, Ötən ilin sonunda Energetika Nazirliyi və ”Azərenerji” Səhmdar Cəmiyyəti ilə Səudiyyə Ərəbistanı Krallığının “ACWA Power” şirkəti arasında 240 MVt-lıq külək elektrik stansiyasının tikintisi üzrə “İnvestisiya müqaviləsi”, “Enerji alqı-satqı müqaviləsi” və “Ötürücü şəbəkəyə qoşulma müqaviləsi” imzalanıb.

S.Vəliyev onuda vurğulayıb ki, ümumi dəyəri təqribən 300 milyon ABŞ dolları olacaq xarici sərmayə əsaslı bu layihənin həyata keçirilməsi nəticəsində tikiləcək külək elektrik stansiyası ildə, təxminən 1 mlrd. kVt·saat elektrik enerjisi istehsal edəcək, hər il 220 milyon kub metr qaza qənaət olunmasını təmin edəcək, atmosferə 400 min tondan artıq karbon emissiyasının atılmasının qarşısını alacaq.

Bununla yanaşı, 230 MVt-lıq günəş elektrik stansiyası layihəsi üzrə Birləşmiş Ərəb Əmirliklərinin “Masdar” şirkəti ilə danışıqların da tezliklə yekunlaşdırılması planlaşdırılır.

Nazir müavinin sözlərinə görə, ölkədə 2030-cu ildək elektrik enerjisinin qoyuluş gücündə bərpa olunan enerjinin payının 30%-ə çatdırılması ilə bağlı Prezidentin İlham Əliyevin tapşırığının icrası istiqamətində tədbirlər həyata keçirilməkdədir. “Elektrik enerjisi istehsalında bərpa olunan enerji mənbələrindən istifadə haqqında", habelə “Enerji resurslarından səmərəli istifadə və enerji effektivliyi haqqında” qanun layihələri hazırlanmış, müvafiq qurumlarla razılaşdırılmış və baxılmaq üçün aidiyyəti üzrə təqdim edilib.

Yeri: https://musavat.com/news/azerbaycanda-tikilecek-kulek-stansiyasinin-istehsal-hecmi-aciqlanib_778124.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

1,9 trilyon dollarlıq “Bayden paketi” - ABŞ virusla mübarizəyə də 400 milyard xərcləyəcək

09.02.2021 -- 23:15

3

Ötən həftə ABŞ Konqresində Co Bayden hökumətinin irəli sürdüyü pandemiyadan zərər çəkmiş iqtisadiyyat və vətəndaşlara yeni dəstək paketinin qəbulu istiqamətində mühüm addımlar atıldı. Bu paket barədə Co Bayden hələ kürsüyə oturmazdan əvvəl açıqlama vermişdi. 1,9 trilyon dollarlıq paketin 400 milyard dollara qədər hissəsi virusla mübarizə və peyvəndləməyə, 1 trilyon dolları ev təsərrüfatlarına, qalanı isə pandemiya dövründə xüsusilə ağır təsirə məruz qalmış müəssisələrə yönəldilməlidir.

Ev təsərrüfatlarına yardım hər vergi ödəyicisinə 1,4 min dollar birbaşa ödənişin edilməsini nəzərdə tutur. Əvvəlcədən ödənilməsinə başlanan 600 dollarla birlikdə vergi ödəyən hər vətəndaş 2 min dollar alacaq.

Bundan əlavə, Bayden hökuməti 1 iş saatı üçün minimum əmək haqqının 15 dollara qaldırılmasını, həmçinin işsizliyə görə həftəlik müavinətin həcminin 400 dollara qədər artırılmasını nəzərdə tutur. Bu ödənişlər sentyabr ayına qədər veriləcək.

“Bloomberg” agentliyinin Bayden komandasının üzvünə istinadən yaydığı məlumata görə, bu paketdən sonra iş yerlərinin yaradılması, iqtisadiyyatın bərpasına yönəlik daha bir paket təqdim olunacaq. Bu paketdə nəzərdə tutulan vəsaitlər infrastruktur layihələrinə və qlobal istiləşməyə qarşı mübarizə tədbirlərinə yönəldiləcək.

Konqresdə Respublikaçılar tərəfindən dəstəklənmədən qəbul olunan paket Senatdan sonra keçən cümə günü Konqresin aşağı palatasında - Nümayəndələr Palatasında da cəmi 10 səs üstünlüyü ilə qəbul edilib. Senatdakı səsvermə zamanı vitse-prezident Kamalə Harrisin səsi həlledici olub – cəmi 1 səs üstünlüyünü təmin edib. Beləliklə, Konqresin yekun yardım paketini martın 15-dək qəbul etmək imkanı yaranıb. Bayden özü bəyan edib ki, əgər prosesi ləngitməsələr, respublikaçılarla kompromisə hazırdır: “Seçim qarşısında qalacamsa, mən uzun-uzadı danışıqlardansa, amerikalıları təcili yardımı təmin etməyi üstün tutacam. Mən hazırda ciddi çətinlik yaşayan Amerika xalqına yardım etmək niyyətindəyəm”.

ABŞ prezidentinin sözlərinə görə, əmək bazarındakı vəziyyətə dair yanvar ayı üzrə açıqlanan rəqəmlər göstərir ki, radikal addımlar atmaq vaxtıdır. ABŞ Əmək Nazirliyinin məlumatına əsasən dekabr ayında bağlanan 227 min iş yerinə qarşı yanvarda cəmi 50 min yenisi açılıb. Bu, gözlənilən nəticələrdən 2 dəfə aşağı rəqəmdir.

ABŞ-ın büdcə qətnaməsi imkan verir ki, Baydenin planı Senatda sadə səs çoxluğu ilə qəbul edilsin. Əks halda, demokratlar hər layihə üzrə 60 səs toplamalı idilər. Senatda səslərin demokratlar və respublikaçılar arasında bərabər bölündüyünü nəzərə alsaq, dempkratlar 10 respublikaçı senatorun müsbət rəyini almalı olacaqdılar.

ABŞ maliyyə naziri Janet Yellen CNN telekanalına bildirib ki, yeni paket ölkədə inflyasiyanı sürətləndirə bilər. Lakin onun sözlərinə görə, əllərində inflyasiyanı idarə etmək üçün kifayət qədər güclü rıçaqlar var. Maliyyə naziri qeyd edib ki, yeni dəstək paketi olmasa yaxın bir neçə il ərzində ölkədə işsizlik yüksək olaraq qalacaq. Paket qəbul olunduğu təqdirdə isə iqtisadiyyatı daha sürətlə bərpa etmək mümkün olacaq: “Əmək bazarı dalana dirənib. Bu məsələdə biz dərin quyudayıq və oradan çıxmaq üçün hələ çox işləməli olacağıq”.

ABŞ-da yeni yardım paketinin qəbulu istiqamətində həlledici addımların atılması dünya fond və əmtəə birjalarına müsbət təsir edib. Xüsusilə neft bazarında qiymətlərin sürətli artımı qeydə alınıb. Belə ki, keçən ilin yanvarından bəri ilk dəfə olaraq Brent markalı neftin 1 bareli 60 dollardan, WTI neftinin 1 bareli isə 58 dollardan yuxarı qalxıb.

ABŞ-da yaşayan iqtisadçı-alim Fariz Hüseynlinin sözlərinə görə, 2008-ci il maliyyə böhranından sonra demokratlar stimul paketi qəbul etmək üçün Konqreslə müzakirələrə getdilər: “Qəbul olunan paket kiçik oldu, təsiri böyük olsa da tez hiss edilmədi və iki il sonra respublikaçılarda “Çayçıların” köməyi ilə Konqresdə vəziyyət demokratların əleyhinə dəyişdi. Obamanın kitabında bir məqam var. Respublikaçı nüfuzlu senator Grassleyə deyir, sən istəyənlərin hamısını paketə qoysaq səs verərsən? Deyir yox...

İndi Bayden hökuməti gördü ki, müzakirələrə getməyin bir mənası olmayacaq. Qarşı tərəf söhbəti uzatdıqdan sonra paketin təsiri gec və az olacaq. Elə birbaşa öz böyük stimul paketlərini Senatda qəbul etdirdilər. Maraqlıdır ki, elə bu plan hələ müzakirə olunanda respublikaçı, prezidentliyə keçmiş namizəd Romney ailələrə birbaşa uşaq pulu verilməsi (müəyyən maaşa qədər) paketini təqdim etdi. Bildiyiniz kimi, Amerikada birbaşa uşaq pulu yoxdur – dolayı yolla vergidən endirim var və işləyən azgəlirli ailələr üçün də ayrı vergi endirimi var. Romneydən ruhlanan demokratlar indi bu planı genişləndirirlər. Xəbərlərə görə, illik hər uşağa 3 – 3.5 min dollar pul veriləcək”.

İqtisadçı-alimə görə, adətən böhranlardan sonra gərək tez və təsirli addımlar atasan: “2.4 trilyon dollarlıq “Cares Act” belə oldu, amma sonrakı paketi gecikdirdilər seçkilərə qədər, Senatda respublikaçıların üstünlüyü imkan vermədi. Seçkilərdən sonra 900 milyardlıq kiçik paket qəbul edildi. Amma indi Bayden höküməti əlavə 1.9 trilyonluq paketi Senatdan keçirdi. Belə görünür, ən azından uşaqpulu məsələsi əlavə ediləcək, amma minimum maaş məsələsi qaldı gələcəyə”.

İqtisadçı-ekspert Elman Sadiqov bildirir ki, hazırda ABŞ-da respublikaçılarla demokratlar arasında iki məsələdə ciddi fikir ayrılığı var: “Bunlardan biri 1,9 trilyon dollarlıq dəstək paketidir ki, respublikaçılar onun həcminin həddindən artıq böyük olduğunu deyirlər. İkinci məsələ keçmiş prezident Donald Trampın impiçmentidir ki, bu gün (dünən-red) Senatda müzakirə olunmalıdır. Belə görünür ki, respublikaçıların dəstək paketinə münasibətdə hədsiz etirazlarının arxasında da ikinci məsələ dayanır. Düşünürəm ki, paketlə bağlı kompromisə nail olunacaq, impiçment məsələsi isə başqa mövzudur.

4

Baydenin təklif etdiyi paketin əsasında birbaşa ABŞ vətəndaşlarının pandemiyadan çəkdiyi zərərin kompensasiya olunması dayanır. İkinci məqsəd istehlakın stimullaşdırılmasıdır ki, bu da əhalinin alıcılıq qabiliyyətindən keçir. İstehlakın azalması maliyyə naziri Janet Yelleni də narahat edən başlıca məsələdir. Belə ki, ABŞ-da istehlakı vətəndaşların alıcılıq imkanları müəyyənləşdirir. Buna görə də əhaliyə verilən pul son nəticədə malların, xidmətlərin istehlakını stimullaşdırmaqla bütövlükdə iqtisadiyyatı canlandırır. Janet Yellen əmindir ki, təklif olunan dəstək paketi qəbul olunmasa, ABŞ iqtisadiyyatının bərpası daha çox zaman alacaq. Bu məsələdə o, tam haqlıdır. Hesablamalara görə, bu dəstək paket çərçivəsində vətəndaşlara, biznesə yönəldiləcək vəsaitlər vergilər şəklində ABŞ büdcəsinə qayıdacaq. Yəni biznesin, kiçik və orta sahibkarlığın aktivləşməsi vergi ödənişlərinin həcmini artıracaq. Bütün bunlara görə düşünürəm ki, paket qəbul olunacaq. Qəbul olunmamanın yaradacağı riskləri respublikaçılar da yaxşı bilirlər və bu təqdirdə baş verənlərə görə məsuliyyəti üzərlərinə götürmək istəməyəcəklər. Ola bilsin ki, paketin məbləği ilə bağlı müəyyən kompromislərə nail olunsun, çünki respublikaçılar məbləğin çox yüksək olduğunu deyirlər”.

Ekspertin sözlərinə görə, paketin qəbul olunmaması dünyada dolların məzənnəsinin yüksəlməsinə səbəb olacaq: “Bu isə dünya əmtəə bazarında, o cümlədən neft bazarında qiymətlərin aşağı düşməsinə səbəb olacaq. Hazırda dünyada dolların çatışmazlığı müşahidə olunur. Federal Ehtiyatlar Sistemi hər il repo bazarına 120 milyard dollar əlavə vəsait buraxmaqla likvidliyi təmin edir. Amma əlavə stimullaşdırıcı paketin olmaması likvidlik problemi yarada, ABŞ iqtisadiyyatı üçün narahatlıqları artıra bilər ki, bu da bazarlarda neqativ gözləntilər formalaşdırar. Nəticədə maliyyə birjalarından tutmuş, əmtəə bazarlarına qədər – bütün sahələrdə ciddi mənfi proseslər yaranar. Yəni bu gün ABŞ iqtisadiyyatının bərpasına yönələcək paket əslində bütün dünyanın xilasına yönəlib. Onun qəbul olunmaması bütün dünyada pandemiyadan sonrakı bərpa prosesini ciddi sual altına almış olacaq. Buna görə də ümid edək ki, həmin paket qəbul olunacaq və dünya iqtisadiyyatı yeni risklərlə üzləşmək təhlükəsindən xilas olacaq”.

Dünya SAKİT,
Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/1-9-trilyon-dollarliq-bayden-paketi-abs-virusla-mubarizeye-de-400-milyard-xercleyecek_777908.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

4 nəvəsi olan qadın cavan oğlana qoşulub qaçdı - ŞOK HADİSƏ - VİDEO

10.02.202118:09

nm


49 yaşlı nənə özündən yaşca cavan kişiyə qoşulub qaçıb.

Milli.Az haberler-ə istinadla bildirir ki, Türkiyənin Atv kanalında ailə-məişət məsələləri ilə bağlı Müge Anlının aparcılığı ilə yayımlanan proqramda maraqlı anlar yaşanıb.

Davut Kıranlı adlı şəxs verilişə müraciət edərək uzun müddətdir evi tərk edən xanımını axtardığını bildirib. Araşdırmalar nəticəsində məlum olub ki, onun 49 yaşlı xanımı Sevgi Kıranlı özündən 15 yaş kiçik kişiyə qoşularaq qaçıb. Üstəlik, həmin kişi də ailəlidir.

Qadın telefonla verilişə bağlanaraq özündən gənc kişiylə qaçdığını etiraf edib və ona aşiq olduğunu söyləyib. Onun etirafı aparıcı daxil tamaşaçıları da təəccübləndirib.

Qeyd edək ki, Sevgi Kıranlının 5 övladı və 4 nəvəsi var.

Maraqlı görüntüləri təqdim edirik:


Yeri: https://musavat.com/news/4-nevesi-olan-qadin-cavan-oglana-qosulub-qacdi-sok-hadise_778110.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Podratçı şirkət rəhbəri icra başçısına rüşvət siyahısı göndərdi

09.02.202123:02

a

Yasamal rayonu, Mirzəağa Əliyev küçəsində torpaq mübahisəsi olduqca ilginc faktları üzə çıxarıb. Məsələnin mahiyyəti budur ki, “Elçin” firmasının rəhbəri İbad Əliyev Mirzəağa Əliyev küçəsi 43 və 45 ünvanlarında çoxmərtəbəli bina inşası edib.

Tikinti sahəsinin altına düşən torpaqlarda vətəndaşların evləri və digər təyinatlı əmlakları olub. Tikinti aparılan dövrdə vətəndaşlara əmlaklarına görə kompensasiya ödəniləcəyi vəd olunub. Lakin illər ötüb, vətəndaşlar kompensasiyanı ala bilməyblər. İbad Əliyev kompensasiya əvəzinə vətəndaşlara vəd verib. İllərlə uzanan süründürməçilikdən bezən vətəndaşlar Yasamal rayon icra hakimiyyəti başçısı Elşad Həsənova müraciət ediblər. Onlara qarşı baş verən dələduzluğa son qoyulmasını və kompensasiya ödənilməsini istəyiblər. Bundan sonra İbad Əliyev Yasamal İcra Hakimiyyətinə dəvət olunub və vətəndaşlaırn tələbləri diqqətinə çatdırılaraq təmin edilməsi şərti qarşısına qoyulub.
Məsələnin həll ediləcəyini bildirən İbad Əliyev sonradan icra başçısına məktub yazıb və şirkətinin podratçı olduğunu qeyd edib. Məktuba əlavə edilən əlyazmalarında tikinti ilə bağlı verdiyi rüşvətlərin siyahısı əks olunub.

İbad Əliyevin icra başçısına yazdığı məktubu ixtisarla təqdim edirik: “Yazıb sizə bildiririk ki, “Memar-2” MTK ilə “Elçin” firması ilə arasında bağlanmış 2 may 2002-ci il tarixli kooperativ yaşayış binasının tikilməsi barədə podrat müqaviləsinə əsasən kooperativə ayrılmış sahədə sakinlərin köçürülməsi, ərazidə avtodayanacaqların tikilməsi, ümumi təyinatlı sahənin tamamlanması, hətta mənzillərin və qeyri-yaşayış sahələrinin satışı podratçıya həvalə edilməklə tərəfimizdən həyata keçirilib.

“Elçin” firmasının təsisçi və direktoru olmağıma baxmayaraq, sözügedən ünvanda binanın tikintisinə, sakinlərin köçürülməsi, satışdan əldə edilən gəlir mənə məxsus olmayıb.Faktiki tikintinin sahibi və gəlir əldə edəni Azadxan Allahqulu oğlu Xanməmmədov olmuşdur.

Azadxan Xanməmmədova dəfələrlə etmiş olduğum müraciətlər nəticəsiz qalıb. Nəticədə şikayətçilər ilə aramızda narazılıq yaranmışdır.

Həmçinin bildiririk ki, Azadxan Xanmammədov binanın qeyri-yaşayış sahəsini və həmin binada mənzili adına rəsmiləşdirdikdən binanın tamamlamamış, sakinlərin haqlı narazılıqllarına son qoyulması məqsədi ilə özüm məcburiyyət qarşısında qalıb borca girib 66 min 212 manat vəsait xərcləmişəm.

Bakı şəhər Yasamal rayon İcra Hakimiyyətinin inzibati binasında aparılan danışıqlar zamanı da müəyyən edilib ki, şikayətçilərin kompensasiyalarının ödənilməsi faktiki sahib və binanın tikintisi nəticəsində gəlir əldə elmiş olan Azadxan Xanməmmədov olub. Göstərilənlərə əsasən, sizdən xahiş edirik ki, yaranmış mübahisəyə son qoyulması məqsədi ilə Bakı şəhəri, M.A.Əliyev küçəsi 45 saylı ünvanda inşa edilmiş yaşayış binasının tikintisinin faktiki rəhbəri Azadxan Xanməmmədovun mənə və şikayətçiyə vurduğu ziyanın dəqiqləşdirilməsi, bizlərin hüquqlarının bərpa edilməsi məqsədi ilə hüquq-mühafizə orqanlarına müraciət edəsiniz”.

İbad Əliyevin başçıya göndərdiyi əlyazmalarda binanın tikintisi zamanı ödəmələrlə bağlı qeydlər əksini tapır. Həmin qeydlərlə bağlı hüquq-mühafizə orqanlarının araşdırma aparması zərurəti ortadadır.

E.MƏMMƏDƏLİYEV,
Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/podratci-sirket-rehberi-icra-bascisina-rusvet-siyahisi-gonderdi_777904.html

b1

b2


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Azərbaycan neftinin qiyməti 61 dolları ötüb

09.02.202117:51

vbt


CIF bazisi üzrə İtaliyanın Auqusta limanı şərtləri ilə Azərbaycanın yüngül neftinin qiyməti fevralın 8-də 61,11 dollar/barel təşkil edib ki, bu da əvvəlki göstəricidən 0,6 dollar/barel çoxdur.

Bu barədə Trend-ə ölkənin neft-qaz bazarındakı mənbə bildirib.

FOB bazisi üzrə Türkiyənin Ceyhan limanında Azərbaycanın yüngül neftinin qiyməti 60,49 dollar/barel təşkil edib ki, bu da əvvəlki göstəricidən 0,6 dollar/barel çoxdur.

Novorossiysk limanından yüklənən URALS neftinin qiyməti isə 58,31 dollar/barel təşkil edib ki, bu da əvvəlki göstəricidən 0,12 dollar/barel çoxdur.

Şimal dənizindən hasil edilən "Brent Dated" etalon növlü neftin qiyməti 59,91 dollar/barel olub ki, bu da əvvəlki göstəricidən 0,14 dollar/barel çoxdur.

Yeri: https://musavat.com/news/azerbaycan-neftinin-qiymeti-61-dollari-otub_777834.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Türkiye’de kaç tane mutasyonlu virüs var? Bakan Koca açıkladı


Güncellenme: 10/02/2021 -- 23:04

nm

Bilim Kurulu sonrası açıklama yapan Bakan Koca, "Kaynağı belli olmayan çok sayıda mutasyonlu virüs tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de görülmektedir. 3 bin 758 örnekten 416'sının tüm genom sekansı incelendi. 263 İngiltere, 23 Güney Afrika varyantı, 106 adet de kökeni belli olmayan varyant tespit edildi" dedi. Koca, mutasyonun görüldüğü il sayısını da açıkladı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Bilim Kurulu sonrası açıklamalarda bulundu. Son günlerde artan vakaların ardından Türkiye’de ne kadar mutasyonlu virüs olduğunu duyuran Koca, şu ifadeleri kullandı;

*Klinik seyir bakımından farklılık göstermediğini düşündüğümüz kaynağı belli olmayan çok sayıda mutasyon dünyada olduğu gibi ülkemizde de görülmektedir.

*Bunlardan 263 İngiltere, 23 Güney Afrika varyantı, 106 adet de kökeni belli olmayan varyant tespit edildi. İngiltere’de başlayan mutasyonun hastalığın seyrinde değişiklik yapmamakla birlikte bulaşıcılığını arttırdığına yönelik önemli bilgiler var. Mutasyonların varlığı kısıtlamalarla ilgili takvimimizi de etkiliyor.

*Mutasyonların özellikle Avrupa ülkelerinde salgının seyrine etkisinin fazla olduğunu biliyoruz. Ülkemizde mutasyonların bölgesel bir farklılığa yol açmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu mutasyon sayıları giderek artmaya devam ediyor. Var olan vaka sayılarında önemli oranda bir etkisinin şu an olmadığını görüyoruz.

“YAKINDAN TAKİP EDİYORUZ”

*Bütün illerimizde benzer şekilde özellikle son 2 hafta vaka artışının olduğunu genel olarak görüyoruz. Özelde mutasyonun bulunduğu bölgede yoğun bir artış gözlemimiz şu anda yok. Bunu da çok yakından takip ediyoruz.

*Mutasyonda bulaştırıcılığın daha fazla olduğunu. Daha önce bir arada bulunmakla geçen virüsün daha kısa sürede bu bulaştırıcılığın olduğunu biliyoruz.

33 İLDE GÖRÜLDÜ

*Güney Afrika ve Brezilya için farklı yaklaşımlar söz konusu. Bununla ilgili daha net bir şey söyleyemiyoruz. Bizim özellikle tedbirler noktasında daha hassas davranmamız gerektiğini ifade etmek istiyorum.

*Her geçen gün mutasyon görülen il sayısının arttığını biliyoruz. Zannedersem 32 hatta 33 ile çıkmış oldu.

Yeri: https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/turkiyede-kac-tane-mutasyonlu-virus-var-bakan-koca-acikladi-6253271/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber




[Edited at 2021-02-11 11:58 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 11, 2021

ADO_YORUM: YOKSUL YURTTAŞIMIZA EDİLEN HAKARETLER BENİ DE ÇOK ŞİYAPTI Bİ YOKSUL OLARAKTAN... BAĞLANTIDA GEÇEN ADİ TEHDİTLER MEMLEKETTE YOKSUL OLMANIN ZORLUKLARINI İYİ ŞİYAPIYOR...
▄▄▄▄


--Alıntı--


'Fakirlik iğrençliktir' diye hakaret etmişti! Cezası belli oldu...


Haber: Mithat ABAKAN - Ömer KARÇA / DHA Haber Giriş: 11.02.2021 - 13:09 | Son Güncelleme: 11.02.2021 - 14:57

... See more
ADO_YORUM: YOKSUL YURTTAŞIMIZA EDİLEN HAKARETLER BENİ DE ÇOK ŞİYAPTI Bİ YOKSUL OLARAKTAN... BAĞLANTIDA GEÇEN ADİ TEHDİTLER MEMLEKETTE YOKSUL OLMANIN ZORLUKLARINI İYİ ŞİYAPIYOR...
▄▄▄▄


--Alıntı--


'Fakirlik iğrençliktir' diye hakaret etmişti! Cezası belli oldu...


Haber: Mithat ABAKAN - Ömer KARÇA / DHA Haber Giriş: 11.02.2021 - 13:09 | Son Güncelleme: 11.02.2021 - 14:57


Yoksul yurttaşımız anlatıyor: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/fakirlik-igrencliktir-diye-hakaret-etmisti-cezasi-belli-oldu-41738055

*-*download


Antalya'nın Manavgat ilçesinde bir sitede güvenlik görevlisi Halil Ayaz, aynı sitede oturan kadın öğretmen A.Ö.'nün kendisine 'Hurdacılar, yorgancılar, fakir, fakirlik iğrençtir' diye hakaret ettiği iddiasıyla şikayetçi oldu. Manavgat'ta görülen duruşmada mahkeme A.Ö.'ye 5 ay hapis cezası verdi. Olayın ardından Halil Ayaz'ı telefonla arayan tanımadığı bir kişi ise, 'Evine adam yollarım, kaç paran var ki? Adliyeye gel, hakimi de savcıyı da bak nasıl dövüyorum' diye tehdit etti. Bu kişi hakkında da şikayetçi olan Halil Ayaz, 'A.Ö., 'Fakirlik iğrençtir. Fakirlerin mezarda ölüleri bile kokar' diyerek bana hakarette bulundu' dedi.

Manavgat'ın Side Mahallesi'nde 2019 Aralık ayında bir sitede güvenlik görevlisi olarak çalışan Halil Ayaz, sitede oturan ilkokul öğretmeni A.Ö. ile karşılaştı. Siteden taşınanların kullanmadıkları eşyaları ihtiyacı olanlara verilmesi için bıraktığı depodaki karşılaşma sırasında iddiaya göre A.Ö., "Bunları burada niye tutuyorsunuz, kaldırın. Fakirlerle uğraşmayın" diyerek Halil Ayaz'ı aşağıladı. Daha sonra A.Ö., otoparkta küçük kızıyla oynarken Halil Ayaz'a yönelik 'fakir' diyerek hakaretlerini sürdürdü. Halil Ayaz, site yönetimine olayla ilgili bilgi verdikten sonra ilkokul öğretmenliği yapan A.Ö. hakkında savcılığa 'hakaret' ve 'mobbing' uygulamaktan suç duyurusunda bulundu. Halil Ayaz ayrıca A.Ö.'yü öğretmen olduğu için İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne de şikayet etti.

'FAKİRLİK İĞRENÇTİR DİYORUM'

Manavgat 5'inci Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki dava pazartesi günü görüldü. Duruşmaya sanık A.Ö. ile tarafların avukatları katıldı. Duruşmada savunma yapan A.Ö., kendisinin hakaret içerikli sözleri şikayetçiye karşı söylemediğini belirterek, "Ben kızımın istediği bebeği maddi durumumun elvermemesi nedeniyle alamadığım için kızıma fakirliğin kötü bir şey olduğunu söylemek niyeti ile 'fakirlik iğrençtir' diyorum. Bu kendi durumuma karşı bir isyan olarak söylediğim bir sözdür. Ben suça konu olan sözleri şikayetçiye hitaben veya onu kastederek söylemedim. Şikayetçi, sitede çalışmanın verdiği avantaj ile suça konu olan sözleri söylediğim anı benim haberim olmadan çekmek suretiyle suç işlemiştir. Beraatıma karar verilmesini isterim" dedi.

5 AY HAPİS CEZASI PARAYA ÇEVRİLDİ

Şikayetçi Halil Ayaz ve avukatı sanığın cezalandırılmasını talep etti. Kararını açıklayan Manavgat 5'inci Asliye Ceza Mahkemesi hakimi, sanık A.Ö.'yü 5 ay hapisle cezalandırdı. Mahkeme sanığın cezasını 6 bin lira paraya çevirdi.

TELEFONLA TEHDİT EDİLDİ

Dün olayla ilgili Milli Eğitim İlçe Müdürlüğü'ne gelen soruşturmacılara ifade veren şikayetçi Halil Ayaz, olayın yerel bir internet sitesinde haber olması üzerine tehdit telefonu aldığı iddiasıyla Manavgat İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne giderek suç duyurusunda da bulundu.

'KIZIYLA KONUŞURKEN BENİ HEDEF ALIYOR BANA BAKIYORDU'

Emniyette ifade vermesinin ardından DHA muhabirine konuşan Halil Ayaz, yaşadıklarını şöyle anlattı:

"Kapalı otoparkta olduğum sırada A.Ö. otomobiliyle geldi. 1 yaşındaki oğlunu araçta bırakan A.Ö., 5-6 yaşlarındaki kızını karşısına alarak 'Fakirlik iğrençtir. Fakirlerin mezarda ölüleri bile kokar. Zengin ve asil kızım benim. Anası da zengin, dedesi de zengin, ölmemiş dedeleri zengin, ölmüş dedeleri de zengin, o mezardaki dedeleri bile zengin mezardaki' diyerek bana hakarette bulundu. Kızıyla konuşurken doğrudan beni hedef alıyor, bana bakıyordu. Konuyu site yönetim ve denetimine ilettikten sonra A.Ö. hakkında suç duyurusunda bulundum."

'ŞAHIS HAKKINDA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDUM'

Suç duyurusunda bulunmasının ardından sitenin havuzunda çalışırken A.Ö.'nün kızıyla birlikte yanına geldiğini belirten Halil Ayaz, "'Fakirlerin çocukları engelli ve sakat doğar. Bunların evine ve yanına kesinlikle gitme. Böyle insanlardan uzak dur. Seni taciz ederler' dedi. Yine site yönetimi ve denetçilerinin bilgileri dahilinde şahıs hakkında suç duyurusunda bulundum. Bugün ilk dava sonuçlandı, mahkeme itiraz yolu açık olmak üzere sanığı cezalandırdı. Diğer davamız sürüyor" diye konuştu.

'ADLİYEYE GELİRİM, HAKİMİ DE SAVCIYI DA DÖVERİM'

Gün içerisinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden arandığını belirten Halil Ayaz onlara da yaşadıklarını anlattığını belirtti. Olayla ilgili bir internet sitesinde haber çıktığını belirten Halil Ayaz, dün saat 19.00 sıralarında tanımadığı bir numaradan telefon geldiğini söyleyerek, şöyle konuştu:

"Beni aradılar, bana 'seni öldürürüz, seni keseriz, evine adam yollarız, fakirlerin kurşunları ağır olur', buna benzer kelimeler söyledi. Ben dedim ki, 'Bu işin savcılığı var, bu işler böyle olmaz, savcının hakimin verdiği kararlar geçerlidir. Sizinki geçerli değildir'. Bunun üzerine telefondaki şahıs, 'Adliyeye gelirim, hakimi de, savcıyı da döverim. Şöyle yaparım, böyle yaparım' dedi" diye konuştu.

Halil Ayaz, polise giderek, kendisini tehdit eden kişiden de şikayetçi olduğunu söyledi.

HAKARET ETTİĞİ İDDİA EDİLEN KAMERADA

Öte yandan A.Ö.'nün sitenin kapalı otoparkında, Halil Ayaz'a hakaret ettiği iddia edilen anlar cep telefonu kamerasına yansıdı

Olayın internette haber olmasının ardından Halil Ayaz'ı arayan kimliği belirsiz kişinin kendisini tehdit ettiği anlar da ses kayıtlarında yer aldı.


Kaynak + yoksul yurttaşımız anlatıyor: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/fakirlik-igrencliktir-diye-hakaret-etmisti-cezasi-belli-oldu-41738055



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

SSRİ-nin miskin və sönük son günü – Qorbaçovun Kremldən urvatsız yola salınması

25.12.2020 -- 13:23


25 dekabr 1991-ci il... Bu tarixdə 20-ci əsrin ən yaddaqalan hadisələrindən biri baş verib. Məhz həmin gün əsrin iki superdövlətindən biri olan SSRİ-nin süqutu günü kimi tarixə həkk olunub. Bununla yanaşı, bu tarix SSRİ-nin ilk və sonuncu prezidenti olan Mixail Qorbaçovun prezident qismində sonuncu iş günü kimi də yadda qalıb.

Əslində SSRİ-nin dağılması ilə bağlı 25 dekabr tarixi formal bir xarakter daşıyıb. Çünki son 3-4 ayda ölkədəki siyasi proseslər artıq SSRİ-nin yoxluğunu labüd edib. İki gün öncə, 23 dekabrda Mixail Qorbaçovla Boris Yeltsin arasında 10 saatdan artıq davam edən görüşdə isə SSRİ-nin tabutuna sonuncu mismarlar çalınıb. Rəsmiyyət isə dekabrın 25-i tarixinə saxlanılıb.

Həmişə təmkinli olmağa çalışan Qorbaçov həmin gün emosiyalarını gizlədə bilməyib. Adəti üzrə səhər saatlarında işə başlayan Qorbaçov dekabrın 25-də də eyni vaxtda Kreml kabinetində növbəti və sonuncu iş gününə başlayıb. Kabinetə birbaşa olunan ilk zənglər (cəmisi bir neçə nəfərin buna səlahiyyəti olub, o cümlədən Raisa Qorbaçovanın da) prezidentə iş gününün heç də sakit keçəcəyini vəd etməyib.

5

Beləliklə, ilk zəng saat 11-12 radələrində Raisa Qorbaçovadan gəlib. Birinci ledi həyat yoldaşına bildirib ki, Kremlin təsərrüfat idarəsinin nümayəndələri onların Kosıgin küçəsində yerləşən xidməti mənzilinə gələrək təcili mənzili boşaltmağı tələb edirlər. Qorbaçov müvafiq tədbirləri görməyə macal tapmamış Raisa Qorbaçovadan ikinci zəng gəlib. Bu dəfə o, onların Barvixadakı bağ evlərinə Yeltsinin adamlarının “təşrif” buyurduğunu, bağ evindən əşyaların təcili çəxarılmasını tələb etdiklərini bildirib. Xanımının ikinci zəngindən sonra Qorbaçov səsinin tonunu qaldıraraq müvafiq xidmətlərin rəhbərləri ilə sərt danışıb. Qorbaçovun emosiyalarına “hörmətlə” yanaşan kiçik məmurlar ona 3 gün vaxt veriblər.

Günorta saatlarında Mixail Qorbaçov axşam televiziya vasitəsi ilə xalqa edəcəyi müraciətinin üzərində işləyib. Eyni vaxtda Rusiya Ali Sovetində iclas keçirilib. İclasda RSFSR-in adının dəyişdirilərək Rusiya Federasiyası edilməsi ilə bağlı qərar qəbul olunub. Həmin iclasda Yeltsin Qorbaçovun istefa verdiyini bəyan edib. Saat 16-00-da CNN kanalına müsahibə verən Yeltsin Qorbaçov haqqında aşağıdakı fikirləri bildirib: “Bu gün Mixail Sergeyeviç üçün çox ağır gündür. Mənim ona şəxsi hörmətim olduğu üçün, keçmiş baş katibin buraxdığı səhvlər haqqında danışmaq istəmirəm...”

6

Saat 18:50-də foto-video kameraları qarşısında Qorbaçov istefası ilə bağlı sənədlərə imza atıb.

Saat 19:00-da artıq eks-prezident statusunda olan Qorbaçov mərkəzi televiziya ilə istefası ilə bağlı xalqa müraciət edib.
Televiziya müraciətindən sonra o, “nüvə çamadanı”nın Rusiya prezidentinə təhvil verilməsi mərasimini gözləyib. Yeltsin növbəti dəfə onu aşağılayaraq bu mərasimdə özü iştirak etməyib. Çamadanı Qorbaçovdan müdafiə naziri Yevgeni Şapoşnikov təhvil alıb.

Saat 19:38-də Kreml üzərindəki SSRİ-nin bayrağı endirilib və Rusiyanın bayrağı qaldırılıb. Bu tarixi an o qədər sakit keçib ki, hətta Qırmızı meydanda gəzişənlər də hiss etməyiblər. Həmin anın canlı şahidi olan yazıçı Aleksandr Genis sonralar bu haqda yazıb:

1

“Adətən dünya dövlətlərində bayraqların dəyişdirilməsi zamanı xüsusi mərasim təşkil olunur. Bayrağın dalğalanacağı yer işıqlandırılır. Bu haqda ictimaiyyətə məlumat verilir. İnqilabla, səs-küylə yaradılan SSRİ-nin bayrağı o qədər sakit şəkildə endirildi ki, bunu heç kim hiss etmədi. Mən həmin dəqiqələrdə Qırmızı meydanda idim. Ətrafda olan insanlar yüz metrlikdə olan tarixi anı seyr etmək imkanında olduqları halda, bu şansı əldən verirdilər. Bu hadisə çox sönük bir tədbiri, kimsəsiz bir mərasimi, sahibsiz bir işi xatırladırdı...”

2

Bayraqlar dəyişdirildikdən sonra isə Kremldə Qorbaçovu yolasalma mərasimi keçirilib. Bu mərasim isə böyük bir dövlətin prezidentinin yolasalma mərasimindən daha çox, dörd-beş nəfərin yığışıb adi bir kafedə yüz-yüz vurmaq tədbirinə bənzəyib. Belə ki, mərasimdə Qorbaçovdan başqa cəmisi dörd nəfər iştirak edib, prezident köməkçisi Aleksandr Yakovlev, Ümumittifaq Tele-radio verlişləri komitəsinin sədri Yeqor Yakovlev, Qorbaçovun köməkçisi Anatoli Çernyayev və mətbuat katibi Andrey Qraçov. Bununla da, bir şüşə konyakdan sonra, el dilində desək, Mixail Qorbaçov Kremldən çox urvatsız şəkildə yola salınıb.

3

Qorbaçovla Yeltsinin dekabrın 23-də keçirilən 10 saatlıq görüşündə Yeltsinin təkidi ilə Qorbaçov 6 ay ərzində Rusiya haqqında heç bir mənfi fikir söyləməyəcəyi öhdəliyini götürüb. Bunun müqabilində Qorbaçova eks-prezident kimi mənzil, bağ, avtomobil, azsaylı xidməti personal, və “Qorbaçov fondu” üçün ofis verilib. Prezidentliyi dövründəki bağ evi və mənzil isə ondan alınıb. Hətta əşyaların daşınması üçün eks-prezidentə yük maşınları da göndərilməyib. Köməkçisi sonralar yazdığı xatirələrində qeyd edib ki, Qorbaçov yükdaşıma xidmətləri ilə telefon əlaqələri yaradanda çox miskin görünürdü.

26 dekabr 1991-cı ildə isə SSRİ Ali Soveti Müstəqil Dövlətlər Birliyinin yaradılması ilə əlaqədar SSRİ-nin mövcudluğuna xitam verilməsi barədə bəyannamə qəbul edib.

İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Yeri: https://musavat.com/news/ssri-nin-miskin-ve-sonuk-son-gunu-qorbacovun-kremlden-urvatsiz-yola-salinmasi_765488.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


98 il öncə yaranan, 70 yaşına çatmayan “qırmızı” ölkə - 30 dekabr SSRİ-nin “ad günü”dür- Tarixi faktlar

30.12.2020 -- 14:23

1


30 dekabr 1922-ci ildə SSRİ adlı yeni bir ölkə dünya xəritəsində öz konturlarını çəkdi. Müharibələrdən qalib çıxsa da, atom ölkəsinə çevrilsə də, vətəndaşı ilk olaraq kosmosu fəth etsə də, bu “qırmızı” ölkənin ömrü uzun olmadı, heç 70 yaşına çata bilmədi.

1945-ci ildə sona çatan İkinci dünya müharibəsindən sonra dünyanın güc dövlətlərindən birinə çevrilən qalib SSRİ bu müharibədən 45 il sonra süquta uğradı.

Bəzilərinin nostalji hislərlə xatırladığı, bəzilərinin isə yaddaşında çürük ideologiyalı, qırmızı şüarlı, pafoslu bir ölkə kimi həkk olunan SSRİ haqqında nələri bilirik?

SSRİ-nin əhalisi 1989-cu ildə 293 milyon, ərazisi 22 milyon 400 min kvadrat kilometr olub. Planetin quru hissəsinin altıda bir hissəsi məhz SSRİ-nin payına düşüb.

SSRİ sərhədlərinin uzunluğu 60 min kilometrə çatıb və 14 dövlətlə sərhəd qonşusu olub.
Georgi Malenkovun bir neçə aylıq müvəqqəti hakimiyyətini nəzərə almasaq, 70 illik mövcudluğu dövründə ölkəyə 7 nəfər rəhbərlik edib: Vladimir İliç Lenin, İosif Stalin, Nikita Xruşov, Leonid İliç Brejnev, Yuri Andropov, Konstantin Çernenko, Mixail Qorbaçov.

2

Alman faşizminə qarşı müharibədə qalib çıxan SSRİ böyük iqtisadi və canlı itkilərə məruz qalsa da müharibədən sonrakı illərdə bütün sahələr üzrə sürətlə inkişaf edib.
Dünyada ilk Atom Elektrik Stansiyası 1954-cü ildə SSRİ-də inşa edilib.
Kosmosun ilk dəfə fəth olunması da SSRİ-nin ən böyük uğurlarından biri olub. Bu ilkə 12 aprel 1961-ci ildə Yuri Qaqarin imza atıb.

SSRİ-də 81 ali təhsil ocağı fəaliyyət göstərib. 1988-ci ilin statistikasına görə bu təhsil ocaqlarında 691 min tələbə təhsil alıb.
Dövlət təltifləri baxımından ölkə öz vətəndaşlarından “səxavətini” əsirgəməyib. Fərqlənənlərin təltifləri üçün ölkədə 20 adda orden, 55 adda medal, 19 fəxri ad təsis edilib.
70 il ərzində SSRİ-də 1006 nəfər “SSRİ Xalq artisti” adını alıb. Qeyd edək ki, bu ad 1936-cı ildə təsis edilib.

3

SSRİ dövründə 12 min 777 nəfər Sovet İttifaqı Qəhrəmanı adını alıb. Onlardan 95 nəfəri qadın, 40 nəfəri xarici ölkələrin vətəndaşları olub.

Sovet İttifaqı Marşalı rütbəsi 22 sentyabr 1935-ci ildə təsis edilib. Bu rütbəni SSRİ-də 41 nəfər daşıyıb (qoşun növləri üzrə marşallar nəzərdə tutulmur). 41 nəfərdən 36-sı peşəkar hərbçi, 5-i siyasi xadim olub. SSRİ-də sonuncu marşal rütbəsi 28 aprel 1990-cı ildə Dmitri Yazova təqdim edilib.

SSRİ idman sahəsində də böyük nailiyyətlər əldə edib. Sovet idmançıları 18 dəfə iştirak etdikləri olimpiya oyunlarında 473 qızıl, 376 gümüş, 355 bürünc medalı qazanıblar ki, bu göstərici ilə onlar Amerika Birləşmiş Ştatlarından sonra ikinci yerdə qərarlaşıblar.

Elm sahəsinin göstəricisi kimi 70 ildə SSRİ-dən 12 nəfər Nobel mükafatının laureatı olub.

Bir çox ölkələrdə olduğu kimi sovetlər birliyində də “SSRİ-nin fəxri vətəndaşı” titulu olub. Bu ad yalnız iki nəfərə verilib; İqor Kurçatova və Lavrenti Beriyaya.

SSRİ dövründə ölkə vətəndaşları kinoya böyük maraq göstəriblər. Ənənəvi sovet növbələri kinoteatrların kassalarının qarşısında da müşahidə olunub. SSRİ-nin kino istehsalında ən çox tamaşaçı auditoriyası qazanan film isə “20-ci əsrin dəniz quldurları” olub.

Bu filmi 88 milyon tamaşaçı izləyib. SSRİ-də ilk dəfə metro 15 may 1935-ci ildə Moskvada açılıb. Daha sonra 1955-ci ildə Leninqradda, 1960-cı ildə Kiyevdə, 1966-cı ildə Tiflisdə, 1967-ci ildə Bakıda, 1975-ci ildə Xarkovda, 1977-ci ildə Daşkənddə, 1981-ci ildə İrəvanda, 1984-cü ildə Minskdə, 1985-ci ildə Qorkidə, 1986-cı ildə Novosibirskdə, 1987-ci ildə Kuybışevdə də metro istifadəyə verilib.

Ölkədə əsasən 7 bayram dövlət səviyyəsində qeyd olunub: 1 yanvar - Yeni il, 23 fevral - Sovet ordusu və hərbi-dəniz donanması günü, 8 mart - Beynəlxalq Qadınlar bayramı, 12 aprel - Kosmonavtika günü, 1 may - Dünya zəhmətkeşlərinin həmrəyliyi günü, 9 may - Qələbə günü, 7 oktyabr -Konstitusiya günü, 7 noyabr - Böyük Oktyabr Sosialist İnqilabı günü.

4

Mövcudluğu dövründə SSRİ-də cəmisi bir dəfə referendum keçirilib.17 mart 1991-ci ildə keçirilən referendumda SSRİ-nin saxlanılması məsələsi qoyulub. Referendumda səs vermək hüququ olan 185 milyon 600 min nəfərdən 148 milyon 500 min nəfər iştirak edib. Onlardan 113 milyon 500 min nəfəri SSRİ-nin saxlanılmasına “hə” cavabı verib. Bu “hə”lər də SSRİ-nin süqutunun qarşısını ala bilməyib.

25 dekabr 1991-ci ildə SSRİ-nin ilk və sonuncu prezidenti Mixail Qorbaçov istefası ilə bağlı televiziya ilə xalqa müraciət etdikdən sonra saat 19-38 dəqiqədə Kreml üzərindəki SSRİ-nin bayrağı endirilib.

26 dekabr 1991-cı ildə isə SSRİ Ali Soveti Müstəqil Dövlətlər Birliyinin yaradılması ilə əlaqədar SSRİ-nin mövcudluğuna xitam verilməsi barədə bəyannamə qəbul edib.

İlham Cəmiloğlu, Musavat.com

Kaynak: https://musavat.com/news/98-il-once-yaranan-70-yasina-catmayan-qirmizi-olke-30-dekabr-ssri-nin-ad-gunu-dur-tarixi-faktlar_766855.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Stalinin məşuqəsi ilə görüşü, mühafizəçiyə verilən töhmət- Xatirələrdə yer alan maraqlı faktlar

11.02.2021 -- 15:07


1

İosif Stalinin şəxsi həyatı nə qədər məxfi saxlanılıbsa, 30 il ərzində SSRİ-yə rəhbərlik edən sovet liderinin həyat tərzi cəmiyyət üçün bir qədər də maraqlı olub.

Yəqin elə bu baxımdan da onun vəfatından sonra silahdaşlarının, mühafizəçilərinin, ətrafında olanların Stalinlə bağlı yazdıqları xatirələr çoxmilyonlu oxucu auditoriyası qazanıb.

Sovet lideri haqqında maraqlı açıqlamalar verənlərdən biri də uzun illər Stalinin mühafizəsində xidmət edən Aleksey Rıbin olub. O, Stalinin qadınlara olan münasibəti haqda gizlinləri açıqlayıb.

Məlum olduğu kimi, Stalin birinci dəfə 1906-cı ildə milliyətcə gürcü olan Yekaterina Svanidze ilə ailə həyatı qurub. Cütlüyün Yakov adında bir oğlan övladı olub. Yakov səkkiz aylıq olanda Svanidze vərəm xəstəliyindən vəfat edib.

Stalin ikinci dəfə əslən Bakıdan olan Nadejda Alliluyeva ilə evlənib. İkinci həyat yoldaşından onun bir oğlu, bir qızı dünyaya gəlib – Vasili və Svetlana. 1932-ci ildə rəsmi versiyaya görə Nadejda Alliluyeva intihar edib.

7

Bu hadisədən sonra Stalin bir daha rəsmi nikaha girməyib. Amma bu fakt heç də o demək deyil ki, Stalinin həyatında qadın olmayıb.

Hələ hakimiyyətdə olduğu illərdə aktrisa Vera Davıdova və şəxsi xidmətçi Valentina İstomina ilə Stalinin sevgi macəraları haqqında cəmiyyətə informasiyalar sızıb, bu qadınlar Stalinin məşuqələri kimi tanınıb. Amma Stalinin təyyarəçi xanım Ruzadan Paçkoriya ilə münasibətləri haqqında bir neçə nəfərdən başqa heç kimin məlumatı olmayıb.

Bu haqda uzun illərdən sonra Aleksey Rıbin öz xatirələrində yazıb:

“Stalin qadınlara qarşı laqeyd olmayıb və sözsüz ki, bu məsələ həmişə məxfi saxlanılıb. Amma münasibətlər nə qədər gizli saxlanılsa da onlar haqqında sıravi insanlar arasında söz-söhbət dolaşıb. Bunun səbəbkarı bir çox hallarda Stalin özü olub. Müxtəlif dövlət tədbirlərində, Kreml ziyafətlərində, həmçinin bağdakı ənənəvi məclislərdə Stalinin hər hansı bir qadına xüsusi münasibət göstərməsi yerli-yersiz söz-söhbətə səbəb olub.

Onun xidmətçi Valentina İstomina ilə münasibəti kifayət qədər şişirdilib. O cümlədən aktrisa Vera Davıdova ilə münasibətləri də insanlar arasında danışılan kimi yaxın olmayıb. Əslində Stalinin özünə ən yaxın saydığı qadın Ruzadan Paçkoriya olub. O, həmişə çalışırdı ki, bu münasibətdən heç kimin xəbəri olmasın. Amma bu da mümkün deyildi. Çünki təhlükəsizlik məsələsinə cavabdehlik daşıyanlar Stalinin hər addımından məlumatlı olmalı idilər. Ruzadan Paçkoriya gürcü idi, təyyarəçi kimi aviasiya sistemində çalışırdı.

8

Stalinlə yaxınlıqdan sonra o, aviasiya qurumlarında yüksək vəzifəyə təyinat almışdı. Stalin onu heç vaxt nə Kreml, nə də bağ ziyafətlərinə çağırmırdı. Onların görüşü yalnız ikilikdə keçirdi. Günlərin birində gecədən xeyli keçmiş Stalin mənə göstəriş verdi ki, xidməti maşını çıxışa hazır olsun. Mənim vəzifə borcum idi ki, bu haqda mühafizə rəisi general Vlasikə məlumat verim. Bunu Stalin də bilirdi. Buna görə də o, əvvəlcədən mənə xəbərdarlıq etdi ki, çıxış haqqında heç kimə məlumat verməyim. Təxminən gecə saat üç radələrində biz şəhərin mərkəzinə üz tutduq. O əvvəlcədən heç bir ünvan demədi, Kutuzov prospektini keçdikdən sonra yolu özü göstərdi və maşını yaşayış binalarının birinin qarşısında saxlatdırdı. Mən onu ikinci mərtəbədəki mənzilə qədər müşayiət etdim. İçəri keçdi və aşağıda gözləməyimi göstəriş verdi.

Çox sakit keçən iki saatdan sonra biz bağa qayıtdıq. Səhəri gün general Vlasik məni idarəyə çağırdı. İstirahət günüm olmağına baxmayaraq, növbətçi zabit təcili idarədə olmağımı bildirdi. Xidmətimdə heç vaxt nöqsanım olmayıb. Buna görə də bu təcili çağırışdan o qədər də narahat deyildim. Düşünürdüm ki, kiminsə yerinə növbəyə çıxmalıyam. Amma bu düşüncələrimdə yanılmışdım. Vlasikin kabinetinə keçəndə ilk dəfə idi ki, onu belə qəzəbli gördüm.

9

O, əsəbi şəkildə sorğu suala başladı:

-Gecə saat 03-05-dən 05-12-yə qədər harada olmusan?

-Həmin radələrdə mən yoldaş Stalini müşayiət edirdim.

-Bu haqda kimə məlumat vermisən?

-Heç kimə.

-Sən nizamnaməni bilmirsən?

-Bilirəm.

-Bəs niyə mənə məruzə etməmisən?

-Yoldaş Stalin tapşırdı ki, çıxış haqqında heç kimə məlumat verməyim.

Bu kiçik sorğu-sualdan sonra Vlasik masasının üstündəki kağızı mənə uzatdı:

-Tanış ol və qol çək.

İdarə rəisinin əmri ilə mənə şiddətli töhmət yazılmışdı. Uzun illər xidmətimdə bu, ilk töhmət idi, özü də şiddətli töhmət. Bu isə növbəti pul mükafatlarından və rütbədən bir il məhrum olmaq demək idi...”
Rıbin xatirələrində yazıb ki, bu hadisə ilə bağlı Stalinə heç nə deməyib. Amma Stalin kiminsə vasitəsilə töhmətdən xəbərdar olub.

Təxminən bir həftədən sonra Rıbin növbədə olanda Stalin Vlasiki məzəmmət edib:

-Nikolay Sidoroviç, mühafizə rəisi kimi mən sizin xidmətinizi yüksək qiymətləndirirəm. Amma bu o demək deyil ki, siz mənim şəxsi işlərimə də qarışasınız. Elə məsələlər var ki, mən orada mühafizəçilərsiz olmalıyam və hamı kimi mən də kiminsə evinə qonaq gedə bilərəm. Bunları nəzərə alın və Rıbinin töhmətini götürün.

Vlasik məzəmmətə baxmayaraq, Stalinə cavab verib:

-Yoldaş Stalin, bu mənim vəzifə borcumdur. Mən sizin hara getməyinizi bilməliyəm. Həmin gecə də harada olduğunuzu dəqiqləşdirmişəm.

-General, bu cür işlər gizli saxlanılmalıdır.

Stalinin özündən 29 yaş kiçik olan Ruzadan Paçkoriya ilə görüşləri ömrünün son illərinə qədər davam edib.

Qeyd edək ki, Paçkoriya Stalindən sonra 43 il yaşayıb və o, ömrünün son illərində Stalinlə yaxın münasibətdə olduğunu etiraf edib.


İlham Cəmiloğlu, Musavat.com


Kaynak: https://musavat.com/news/stalinin-mesuqesi-ile-gorusu-muhafizeciye-verilen-tohmet-xatirelerde-yer-alan-maraqli-faktlar_778351.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Hitlerin “suya düşən” xəyalları: “Astoriya” mehmanxanası ilə bağlı gizlin faktlar

27.11.2020 -- 17:36


1

Dövlət başçılarının istər beynəlxalq tribunalarda, istərsə də xalq qarşısındakı çıxışlarının, müraciətlərinin, bəyanatlarının mükəmməlliyi, məntiqi, dəqiqliyi onların siyasi imiclərini formalaşdıran əsas şərtlərdən biridir. Amma sözsüz ki, hər dövlət başçısı buna müyəssər olmur.

Tarixə nəzər yetirsək bir çox siyasi liderlərin sərsəm fikirləri, məsuliyyətsiz bəyanatları ilə çox rastlaşmaq olar. Necə deyərlər, arxı tullanmamış hop deyən dövlət başçıları az olmayıb.

Onların siyahısına bir nəfəri də əlavə etmək olar- Nikol Paşinyan. Hop deyib arxa yıxılan Paşinyanın gülünc vəziyyətə düşməsi bir yana, problemli məsələ odur ki, bu zavallı yıxıldığı yerdən ayağa qalxa bilmir, nə vaxtsa əl uzatdıqları da artıq əlini baş nazirdən çoxdan üzüb.

Bəli, 44 günlük müharibə Paşinyanın bütün arzu və xəyallarını puç etdi. Yol çəkmək, qondarma “Dağlıq Qarabağ Respublikası”nın bəzi qurumlarını Şuşaya köçürmək, humanitar, sosial, iqtisadi sahələrdə planların həyata keçirilməsi kimi xəyallarının ömrü Paşinyanın Cıdır düzündə içdiyi erməni konyakının bəxş etdiyi sərxoşluğun ömrü qədər qısa oldu. İşğalçılıq siyasətinin, özgəsinin torpağına göz dikməyin sonu belə də olmalı idi.

İkinci dünya müharibəsində Adolf Hitler də böyük xəyallarla yaşayıb, faşist cəlladlarını başına yığaraq planlar cızıb-Eyfel qülləsində qonaqları qəbul etməkdən tutmuş, Bakı neftinə sahib olmağa qədər. Fürerin gələcək xəyallarında Sankt-Peterbuqdakı “Astopiya” mehmanxanası ilə bağlı da xüsusi planı olub.

Hitler SSRİ-yə hücum planında əvvəlcə Leninqradı hərbi əməliyyatlar nəticəsində işğal etməyi planlaşdırsa da, sonra taktikanı dəyişib. Leninqradda canlı qüvvə və hərbi texnika itkisi verməmək üçün fürer şəhəri mühasirəyə almağı, əhalini soyuqdan və aclıqdan öldürərək hədəfi daha asanlıqla ələ keçirməyi düşünüb və əsas qüvvələrini Moskva şəhəri istiqamətinə yönəldib.
Lakin Leninqrada hücum planı müzakirə olunan zaman Hitler Vermaxt rəhbərliyinə xüsusi tapşırıq verib. Bildirib ki, şəhərdəki “Astoriya” mehmanxanasına bomba atılmamalı, mehmanxana binası alman qüvvələri tərəfindən qorunmalı və mühafizə olunmalıdır.

Bu tapşırıqla fürerin məqsədi nə olub?

Fürer şimal paytaxtını işğal etdikdən sonra böyük qələbə tədbirləri haqqında düşünüb. Hətta bununla bağlı təbliğat naziri Göbbelsə tədbirlər planı hazırlamağı göstəriş verib. Onun arzusuna əsasən, bu tədbirlər planında Hitlerin “Astoriya” mehmanxanasının eyvanından müraciəti, qələbə nitqi planlaşdırılıb.

2

Bir-birinin ardınca həftələr ərzində bir neçə ölkənin işğalından eyforiyaya düşən Hitler Leninqradın işğalından sonra edəcəyi müraciətin, qələbə nitqinin mətnini də əvvəlcədən hazırlayıb.
SSRİ-yə hücum planından əvvəl bu ölkə haqqında hərtərəfli məlumatlanan Hitler xüsusilə, Moskvada və Leninqradda olan ən gözəl tikililəri də nəzərdən keçirib. “Astoriya” mehmanxanası fürerin diqqətindən yayınmayıb və binanın yerləşdiyi məkan, memarlıq üslubu, zəngin arxitekturası, görünüşü Hitlerin zövqünə uyğun gəlib.

3

Qeyd edək ki, “Astoriya” mehmanxanası iki il ərzində, 1911-1912-ci illərdə inşa edilib. Binanın arxitektoru İsveç əsilli Fyodor Lidval olub. Altı mərtəbədən ibarət olan mehmanxana mövcud dövr üçün Avropada ən prestijli mehmanxanalardan biri sayılıb. Bina neoklassik və modern üslubların vəhdəti üzərində inşa edilib. Binada 350 nömrə, restoran, bar, qış bağı, kitabxana, müşavirə və görüş zalları şirniyyat sexləri, gözəllik salonları və s. fəaliyyət göstərib.

“Astoriya” mehmanxanasının açılışı 23 dekabr 1912-ci olub. Dörd ildən sonra, 1916-cı ildə yerli hakimiyyət tərəfindən “Astoriya” ümumi mehmanxana kimi fəaliyyətini dayandırıb və hərbi təyinatlı bina kimi istifadə edilib.

Oktyabr inqilabından sonra “Astoriya”nın təyinatı yenidən dəyişərək “Petroqrad Sovetinin 1-ci evi” kimi istifadə olunub. Nəhayət, 1929-cu ildə “Astoriya” mehmanxana kimi fəaliyyət göstərib.

Sovet-alman müharibəsi zamanı 926 saylı hərbi hospital mehmanxana binasında yerləşdirilib və “Astoriya” müharibənin sonuna kimi mehmanxana fəaliyyətini dayandırıb.

“Astoriya” mehmanxanası zaman-zaman bərpa və yenidənqurma işlərindən sonra yenidən əvvəlki statusuna qayıdaraq, şimal paytaxtının ən yaxşı mehmanxanalarında birinə çevrilib. Beşulduzlu mehmanxananın qonaqları arasında Corc Buş, Marqarit Tetçer, Alen Delon, Herbert Uells, Robert Plant kimi tanınmış simalar da olub.

4

Məşhur “İtalyanların Rusiyada ağlasığmaz macəraları” filmi də məhz bu mehmanxanada çəkilib.
“Astoriya” mehmanxanası haqqında məlumat əldə etdikdən sonra Hitlerin zövqünə şübhə yeri qalmır. Amma fürerin sonsuz iddiaları adamı təəccübləndirir. Elə bu yersiz iddialara görə faşist Almaniyasının İkinci dünya müharibəsindəki müttəfiqləri olan “italyanların Rusiyada macəraları” baş tutsa da, fürerin “Astoriya”dakı planları baş tutmayıb.

İlham Cəmiloğlu,
Musavat.com

Kaynak: https://musavat.com/news/hitlerin-suya-dusen-xeyallari-astoriya-mehmanxanasi-ile-bagli-gizlin-faktlar_757879.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Telefonla Yerdən Aya zəng vuran ABŞ-ın “qırmızı prezidenti”- Maraqlı faktlar

09.01.2021 -- 14:53

111
Amerika Birləşmiş Ştatlarında digər ölkələrdən fərqli olaraq eks prezidentlərə fərqli münasibət göstərilir. Sağ qalan sabiq birincilər demək olar ki, bütün mötəbər tədbirlərə dəvət olunur, ölkənin taleyüklü məsələlərində onların da rəyi öyrənilərək nəzərə alınır və s. Vəfat etmiş eks prezidentlər isə doğum və vəfat günlərində qeyri-rəsmi olaraq yad edilir, anılır, müxtəlif fondlar, ictimai təşkilatlar bununla bağlı tədbirlər keçirirlər.

Bu gün, yanvarın 9-da, doğum günündə amerikalılar Riçard Niksonu xatırlayacaqlar. Ən maraqlısı isə onun yaddaşlarda necə qalmasıdır.
ABŞ-ın 37-ci prezidenti Riçard Nikson 9 yanvar 1913-cü ildə Kaliforniyada anadan olub. Orta təhsil illərində Nikson ən yaxşı oxuyanlar sırasında olub. Müəllimləri ona Harvard Universitetində təhsil almağı tövsiyə etsələr də, ailənin maddi durumu buna imkan verməyib. O, Dyuk Universitetində ali hüquq təhsili alıb.

Vəkil kimi əmək fəaliyyətinə başlayan Niksona hüquq sahəsi maraqsız görünüb. O, daha çox siyasətə meyl edib.

İkinci Dünya müharibəsində Riçard Nikson zabit kimi ABŞ Hərbi Dəniz Qüvvələrində xidmət edib. 1946-cı ildə tərxis olunub. Onun siyasi fəaliyyəti də elə bu ildən başlayıb.1946-cı ilin noyabrında o, seçkilərdə qalib gələrək ABŞ Nümayəndələr Palatasının Kaliforniya ştatından üzvü seçilib.
1953-cü ildə siyasi fəaliyyətində daha bir addım irəli gedən Riçard Nikson 1961-ci ilə qədər Duayt Eyzenhauer administrasiyasında ABŞ-ın 36-cı vitse-prezidenti vəzifəsini tutub.

222
Bu ərəfədə, 1960-cı ildə Riçard Nikson prezidentlik iddiasına düşərək seçkilərə qatılıb. Amma Con Kennediyə məğlub olub. 1962-ci ildə o, növbəti uğursuzluqla üzləşib, Kaliforniya ştatının qubernatoru vəzifəsi uğrunda gedən mübarizədə də məğlub olub. Bu uğursuzluqlar Niksonu ruhdan salıb və o, siyasətdən getdiyini bəyan edib.

Nikson siyasi səhnədən çox da uzun müddətə ayrılmayıb. 1968-ci ildə Respublikaçılar partiyası onu prezidentliyə namizəd irəli sürüb və Riçard Nikson seçkilərdə qalib gələrək ABŞ-ın 37-ci prezidenti seçilib.

333
Niksonun prezidentlik dövrü bir çox hadisələrlə yadda qalıb. Bəzi siyasətçilər onu “qırmızı prezident”adlandırıblar. Ona qədər heç bir prezident kommunist rejimli ölkələrlə Nikson qədər sıx əlaqələr yaratmayıb.

1945-ci ildə Franklin Ruzveltin Yalta konfransında iştirakını nəzərə almasaq, Ricard Nikson 1972-ci ilin may ayında SSRİ-yə rəsmi səfər edən ilk prezident olub.

Sovet liderləri ilə zarafat etməyi xoşlayan Nikson SSRİ-yə səfəri zamanı Brejnevə ABŞ istehsalı olan elektron saat bağışlayıb. Ən kiçik hədiyyələrə belə uşaq kimi sevinən Leonid İliç Niksonun səfəri başa çatdıqdan sonra SSRİ-də də bu cür saatların istehsal olunması ilə bağlı göstəriş verib.
Ümumiyyətlə, Nikson hədiyyə verməyi xoşlayıb. O, əsasən xarici həmkarlarına üzərində öz avtoqrafı olan kiçik qolf topu bağışlayıb.

Nikson səyahət etməyi ən böyük hobbisi sayıb. O, yeganə prezident olub ki, ABŞ-ın 50 ştatının hamısına səyahət edib.
Amerika kosmonavtlarının ilk olaraq Ayın üzərinə düşməsi məhz Niksonun prezidentliyi dövründə baş verib. Nikson dünyada ilk adam olub ki, telefonla Yerdən Aya zəng vurub.

444
Riçard Nikson yeganə ABŞ prezidenti olub ki, prezidentlik müddəti başa çatmadan istefa verib. Belə ki, 1972-ci ildə ABŞ Demokratlar Partiyasının Vaşinqtondakı “Uotergeyt“ otelində yerləşən qərargahında danışıqları dinləmək məqsədi ilə xüsusi cihazlar yerləşdirilib. İşi icra edənlərdən beş nəfər həbs olunduqdan sonra istintaq başlanıb. Araşdırmalar zamanı hər beş şəxsin Mərkəzi Kəşfiyyat İdarəsinin əməkdaşı olduğu və bu məsələnin arxasında hakimiyyətdə olan Respublikaçılar Partiyasının dayandığı üzə çıxıb ki, bu da böyük siyasi skandala səbəb olub. Nikson bu hadisədən sonra könüllü istefa vermək qərarına gəlib. İstefasından sonra Niksona vəkillik fəaliyyəti göstərmək də qadağan edilib. O, bu illər ərzində memuarlarını yazmaqla məşğul olub.

555
Nikson 1938-ci ildə orta məktəbdə müəllim işləyən Telma Ketrin Rayanla tanış olub. İki ildən sonra, 1940-cı ildə onlar münasibətlərini rəsmiləşdiriblər. Çütlüyün iki qız övladı dünyaya gəlib. Sonralar onlardan biri, Culi Nikson Duayt Eyzenhauerin nəvəsi ilə ailə həyatı qurub.
Ricard Nikson 22 aprel 1992-ci ildə, 82 yaşında insultdan vəfat edib. Eks prezidentin dəfnində həmin ərəfədə prezident olan Bill Klinton və digər sağ olan sabiq prezidentlər də iştirak ediblər.
ABŞ-ın 37-ci prezidenti haqqında çoxsaylı kitablar yazılıb, filmlər çəkilib.


İlham Cəmiloğlu, Musavat.com

Kaynak: https://musavat.com/news/telefonla-yerden-aya-zeng-vuran-abs-in-qirmizi-prezidenti-maraqli-faktlar_769117.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Küllükdən qüdrətli bir dövlət çıxaran lider – Konrad Adenauer 87 yaşına qədər Almaniyanı yenidən qurub

05.01.202114:44

1t

20-ci əsrin nəhəng siyasi simalarından biri sayılan Konrad Adenauerin adı tarixə “Almaniyanın siyasi və iqtisadi memarı” kimi həkk olunub. II dünya müharibəsindən sonra məğlub Almaniyanın yenidən dirçəlməsində onun əvəzsiz xidmətləri olub.

1949-cu ildə Konrad Adenauer Almaniya Federativ Respublikasının ilk federal kansleri seçilib. Həmin vaxt onun 73 yaşı olub. Bəlkə də çoxları bu yaşlı siyasətçinin kansler fəaliyyətinə ümidsiz baxıblar, dağılmış Almaniyanın dirçəldilməsində Adenauerin heç nəyə nail ola bilməyəcəyini düşünüblər. Amma hər şey əksinə baş verib. Konrad Adenauer 14 illik hakimiyyəti dövründə Almaniyanın yeni, müasir, inkişaf yoluna qədəm qoymasını təmin edib.

Konrad Adenauer 5 yanvar 1876-cı ildə Kölndə anadan olub. Gimnaziya təhsilindən sonra o, Bonn Universitetinə qəbul olunub. Ailənin maddi durumu beş illik təhsil haqqını ödəmək imkanından xaric olduğu üçün Konrad gecə-gündüz çalışaraq beş illik təhsil proqramını iki il yarım ərzində başa çatdıraraq universitet diplomuna vaxtından əvvvəl sahib olub və bununla da ailə büdcəsinə qənaət edib.

2m
Adenauer və Villi Brandt

İlk əmək fəaliyyətinə Köln məhkəməsində hakim köməkçisi vəzifəsində başlayan Adenauer 1906-cı ildə Mərkəz partiyasına üzv olub, şəhər bələdiyyə sədrinin müavini təyin edilib. Fərqli işgüzarlığa və bacarığa malik olması gənc hüquqşünasın karyerasında mühüm rol oynayıb və o, 1917-ci ildə Köln şəhərinin burqomistri (şəhər rəhbəri, mer) vəzifəsinə sahib olub. O, bu vəzifədə 1933-cü ilə qədər çalışıb. Bu müddət Kölnün inkişaf dövrü adlandırılır.

1933-cü ildə nasistlərin hakimiyyətə gəlməsi ilə Kornad Adenauerin həyatının ən ağır mərhələsi başlayıb. Hitler hakimiyyətini, nasist ideologiysını həzm etməyi bacarmayan Adenauer öz siyasi baxışlarını gizlətməyib. 17 fevral 1933-cü ildə Adolf Hitler Kölnə səfər edərkən Adenauer füreri hava limanında qarşılamağa özü getməyərək müavinini göndərib. Bununla yanaşı, o, şəhərdə nasist bayraqlarının qaldırılmasına da icazə verməyib. Sözsüz ki, bu cür münasibət Hitlerin qəzəbinə səbəb olub və son nəticə olaraq Adenauer bütün vəzifələrindən azad olunub.

3m
Adenauer Con Kennedi ilə

1934 və 1944-cü ildə Konrad Adenauer iki dəfə gestapo tərəfindən həbs edilib. Almaniyada yaşamağın mümkün olmadığını dərk edən Adenauer bir müddət İsveçrədə yaşamağa məcbur qalıb.

Almaniyanın II dünya müharibəsində məğlubiyyətindən sonra Konrad Adenauer siyasi müstəvidə yenidən görünüb. O, Xristian Demokrat Partiyasının yaradıcılarından biri olub. 1949-cu ildə isə federal kansler seçilib.

Almaniyanın ən çətin dövrü sayılan bu ərəfədə K.Adenauer bütün gücünü səfərbər edərək öz ölkəsini bərpa etməyi bacarıb. Külə dönmüş ordudan yeni güclü ordunun yaradılması, dövlətlərarası münasibətlərin bərpa edilməsi, yeni dövlətçilik ənənələrinin yaranması məhz onun adı ilə bağlıdır. Ölkənin iqtisadiyyatının inkişafında isə K.Adenauer əsl möcüzələrə imza atıb və onun bu fəaliyyəti “Almaniya iqtisadiyyatının möcüzəsi” adlandırılıb.

Beynəlxalq siyasi müstəvidə həm qatı antifaşist, həm də qatı antikommunist kimi tanınan Adenauer Amerika Birləşmiş Ştatları ilə daha yaxın münasibətlər qurmağa üstünlük verib.

4j
Adenauer SSİ-də


1955-ci ilə qədər Almaniya ilə (AFR) SSRİ arasında heç bir diplomatik münasibətlər mövcud olmayıb. Adenauer Şərqi Almaniya məsələsinə görə SSRİ ilə əməkdaşlığın tərəfdarı olmayıb. Amma SSRİ-də 35 min nəfərdən artıq alman əsirinin qalması onu ciddi narahat edib. Bu narahatlığı aradan qaldırmaq üçün o, 1955-ci ildə SSRİ-yə rəsmi səfərə gəlib. Çılğın Xruşovla üz-üzə durmaq Adenauerə heç də asan başa gəlməyib. Almaniya kansleri əsirlərin qaytarılması ilə müzakirələr aparanda Xruşov əvvəlcə rəsmi diplomatik münasibətlərin yaradılmasının zəruri olduğunu bildirib. Qızğın müzakirələr zamanı ümumi nəticə əldə olunmayanda Xruşov bildirib ki, “biz tələsmirik, gözləyə bilərik, bununla heç kimin arxasına soyuq dəyməyəcək” deyerək əllərini şappıltı ilə arxasına çırpıb.

Səfər günlərində əsəbləri tarıma çəkilən Adenauer axşamdan xeyli keçmiş mehmanxanadan öz təyyarəsinin uçuşa hazır olmasını əmr edib. Bundan xəbər tutan Xruşov və Bulqanin təcili onunla görüşüblər. Sovet liderləri diplomatik əlaqələrin yaradılması ilə bağlı sənədlərə imza atdıqdan sonra dərhal bütün alman əsirlərinin azad olunmasını vəd ediblər.
Nəhayət, dörd günlük qızğın müzakirələrdən sonra SSRİ ilə Almaniya arasında müharibədən sonra ilk diplomatik əlaqələr yaranıb və 38 min alman əsiri Almaniyaya qaytarılıb.

5v
Adenauer və Çörçill

Xruşov hər dəfə mətbuata açıqlamalar verərkən Adenaeur haqqında fərqli fikirlər bildirib. Məsələn, kanslerin Moskva səfərindən sonra sovet lideri onu “dahi siyasətçi” adlandırıb. Başqa bir müsahibəsində Xruşov Adenaueri aşağıdakı ifadələri ilə təhqir edib:

“Konrad Adenauer başını itirmiş bir siyasətçidir. Onun ağlı gedib. Mən məsləhət görərdim ki, o, könüllü olaraq dəli paltarı geyinib dəlixanaya getsin...”

Adenauer də öz növbəsində Xruşovu normal düşüncəyə malik bir siyasətçi kimi qəbul etməyib.

Konrad Adenauer güclü siyasətçi olmaqla yanaşı, həm də çox maraqlı və hazırcavab bir şəxs olub.

Müharibədən sonrakı illərdə Vyaçeslav Molotovla görüşəndə Molotovun ona ilk sualı belə olub:
- Hitler kimi bir faşisti uzun illər öz ölkənizdə necə saxlamısınız?

Adenauer düşünmədən Molotovun cavabını verib:

- Biz bir ölkədə yaşasaq da, mən bir dəfə də olsun sizdən fərqli olaraq ona əl uzatmamışam.
Bununla Adenauer Molotova onun Hitlerlə görüşünü xatırladıb.

6z

Konrad Adenauerə kansler olduğu vaxt xarici işlər naziri vəzifəsini tutan Brentanyunun qeyri-ənənəvi cinsi orentasiyaya malik olduğunu irad kimi bildirəndə kansler maraqlı bir cavab verib:

- Mən bu haqda heç nə deyə bilmərəm. Çünki hələ ki, o, mənə heç nə təklif etməyib.

K.Adenauer kansler vəzifəsində qalmaq imkanı olsa da, o, yaşını nəzərə alaraq 1963-cü ildə, 87 yaşında könüllü olaraq vəzifədən gedib.

Almaniya Federativ Respublikasının ilk federal kansleri Konrad Adenauer 1967-ci ildə 91 yaşında vəfat edib.


İlham Cəmiloğlu, Musavat.com

Kaynak: https://musavat.com/news/kullukden-qudretli-bir-dovlet-cixaran-lider-konrad-adenauer-87-yasina-qeder-almaniyani-yeniden-qurub_767840.html



[Edited at 2021-02-11 17:50 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 11, 2021

--Tümüylen alıntıdır--

The Porn Hustler

Stephen Arterburn wrote the Evangelical classic book saying porn ruined his life. Was it a scam?

Jonathan Poletti --Nov 27, 2020 · 11 min read


Pictures of naked women ruin male minds, marriages, and horrify God Himself. This is a core idea of Evangelicalism, and its key teacher is Stephen Arterburn.

In 2000 he published a book, Every Man’s Battle, which went on to sell
... See more
--Tümüylen alıntıdır--

The Porn Hustler

Stephen Arterburn wrote the Evangelical classic book saying porn ruined his life. Was it a scam?

Jonathan Poletti --Nov 27, 2020 · 11 min read


Pictures of naked women ruin male minds, marriages, and horrify God Himself. This is a core idea of Evangelicalism, and its key teacher is Stephen Arterburn.

In 2000 he published a book, Every Man’s Battle, which went on to sell some 3.5 million copies. Its message is that women “should dress modestly,” but don’t, and so men have to work even harder to get rid of “impure thought lives and ungodly sexual actions.”

He’s there to help. His life was damaged since he was a child, he says, by porn. You don’t just need one of his books, though. He has a whole series of ‘Every Man’ titles. Looking through them, he tells various details about his life. I’m realizing: something’s off.

fgg

What are Stephen Arterburn’s credentials?
The book gives an impression of his being a mental health professional. “From my counseling experience,” he writes. The preface calls him “an experienced and widely respected counselor.”
He hosts what his website calls “the number one nationally syndicated Christian counseling talk show…” He’s regularly called a “Dr.” So what is his education? His author biography says he “carries degrees from Baylor University and the University of North Texas.” This is unusual phrasing.
He often adds “M.Ed.” to his name. But this is a master’s degree in education. He graduated from Baylor, he’ll note, with “the easiest degree I could find, just to get out.” A news story in 1976 notes his college major was ‘elementary education’.

I turn back to Every Man’s Battle, realizing it’s not a professional counselor speaking. It opens with a story of himself in 1984, driving and spotting a woman jogging. He was married, but his eyes feast on this “goddesslike blonde” with an “ample bosom” and those “rivulets of sweat cascading down her tanned body…”

“Blam!” — he’d smashes into another car. It was God’s lesson, he realizes, in what happens when you’ve not focused your sexual interests exclusively on your wife. “I was cheating Sandy out of my full devotion…”

He lays down a rule he tells men is coming from God: “You are sexually pure when no sexual gratification comes from anyone or anything but your wife.”

I’d have to ask which one. He’s had three.
His marriage isn’t what he’d let on.
He recalls in a 2001 book, Every Man’s Marriage, that he and Sandy didn’t have a sexual relationship.

When Sandy and I were dating, I attempted to hold her hand one night. She jerked back and said that the thought of holding my hand kind of made her sick. She said it in the nicest way possible, but for whatever reason, I simply wasn’t appealing to her.

After marrying, he says, “I was shocked to find that sex was a painful experience for her. She wanted no part of it.” It provides more context for looking at the sexy jogger?

But after years of marriage, he adds, “we’ve had some wonderful sexual experiences in recent years that we never had in our earlier years. It was worth the wait and worth my learning some new things about her–that sex could be something she would actually want versus dread.”
A year later, they divorce. “Many readers of Every Man’s Battle will be stunned to discover that my marriage ended in 2002,” he writes in Every Single Man’s Battle (2005). Indeed, it’s startling that shortly after he published his manual on sexual purity, he’d gotten divorced.

It was a relationship, he sighs, “so very broken for twenty difficult years.”
Once married, he says, sex was horrible or non-existent. “She wanted no part of it.” They were an “infertile couple,” as he puts it. They adopted a baby girl, and were “making progress,” he thought, toward having a healthy marriage. Then he noticed, as he writes:

“something was severely wrong. Of course, something had always seemed wrong in our marriage — since our wedding day, we both felt we had made a big mistake.”
He learns from a “mutual friend” she was having an affair. When confronted, she files for divorce. “There would be no chance for reconciliation.”
He looks back, realizing the marriage had been misbegotten from the start. “I rushed the relationship because I was acting out of fear that I would go through life unmarried, unloved, and an outcast in the Christian community.”

I email his (second) ex-wife, Sandy Simonian.
She has reverted to her maiden name, if she ever used his. I ask only for confirmation that his stories about her were true. No reply.

I think back on his story of the sexy jogger.
If seeing her was a sign, maybe it was a sign that his marriage really wasn’t working—and he could’ve done something about it, rather than waste twenty years on a marriage that would never be one.

Maybe it was a sign he liked blondes. I set before me images of his three wives. The middle photo, of Sandy, married in 1983, is from the Los Angeles Times in 1979. She’s brunette and strikes me as maybe lesbian. Not his type?

It feels to me like a story about an Evangelical man who blames women for his own complicated emotions. I can’t fault the snarky reading I notice in an online discussion of his odd marital history. (“He’s queer and the women are beards. Keeps pastoring, writes books for women, needs cover.”)
But for him, his life is a story about . . . porn.

If only he hadn’t seen those pin-ups!
It wasn’t his fault, naturally. He went to visit his grandfather, who had them around. “My favorites were the women wearing hard hats and operating heavy machinery,” he writes, with odd fetishistic specificity.

The snowball starts rolling down to Hell. A male friend induces him to masturbate. As a teenager, he’s having premarital sex. “They were objects of my gratification, just like those pictures on the wall of my grandfather’s shop.”

He notes in a recent profile that his youth was marked by his parents’ Christian legalism, and “a constant struggle with his weight.” He’ll also mention on occasion that his mother was deeply depressed following her father’s suicide. He rarely discusses his two older brothers, Terry and Jerry. He’ll mention in a 1988 book that they were all “three very prodigal sons.”


Jerry Arterburn
The sin Terry does is kept private, but Jerry’s was not. He was gay, and that year had died of AIDS. Stephen will recall of Jerry: “He was a talented, brilliant man whom I looked up to for most of my life.” Or later: “He was the moral one, I was the immoral one who had slept with all these people, gotten a girl pregnant in college, I paid for her to have an abortion.”

Indeed, he’d cycled through a variety of girlfriends, he says. “Eventually, I had sex with anyone at any time.” Then he found one he liked. When she gets pregnant, he makes her get an abortion
It later become a staple of Arterburn’s Christian witness. He uses everything.

“I hadn’t simply purchased an abortion — I had killed my own child!” he writes. “That so-called glob of tissue was bone of my bone and flesh of my flesh. I had it snuffed out.”

A profile adds details. The ex-girlfriend had contacted him to remind him that “he had not merely paid for it, but had actually pressured and manipulated her to get it. In fact, he had made it clear to her that he would not be there for her and their child if she went through with the pregnancy.”
I’m puzzled, as the newspapers have him, in 1975, marrying Jenny Ann Cheek, a fellow Baylor student. He’s never discussed this relationship, and mentions it only to note he concealed it from his second wife. “Sandy was a ‘catch’ — bright, attractive, talented, and gracious — and I didn’t want to mess up this courtship. I would hide who I really was.”

In 1976, he writes a newspaper editorial militating against gays being allowed to appear on T.V. He’s identified as a student at Southwestern Baptist Theological Seminary where he studies ‘psychology and counseling’. Gays are dangerous, he assures. He quotes an unnamed source who revealed:
“he and many other homosexuals prefer young boys as their sex partners. This is evident in homosexual pornography that features pictures of young boys participating in homosexual activity.”
Arterburn continues: “There are other areas of homosexual problems in society, but this problem with our children seems to be the most serious.”

He urges parents to “detect any unnatural behavior that could be a sign of homosexual involvement.” If such symptoms are found, the children must be “made to understand normal sexuality.”

Somehow he ends up at North Texas State University—again, getting the “easiest” degree he could? But he has a focus on writing books. The Publishers Weekly profile says: “Arterburn wrote his first book in 1984, after working at a psychiatric hospital and seeing the impact of family relationships on patients.”

It appears from the newspaper coverage he worked continually in health care management. His entrance into publishing seems to happen because of his co-author, a local celebrity pastor named Tim Timmons, who’d had a string of religious bestsellers, like Maximum Marriage, and established himself as a guru on Christian relationships.

In 1985 they publish Hooked on Life: From Stuck to Starting Over. From Arterburn’s bio: “He is currently vice president of operations for Comprehensive Care Corporation, a health care management firm specializing in behavioral medicine.”

Timmons is a rising star in self-help books, and personal sessions with him are highly desired. He can fix you, and your marriage! He writes in a later memoir it was all his own narcissism.
“Whenever my esteem was low and I needed another fix of affirmation, I went to the mall. I was sure to run into people who needed help or who had already been helped by me. Or I would visit the bookstores where I could see my books on display and be greeted enthusiastically by the sales’ staff or the customers.”

Arterburn and Timmons try to turn ‘Hooked on Life’ into a national counseling referral service. But Timmons flames out, getting a divorce and resigns from his church, as the Times will note, amid “rumors about marital infidelity and financial impropriety.”

Timmons is still around. I write asking about memories of Arterburn. No reply.
Arterburn learns to put out messages Evangelicals wanted to hear?
From his tony home in SoCal, he feels the pulse of the conservative Christian world. A 1985 news item has him pitching a film series called Hooked on Life, which is about how “negative emotions interfere with relations to other people.”. The supplied biography calls him a “counselor who has helped many people recover from drug and alcohol abuse.”

There’s no fact checking. He churns out books. He’ll write more than 70.
He helps his brother Jerry write a book as he’s dying of AIDS. In panic, Jerry wants to tell other gay people not to be gay anymore, so as not to meet his same fate. Their co-authored book, How Will I Tell My Mother?: A True Story of One Man’s Battle With Homosexuality And AIDS, is published in 1988, and remains a classic in the literature of reparative therapy.

Arterburn will recall fondly the wonderful effects the book had after his brother died. A profile in 2004 notes:
“During a Steve Green concert, for example, Arterburn heard Dr. Bill Bright, founder of Campus Crusade for Christ, say, ‘At first I felt homosexuals were getting what they deserved. Then I read Jerry’s book and had a conversion experience. Now I believe there are thousands of young brothers and sisters who need our help through this crisis.’”

The book was wonderfully helpful to Arterburn’s career, as he started getting booked on national talk shows as a more loving and forgiving, not so anti-gay Christian cleric, or counselor.
He was even on Oprah. He tells the Los Angeles Times: “On the show, in the midst of all these people yelling at each other, I came on and said, ‘Look, whether you think homosexuality is right or wrong, you have to love your children.”

He’d learned that you just say you’re something, and…“Blam!” You’re it.
His next branding move was a sensitive, feminist-friendly Christian man who isn’t “Mr. Wrong” anymore. He’s the “Sensitive New Age Guy,” or an acceptably Evangelical version.
Most of his books are marketed to women using this persona—peddling the sort of book you buy when wandering through a Christian bookstore, trying to find something that will help you, and just pick it up.

He becomes something of a local celebrity himself, with conferences. He and Sandy glamorous Christian role models. He praises his marriage in a 1995 interview. “When I come home, there’s nothing I want to do more than spend time with my little girl,” he says. “But I spend time with my wife first, and then my child. That way, there’s balance. It helps the whole family.”
He sells a lot of books crossing many subjects. But then the one book he writes for men, on porn—hits big. It’s his ‘battle’, apparently, and must make him a fortune.

He divorces Sandy and marries Misty.
A writer for GQ interviews him in 2006 for an essay on Evangelical “purity” culture. Arterburn is described as the guide to “wholesome modern living, including a diet book that shows people how to use Christianity to combat overeating.” He’s described:
“Arterburn is fully as good-looking as anyone in Hollywood, with a compact, lean physique, neat, close-cropped hair, and a symmetrical tanned face. Nice shoes as well, very glossy, black, and soft. Very American Giglio, actually.”

That’s a movie about a high-priced male escort.
“I used to go to the Golden Globes,” Arterburn says idly, amid names of the Hollywood stars he’s known, and “lots of prime time T.V. stars.”

But then he’s moved to Indianapolis. In 2012, he tells Publisher’s Weekly he’s “a doctoral student at Newburg Seminary and Bible College.” The school is now called the Newburgh Theological Seminary, and is near his home. It’s an unaccredited degree mill.
He’s getting more Evangelical all the time. He has a radio show. He does conferences. But the evil of porn—that’s his big thing.

Though he keeps up regular activism for reparative therapy, using Jerry’s story. He says in 2016: “I just loved him, but I knew what he was doing was wrong.”
I look up Jerry’s life. He had a brief career in civil service. He’s in the papers advocating for civil rights. “This law discriminates against minorities and women,” he says in 1979.
He had a few years of sexual awakening. Then he’s sick, desperate not to go to Hell. Saying, and doing, anything. I flip through How Will I Tell My Mother?—finding his mother recalling learning the news.
“Yes, there have been moments, even days, when I have known nothing but pure despair and sorrow. I have at times felt cheated, having poured out all my life into my precious boys, only to have one son threatened because of Satan’s power and ability to destroy so much God-given potential. There is no simple way to face the heartbreaking humiliation of a dying son who made the choice to misuse his body.”
Was it him that was sick? Maybe it was them. 🔶

Yeri: https://medium.com/belover/the-porn-hustler-afbb9dc71ff5


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

My Relationship Before and After Giving Birth

Andrea Huls - Apr 2, 2020·5 min read

df

How My Husband and I Met
I had been single and on dating apps for over two years before I met my husband. At first, I used them for fun. As time went by, I realized that I genuinely wanted to have a family. I wanted a home. I wanted to love and be loved. I hardly met men I could see myself with in the long term. After some disastrous experiences and heartbreak, I wasn’t sure I’d meet anyone who would want the same things.

I had almost given up hope when I tried out the app Hppn. That’s where my husband and I met. Right away, I noticed he was different from other guys that wrote to me. He didn’t send a dick pic or asked for sexy photos, for starters. We agreed to meet for a drink. On our first date, we talked for hours. He was kind and a bit shy.
We started to spend a lot of time together and got severe within a few weeks. I deleted all dating apps from my phone.

After six months, we moved in together, and he proposed almost a year after our first date. I knew early on in our relationship that I could start a family with him. We wanted the same things. We shared the same values.
We became a team. A strong team. We cleaned, shopped, and took care of the house. We cooked and tried out recipes. We planned our wedding. We traveled. We discussed our past, present, and future. We trusted each other. We were friends, equal partners, and lovers.

Our relationship has never been perfect. Like any other couple, we had our disagreements. But we managed to work things out and learn from our mistakes.

Parents to Be
Pregnancy brought us closer. Together, we went to every doctor’s appointment and a prenatal course. Each week, we read about what was happening in my body and our child's development. We discussed my birth plan. We bought and read books on parenting. We designed, painted, and decorated our baby’s room together. We shopped for clothes and other essentials. We learned how to bake butter cookies for our baby shower and handmade the decorations.

He was with me throughout labor and during delivery. No one had ever seen me in such a vulnerable way. He remained calm and reassuring. When I had my baby lying on my naked chest, we exchanged a look of pure love and gratitude.

Baby Arrives
Of course, the arrival of our baby filled our hearts with joy. But the truth is, we weren’t doing so great after I gave birth and the weeks that followed.

At the hospital, we were busy learning how to change diapers, feed our baby, and try to get some sleep. There wasn’t any time to think or talk about how our relationship was about to change.
Once we were home, as the inexperienced parents we were, we were getting to know our baby. We worried if he slept too much, gaining enough weight, or spitting up so much milk was normal. Our baby got a cold in his second week, and we worried some more. We always wondered if we were doing things right.
I went through several rough weeks. Postpartum was challenging, and recovery was slow. I didn’t feel like myself at all.

False expectations
When you are in a relationship, there is an expectation that the other person should know you. They should know you well enough to act the way you want them to act. Yet, as much as we love someone and they love us, our partners are not mind readers, and neither are we.

For the first month, stress built up, and sleep deprivation didn’t help. We bickered over whether the water was too hot during a bath or if I should feed the baby even if he had eaten not long ago. At times, I got frustrated with his family, which caused friction. There was stuff bothering us, and we weren’t talking about any of it.
My husband and I went to the hospital as a couple, and came home as a family. We needed time and space to figure out what that meant for us. We found ourselves with a new person in the relationship. An incredible cute, little person who took all of our energy.

We survived the first month, which some people told me would be the hardest. To me, the second month was more demanding. My husband and I felt more distant. We felt like strangers. We didn’t think like us. As the weeks went by, things would get better, but they didn’t. He went back to work, and I was home with the baby all day.
One night, our son wouldn’t stop crying. We tried everything we could think of. We were both tense, and our frustrations exploded. A few days later, we talked. I told him that he didn’t help me with the baby, and he responded that I didn’t let him.

According to Brené Brown, we tend to build a story in our heads about what the other person is thinking or feeling based on assumptions. We suffer for a "story" we tell ourselves that isn’t true.
We were both making assumptions about how the other felt. For instance, during the first month at home, I thought he was bored. He thought I didn’t trust him with the baby. Neither were true. It took a crisis to let out our frustrations and have an honest conversation. We both agreed we would be more vocal about our feelings and thoughts.

Besides there being communication issues and hurt egos, there wasn’t any time for us. I was exhausted and felt undesirable. The last thing on my mind was intimacy. Not only that, but I stopped being affectionate towards my husband. It happened unconsciously. I was consumed with our baby.

At the start of our baby’s third month, I began feeling better. We slept a bit more. We both felt more confident about ourselves as parents and their choices.

The thing is, if my husband is not okay or if I’m not okay, our family will not be OK. Our children will be affected by everything that happens between us. If we’re happy, he will be happy. I want him to grow in a healthy and loving environment. I want him to know that all emotions are valid and that it’s important to voice them. That starts with us.
We’re entering our fourth month as parents and adjusting to our new life. There’s a long road ahead. We’ve been communicating more and making time for each other. We’re enjoying our time as a family. We cuddle on the couch when we can. I hug him and kiss him like I used to. We found each other again.

I’m seeing my husband in a new light. I’m seeing him as the dad I knew he would be: caring, patient, attentive, and loving.
There’s no doubt that we will face new challenges. Our relationship will continue to evolve. We need to remember that we were a team initially, and we should always be one.

Kaynağı: https://andreahuls.medium.com/my-relationship-before-and-after-giving-birth-450c929fa7



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

5 Myths About Having a Healthy Relationship

What I’ve learned about intimate relationships in my newly married mid-life

Michelle Jaqua -- Sep 5, 2020 · 7 min read

edf

When I was younger, I had all these ideas about a romantic partnership and marriage. Since I wasn’t taught what healthy relationships look like, I learned from the idealized marriages on TV or in movies: The Brady’s on The Brady Bunch, The Cunningham’s on Happy Days, or The Huxtible’s on Cosby (I know, I know). I only saw relationships on the screen and what society presented as ideal while I was growing up.

After three marriages, I’ve unlearned the unattainable myths our society holds for relationships. In fact, these idealized notions can make a couple’s relationship more unhealthy.

Here are three myths of having a healthy relationship that I’ve had to unlearn over time.

Happy couples never fight
When you live with someone, it’s impossible to be happy and content all the time. Eventually, the two of you will differ on essential topics. It’s not important that you disagree with each other, but rather HOW you both resolve your disagreements.

Fighting fair is healthy in a marriage. Fighting to win makes an unhealthy and unhappy marriage.
In my past two marriages, arguments wracked my relationships. Our fights escalated the more we tried to resolve the problem. One husband ignored me and refused to settle anything. The other threw a temper tantrum and became verbally abusive. Both ways cast stones into the relationship bucket that eventually sank our marriage.
In my current partnership, we work (sometimes painstakingly) through the problem together. Neither one of us likes conflict, and both of us approach strife differently. However, we have respect for each other and our relationship. Since we’re older, we know that a disagreement requires respectful communication with a lot of gentle navigation. We also know we must reinforce our love for each other, even during the conflict.

Sometimes conflict isn’t something we can resolve. We’ve learned that sometimes resolving conflict is less important than understanding each other’s opinions, even if we don’t agree with them.

Marriage is the universal step you take in life
I was always taught that you became an adult, there was a list of achievements, in this exact order, to have a perfect life:

graduate from college, get a good job
find a boyfriend, get engaged, get married.
have children
work for your entire life to support yourself, your family, and save for retirement
retire, then die

Wow, is that archaic, or what?

In the past, this ideal life was hammered into our heads, and if we didn’t achieve this, we let down society.
Life is not a universal timeline of “achievements.”

Marriage and/or having kids isn’t for everyone. Marriage will not take away your loneliness. Your lifestyle does not have to involve a partner or parenthood to make you happy.

In life, we are going to experience hardships and will be thrown off track at some point. Our dreams are different than what society expects of us.

There are no rules for what will make you happy. We are all unique, and you need to find whatever it is that makes you happy. Your happiness should not be based on whether or not you’re in a relationship. A relationship can add or detract from your joy in life, so don’t push for something you think you need if you aren’t sure it’ll be a good fit for you.

Live life and be happy with the content of the people who share it with you. That’s what will make you happy.

Elevating your commitment to each other will save your relationship
I’m twice divorced with a lot of relationship mistakes. I’ve learned that a long-term commitment isn’t based on marriage or having kids. Commitment is based on two people getting to know each other very well and deciding to be together and build on their relationship.

Communication is the most important thing here because both people need to hear and be heard.
Even after a formal commitment, such as marriage, personal responsibility is an everyday action. When one person is on the fence, or outright disrespectful and creating a foundation of doubt, you have no base to build on and grow as a couple. You are pulling all the weight while the other person is skating along, feeling fine. After all, they’re in the catbird seat, with no plans to leave because they have a “relationship” and everything that comes with it without having to work for anything.

If a person isn’t committed to you, they will not be more committed if you get married and/or have children. This may bind you to them more tightly, but do you really want to be wrapped up with someone who is squirming to break free?

Of course not.

However, many women (myself included) believe that even though the relationship sucked, getting married, or having babies would bring the partners closer together. It does the exact opposite; it pushes the two further apart.
You want someone who doesn’t hesitate when you discuss your future together. You want a partner, not someone you have to lead along and hope they are as committed to you as you are to them.

You want a person who shows you that you mean the world to them, and they show you in their actions — being a solid foundation for you, being loyal to you, and including you in their life. Not someone who is there for selfish reasons, whether it’s sex, a warped image to hold up their massive ego, or even darker than that (such as power plays).

If you demand marriage or get pregnant, that isn’t going to make him love you. It’ll eventually make him resent you.

You must sleep together or your relationship is in trouble
When I say “Sleeping together,” that doesn’t mean sex. It means sharing a bed together. Sharing a bed for slumber does not ensure a healthy relationship, just as sleeping in separate bedrooms does not mean you are an unhappy couple.

In fact, how you sleep doesn’t determine your relationship at all. What differentiates your relationship is how flexible you are if your current sleeping accommodations aren’t working for you.

Many people have problems with sleep: different sleep/wake cycles, snoring, insomnia, sensitivity to light or noise, or other preferences for your mattress.

It’s up to you as a couple to communicate with each other to determine how both of you can get a good night’s rest. Lack of sleep will turn your relationship and your life into a nightmare.
Sleeping together is one of the biggest problems my husband and I have. We like to sleep on different mattresses (I like a more firm mattress than him), I snore and have insomnia. I go to bed earlier and wake earlier than my husband.

It’s up to me to manage my sleep problems, but it’s up to my husband to tell me what he can and can’t live with. We have a newer relationship (five years together). Coming into the relationship with our individual needs set in stone, it took a lot of ingenuity to develop a way for both of us to get a good night’s sleep.

We could sleep in separate bedrooms, and our relationship wouldn’t suffer, so why do we go through all of this? Well, we have sat down and talked several times about our sleeping differences. We may turn towards separate bedrooms in the future, but for now, we are satisfied with our arrangements.

We also know several couples who have their own bedrooms. They have healthy relationships, and like us, they have several sleep challenges.

These friends have reassured us that if we need to have separate bedrooms in the future, it won’t mean our relationship is over.

When passion fades, your relationship is in trouble
When I was young, I envisioned a man who was passionate about our relationship. He loved me unconditionally, and we lived happily ever after.

Well, that’s a Disney story, not real life.

Of course, there’s passion in the beginning. You want to be around each other all the time. You have sex “all the time.” The romance is intoxicating, and you feel like a Goddess.

Who DOESN’T want to feel that way all the time?

However, passion is a hot and fast flame that eventually burns itself down after a while. Passion is what you may call in the animal kingdom as “mating.”

When passion naturally recedes as you become more partnered together, two things can happen. You find that the two of you aren’t compatible and go separate ways, or you ease into a more solid foundation of love.

A partnership after the mating period takes work. You take two people and put them in a long-term relationship, you’ll find many bumps in the road. Two different people make one life together, and that’s going to cause eventual conflict. Fueling your love by communicating, instilling trust, showing respect for your partner, and healthily working through conflict will keep your connection alive.

Kaynak: https://medium.com/the-virago/five-myths-about-having-a-healthy-relationship-4514861e0a05





[Edited at 2021-02-12 01:16 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
___ Feb 12, 2021

--Alıntı--


The Pervert Who Changed America: How Larry Flynt Fought the Law and Won


Larry Flynt was a hardcore porn pioneer, a born-again Christian, an antagonist of the women's movement, and a First Amendment crusader. What will he leave behind?

By Drew Millard - December 11, 2016, 4:00pm


Larry Flynt spends his days sitting in a gold wheelchair on the top floor of a building that's shaped like a big gold dildo. Hi
... See more
--Alıntı--


The Pervert Who Changed America: How Larry Flynt Fought the Law and Won


Larry Flynt was a hardcore porn pioneer, a born-again Christian, an antagonist of the women's movement, and a First Amendment crusader. What will he leave behind?

By Drew Millard - December 11, 2016, 4:00pm


Larry Flynt spends his days sitting in a gold wheelchair on the top floor of a building that's shaped like a big gold dildo. His office is covered in money-green carpet sectioned into squares by gold lines. On one side sits a golden life-size statue of Julius Caesar. On the opposite wall, there's an end table with green marbling and gold trim on top of which sits a pair of gold statuettes that from a distance resembled Oscars but up close reveal themselves as busts of nude female torsos. On the surface of Flynt's desk, which is accented with even more gold trim, there are two decorative gold pens, a gold-framed photo of him and Bill Clinton, a bowl of gold paperclips, and a gold stand that holds a 9/11 "Deception Dollar."

*-*Görsel netten alındılf

*-*Görsel netten alındı12

A few feet away from a gold chandelier that's so big you have to duck in order to walk under it, Flynt sits, facing the window. As he looks down on Wilshire Boulevard in Beverly Hills, a pair of large men sporting matching suits and identical haircuts descend upon him. One of them combs Flynt's thinning gold hair, while the other stands behind him, adjusting the collar of his suit, which has a gold lapel pin in the shape of a hand clutching a single diamond. There are two gold rings on his left hand, and one gold ring on his right pinky. He wears a gold, diamond-studded watch on one wrist, and a gold, diamond-studded bracelet on the other. His face, once boyish and chubby, is now gaunt, and vestigial skin billows around his neck like an Elizabethan collar.

The man behind Flynt lifts him up by his armpits, suspending him 18 inches or so above the seat so that his blood can flow more easily down into his lower body. Flynt closes his eyes, and his face goes blank, as if he has momentarily receded into himself. Almost reflexively, I divert my gaze to a nearby table, where I find a miniature sculpture of two people fucking doggy style. This is not a subtle office, but then again Flynt—once the most provocative, most reviled pornographer in America, now an old man in the twilight of life—was never a subtle guy.

By its late-70s peak, Flynt's flagship publication Hustler reached 3 million sweaty palms per month, transgressing every boundary under the sun and earning the scorn of both the religious right and the feminist left. In his quest to piss off the entire world and make himself rich in the process, Flynt developed a bull-headed insistence upon contesting every single lawsuit and obscenity charge that came his way, transforming him into an unlikely canary in the coal mine of First Amendment law.

In 1978, Flynt was shot in the gut by the white supremacist serial killer Joseph Paul Franklin for running a photo spread depicting interracial sex in the December 1975 issue of Hustler. Franklin's bullet caused such severe damage to a cluster of nerves near the base of Flynt's spine that he never walked again. He spent years combating the excruciating pain stemming from his shooting by injecting pharmaceutical opiates, writing in his 1996 memoir An Unseemly Man that he has suffered multiple drug overdoses and twice been declared legally dead. In 1984, he spent six months in prison on a contempt of court charge, where his already bum legs were mysteriously broken, and he developed bedsores so severe he eventually had to be hospitalized.

Despite this, Flynt, now 74, has outlived his rivals and survived to watch the cultural epoch he was a part of fade into history. His list of enemies, once Nixonian in scope, has dwindled as his old sparring partners have either died or simply given up. But as he scrapped, sued, and screamed in pursuit of a world in which pornography and outrageous language are accepted as facts of life, Flynt helped create precedents that are still with us. He won. Even if it doesn't look like it.

Flynt's attachés wheel him over to his desk, where my photographer asks him to smile. He does not. "I've got a lot of work to do," he says to Evan Roosevelt, a large guy in his early 30s who serves as VP of marketing for Hustler's various brands. Flynt speaks slowly, often wheezing between sentences and gurgling as he struggles to enunciate his words.

Smile or no, the photographer begins snapping away. As if in protest, the left half of Flynt's face slackens, drifting downward to join the skin that has collected at the base of his neck. Flynt gradually tilts his head back, and his mouth falls all the way open, as if he's trying to parody the way old people look when they fall asleep in front of the TV.

As a last-ditch effort, someone calls in Flynt's fifth wife, Liz—his former nurse who now works down the hall as a Larry Flynt Publications executive—in the hopes that she will get a rise out of her husband. "Say money!" she says cheerfully, using her index fingers to widen her own mouth into a smile as if she's coaching a third-grader on picture day.

Flynt closes his eyes and retreats into himself again.

Larry Flynt was born in 1942 in a literal log cabin in the backwoods of Kentucky. His memoir describes an early life filled with sexual trauma and strangeness. When he was seven, a girl six years his senior fondled his penis as his cousin watched. Two years later, he caught one of his grandmother's chickens, penetrated it, and then killed it in a panic. At 15, he ran away from home only to return after an armed man claiming to be a police officer picked him up on the side of the road, ordered him to undo his pants, and performed oral sex on the terrified teen. A few weeks later, he used a forged birth certificate to enlist in the Army and, during basic training, lost his virginity (what was left of it, at least) with a prostitute who was in her 40s.

After being discharged from the Army due to personnel cutbacks, Flynt, still just 16, joined the Navy. While awaiting deployment, he married a woman he met in a bar in order to have sex with her, only to divorce her when the sex was bad. At 19, he married his girlfriend Peggy, who at the time was pregnant with another man's child. When Flynt left the service for good, the couple settled in Dayton, Ohio, and had a kid. The marriage, which had seemed doomed ever since Flynt had gotten institutionalized for firing a pistol at Peggy's mother, dissolved completely when Flynt resolved a marital argument by spitting in his wife's face.

Newly single and out of the service, Flynt became an entrepreneur, operating some dive bars and a vending-machine business before finding success with a chain of go-go bars he named the Hustler Club. It was while interviewing women to dance at his clubs that he met and fell in love with Althea Leasure, a teenage runaway who quickly became an integral part of Flynt's business enterprises. She took over the management of the Hustler Clubs as Flynt worked to convert its newsletter, which highlighted the chain's new dancers, into a national publication positioned as a blue-collar alternative to Playboy and Penthouse. The magazine went from an also-ran jerk-off magazine into a bona fide sensation in the wake of its August 1975 issue, in which Flynt published paparazzi photos of former first lady Jacqueline Kennedy Onassis in the nude. The issue flew off newsstands—Flynt wrote that he sold a million copies "in a matter of days," including one bought by the governor of Ohio—and just like that, Flynt's fame and fortune were made.

Before Hustler, the two primary sources of one-handed literature in America were Playboy and Penthouse (which both turned down the Jackie O photos before Flynt bought them). These targeted readers who Playboy's Hugh Hefner once described as "urbane fellows" who enjoyed "good food, drink, proper dress, and the pleasure of female company." They listened to jazz and read Nabokov, and when they weren't having sex with their totally real girlfriends, they enjoyed considering artful photographs of bare-breasted women, genitalia obscured and flaws airbrushed out.

Flynt did not try to sell porn to this rarified (and maybe imaginary) audience. He sold porn to regular blue-collar men, horny dudes who wanted to jerk off and did not give a fuck about art—dudes like him, basically.

"Larry Flynt was king of the hillbillies," says Robert Ward, a writer and former Miami Vice showrunner who cut his teeth as a prominent figure in the 70s-era New Journalism movement. He spent two weeks with Flynt in 1976 for a profile that ran in New Times. Ward found the flamboyant pornographer fascinating and repulsive in equal measure. Flynt had just risen from the forgotten underbelly of the American underclass to fabulous wealth and carried himself like an unconscious parody of Hugh Hefner's libertine intellectual persona. He wore a gold pendant in the shape of a vagina around his neck, flew around in a pink jet that once belonged to Elvis, talked openly of massive orgies, and lived in a mansion with a replica of his childhood log cabin in the basement—complete with a statue commemorating the time he fucked that chicken.

Though Ward found Flynt to be an unrepentant hedonist and cynical businessman, the budding mogul was also charming and whip-smart, and his more unsavory tendencies were tempered by a whiff of naiveté. By 1976, he'd recruited Althea to help him oversee the magazine's production, and the pair seemed in over their heads. In one of their conversations, Ward recalls, Flynt, desperate to find better writers for his magazine, went to the journalist for advice. He asked Ward to tell him the best writer he could think of. "James Joyce," Ward responded. Flynt then asked how to get in touch with the famed author, not realizing he'd died in 1941.

"He spoke to a segment of men who felt disempowered by women standing up and saying, I'm not gonna take it anymore."

Carolyn Bronstein is a media studies professor at DePaul University whose 2011 book Battling Pornography recounted the anti-pornography efforts of the women's movement during the 70s and 80s. Much like Hefner of Playboy and Bob Guccione of Penthouse, she tells me, "Larry Flynt had his finger on the pulse of the culture and realized there was money to be made by selling sex." But unlike his competitors, Flynt took a more reactionary stance toward progress and the sexual revolution. Bronstein says, "He spoke to a segment of men who felt disempowered by women standing up and saying, I'm not gonna take it anymore. He saw that anger; he knew he could feed it and make money off of it."

Hustler was crass where Playboy was classy, grotesque instead of tasteful, joyful and depraved. Sex was dirty, and Flynt's magazine reflected that filth. "Nothing was too low for him to make fun of or sexualize," Bronstein says.

Many of Hustler's editorial cartoons trafficked in obvious—and obviously offensive—racial stereotypes, while others featured a character called Chester the Molester (which was drawn by a man who was later accused of molesting his own daughter). "We will no longer hang women up like pieces of meat" declared a quote from Flynt on its June 1978 cover—a quote paired with a drawing of a naked woman being stuffed through a meat grinder. The magazine once ran an interview with Charles Bukowski in which the author defended the psychological makeup of pedophiles and rapists, then delved into the granularities of fucking a high-heeled shoe. One of its recurring columns was dedicated to the character assassination of politicians, anti-porn activists, and anyone else Flynt felt had acted hypocritical. The column was called Asshole of the Month, and its goal, says its longtime author and former Hustler editor Allan MacDonell, "was to make the subject cry."

David Gordon worked as an editor at Hustler in the mid 90s; his debut novel, The Serialist, was in part inspired by letters he received from convicts back then. "There was this sense of not really being answerable to anybody because we'd already gone too far," says Gordon of his experience. "In a way, I felt like I was onboard a pirate ship, like I was in this swashbuckling, libertarian outlaw crew."

But not everyone felt that Hustler was a liberating force. The women's movement in particular balked at the magazine, which contained extreme content that often made women feel cut out of the cultural shifts that had made porn part of the mainstream.

"I think if you pull back the lens a bit, not everybody is comfortable with [pornography]. Many feminists then and now don't consider it an appropriate way to represent women—especially if men are at the helm of the operation," says Carol Queen, a writer and activist who holds a doctorate in sexology and co-founded the San Francisco-based Center for Sex and Culture. "The fact that so many women found Hustler to be oppressive is what it is, and it doesn't matter whether the intent was to oppress."

In its own way, though, Hustler's content shed light on what was then the sexual fringe. Its early issues depicted erect penises, interracial sex (neither of which Playboy and Penthouse had touched), bondage, MMF threesomes, a nude pregnant woman, and a pre-operative trans woman, which the academic Laura Kipnis referred to in her essay "Disgust and Desire: Hustler Magazine" as "a true moment of frisson for your typical heterosexual male."

And even if he showcased non-traditional sexualities with all the subtlety of a carnival barker, the fact that Flynt was presenting them at all is significant, says Queen. "There are multiple ways to slice it," she says. "Yes, the framing was problematic, but at the same time, it increased visibility and gave people who hadn't figured out this piece of their identity a feeling of what might be possible."

In a weird way, Queen says, even Hustler's offensive and at times alienating imagery had progressive, though completely unintentional, effect. "That's part of the gift of Larry Flynt," she says. "He gave us a discussion that helped us understand how problematic sex could be for some people."

Meanwhile, Flynt's life continued on its bizarre, winding course. In 1977, he befriended President Jimmy Carter's sister, Ruth Carter Stapleton, who converted him to evangelical Christianity while the pair was sharing a ride on Flynt's jet. Though religion didn't take, he made overtures at distancing himself from the day-to-day filth of Hustler. He turned his eye toward more respectable publishing, buying up a few alternative newspapers. He also hired Paul Krassner—the former editor of the underground satirical newspaper the Realist, who'd also put in time with Ken Kesey's band of Merry Pranksters and co-founded the Yippies—to head up Hustler's editorial direction.

Flynt also set about clearing his conscience. In an unreleased excerpt from her memoir My Life on the Road provided to VICE by her publisher, feminist icon Gloria Steinem and longtime Flynt antagonist (who is now a host on VICELAND) recounted that following his conversion Flynt reached out to her through the Carters, asking her to formally forgive Flynt on behalf of all women. "If I offer[ed] Flynt absolution," Steinem wrote, "he [would] give $1 million toward the passage of the Equal Rights Amendment," the proposed constitutional amendment guaranteeing equal rights for women. But Flynt's well-known penchant for publicity stunts made Steinem suspicious, and she declined the indecent proposal.

As the 70s bled into the 80s, Flynt was repeatedly sued for obscenity, shot and paralyzed by Franklin, and increasingly erratic thanks to his undiagnosed bipolar disorder. While a national debate over the potential dangers of pornography whirled around him, Flynt became reclusive, surrounding himself with armed guards and rarely leaving his mansion near Hustler's new Beverly Hills headquarters.

Though Flynt had always shown an interest in free speech due to his enmity toward anyone who dared tell him to shut up, it's during these years that he began surrounding himself with icons from the previous era of radical protest. He palled around with comedian and civil rights activist Dick Gregory, tripped acid with Timothy Leary, and commissioned Terry Southern to write a movie about Jim Morrison. Of all his unlikely relationships, he says, "Probably my two best friends were Gore Vidal and Madalyn Murray O'Hair of American Atheists… I was always like a sponge when I was around them, just absorbing everything I possibly could."

"He was pulling these people in for different kind of inspiration and trying to really stir things up," says former Hustler executive editor Allan MacDonell, who started with the magazine in the spring of 1983, just as Flynt came into his own as a self-styled dissident. In the months after MacDonell signed onto the mag, Flynt leaked a videotape of struggling auto magnate Bob DeLorean being arrested by the FBI as part of a cocaine sting, sued the government for press access to the Grenada conflict, and ran for president as a Republican (partially as a way to circumvent obscenity laws, and partially on the advice of Dennis Hopper, who'd been laying low in Flynt's Bel Air mansion after being institutionalized for trying to blow himself up with dynamite).

Perhaps most notoriously, Flynt attempted to represent himself in front of the Supreme Court, only to be forcibly removed from the chambers for calling the justices "Eight assholes and a token cunt" when his request was denied. He then took off his dress shirt to reveal a T-shirt that said, "FUCK THIS COURT" and was later taken to the police station in his own limo, which defiantly flew a pair of American flags.

"When that happened," MacDonell recalls, "I was just like, What the fuck, this is the guy I'm working for?"

Shortly after his stunt in front of the Supreme Court, Flynt was called to testify about the DeLorean leak. He showed up to the hearing with an army helmet on his head, a purple heart medal pinned to his chest, and a diaper made out of the American flag pinned to his ass. He was held in contempt of court; during his arraignment, he told the judge, "Take my ass to jail, cocksucker." At a follow-up hearing, he told another judge, "Fuck you."

"It was kind of an amazing time to be at Hustler," says MacDonell. "Larry wasn't necessarily talking truth to power, but he was talking rage to power."

Flynt's pattern was to print something that broke new ground in the field of bad taste, getting sued, then fighting that lawsuit until he either exhausted his options or won, thereby setting some sort of legal precedent. He was an explorer on the outer edges of the First Amendment, testing just how far free speech protections could be stretched.

A Hustler article about autoerotic asphyxiation yielded a suit that in turn helped establish that publishers can't be held liable if readers harm themselves or others based on something they read in a piece of journalism (Herceg v. Hustler Magazine, 1987). Flynt's personal vendetta against fellow pornographer Bob Guccione sowed the seeds for a ruling in Flynt's favor that furthered the standards by which a public figure can be deemed "libel-proof" (Guccione v. Hustler Magazine, 1986). The United States Postal Service once sued Hustler because Flynt wouldn't stop sending copies of his jerk-off magazine to members of Congress—he won that case, too, in the process reinforcing the idea that congressional offices cannot refuse mail from constituents, a ruling that Flynt takes full advantage of to this day (United States Postal Service v. Hustler Magazine, 1986). Jokes former Hustler staffer David Gordon, "[At a certain point], you knew if you took him on you were basically going to the Supreme Court."

True to form, it was an errant kiss-off to the powers that be that spurred the years-long court battle that cemented Flynt's place in legal history. In Hustler's November 1983 issue, Flynt ran a parody of a popular series of ads for Campari liqueur that consisted of a fake interview with the televangelist Jerry Falwell in which the conservative preacher talked about losing his virginity to his mother in an outhouse. Given that the previous month's cover had featured a nude woman spray-painting "George Bush Has AIDS" on a brick wall, the Falwell parody was by no means the most tasteless thing to appear in the magazine that year. In all likelihood, the issue would have come and gone without anyone noticing—except for the fact that Falwell himself caught wind of it.

"He was selling religion, and I was selling porn. We were both good at what we did, and we were both making money."
–Larry Flynt on Jerry Falwell

"Falwell was pissed. He claimed he read the ad and collapsed," says MacDonnell. Within weeks of the fake interview's publication, he sued Flynt for $45 million, and then helped cover his legal bills by sending the ad to his congregation asking for donations.

"He was a charlatan," Flynt says with a distinct note of admiration when I bring Falwell up. "He was selling religion, and I was selling porn. We were both good at what we did, and we were both making money."

Falwell claimed that Flynt and Hustler had committed libel, invasion of privacy, and intentional infliction of emotional distress. A judge threw out the invasion of privacy claim before the case even began, and a jury eventually ruled that Hustler had only committed intentional infliction of emotional distress. By the trial's conclusion in late 1984, Falwell's requested $45 million in damages were whittled down to a much more manageable $150,000, which for the wealthy Flynt was tantamount to pocket change.

Flynt refused to pay up, however, appealing on the grounds that parody and satire were protected speech under the First Amendment. After a pair of higher courts shooed Flynt away in 1986, he appealed a third time, asking the Supreme Court to hear the case. The justices agreed, and in 1987—four years after Flynt had gotten kicked out of the court's chambers for screaming obscenities—he found himself yet again appearing in front of the highest court in the country, this time wearing a suit.

When I ask Flynt about that day, he sucks on his teeth. "I remember sitting in the gallery of the Supreme Court. It was Falwell and his family on one side lookin' like a Norman Rockwell painting. I figured, 'I'm going down for the count. They're not gonna rule in the pornographer's favor.'"

And yet, the pornographer won in a unanimous decision.

"The Supreme Court's opinion in Hustler was a triumphant celebration of freedom of speech," wrote the legal scholar Rodney Smolla shortly after the decision, making note of its "profound First Amendment significance." The decision was a widening of a previous ruling, 1964's New York Times Co. v. Sullivan, which had established that a publisher couldn't be sued for libel unless they'd shown "actual malice"—which the court defined as "knowledge that statements are false or in reckless disregard of the truth"—when printing false information.

"[The Falwell case] has continual significance for two reasons," says William B. Turner, who teaches First Amendment courses at UC Berkeley and whose book Figures of Speech devotes a chapter to Flynt. "One, it provides protection for satire and [parody]…. Two, it expands the Sullivan rule to non-libel cases where a public figure is complaining about humiliation caused by an article's publication."

Even after the Sullivan ruling, public figures such as celebrities and politicians could still control what was printed about them, to a degree, through the possibility of filing suit against a publisher on the grounds of "intentional infliction of emotional distress." In this case, Falwell was suing Hustler for intentional infliction of emotional distress on the grounds that the magazine knew he wasn't an incestuous drunk but printed a deliberate lie in order to hurt his feelings. Explains Turner, "Satire is a deliberate lie," but it's also something he calls "rhetorical hyperbole—a statement no one would believe to be factual." He concludes, "The fact that something is malicious character assassination doesn't mean it's not protected by the First Amendment." For that protection, we have the precedent set by Flynt to thank.

These days, Hustler is a shadow of its former notorious self. You can find traces of its penchant for bomb-throwing in a great many publications of the online era—especially Gawker, which went down in a blaze of lawsuits after pissing a lot of people off and posting a snippet of a Hulk Hogan sex tape. But Hustler itself isn't in the conversation.

It's Evan Roosevelt's job to change that. The 34-year-old has a background in both politics and tech consulting, and is currently attempting to revive the flagging Hustler brand by mirroring successes in the worlds of music and traditional publishing. He recently helped broker a licensing deal with the avant-streetwear brand Hood By Air, which he views as the first step in introducing Hustler to a millennial audience. "The marketplace of adult entertainment is changing, and we want to change with it," he tells me. "I think anyone under 30 or so isn't really familiar with Hustler as much as they could be."

Though Flynt still comes into the office every day and remains involved with the company he founded, the Hustler brand is very different from what it used to be. Most of the company's revenue comes from a pair of casinos in nearby Gardena, as well as the company's chain of Hustler Hollywood sex stores and a new generation of Flynt-affiliated Hustler Clubs that they launched with a third party. The magazine itself has a circulation of fewer than 100,000 and employs a full-time staff of two, relying largely on freelancers.

Still, Flynt himself remains an icon in the world of porn. "When Larry Flynt comes into a room, people stand up. He's a godfather-type figure," says the porn producer, director, and performer Joanna Angel. And Hustler the company is still a key player in the industry: Its pay-per-view channels often pay production studios for content; porn stars can make money by appearing at Hustler Clubs or selling branded sex toys at Hustler Hollywood stores. "They keep a lot of people in business," says Angel.

Just as Flynt did with Hustler in the 1970s, Angel spied a hole in the market and carved out a niche. She's the owner of the BurningAngel Entertainment production house, and is one of the pioneers of "alternative pornography"—think performers with tattoos and piercings getting it on to punk and metal. She was a featured model and had a spread in an issue of Hustler, and for a brief period in the mid 2000s was a part of the company's in-house production team. "When I first started my company, I dreamed of making something like Hustler," she tells me over the phone. "They were the first people to make hardcore sex mainstream."

Flynt himself was made mainstream by the 1996 film The People vs. Larry Flynt, a prestige-y picture that sanded over the man's roughest edges and recast the pornographer (played by Woody Harrelson) as a renegade free-speech icon. His Supreme Court victory against Jerry Falwell was rendered as the ultimate vindication of a pure-hearted pervert who defended the nation's ideals even when he was rejected by the nation.

Though the film underperformed at the box office and high-profile feminists like Steinem accused the creators of glossing over the retrograde sexual politics of vintage Hustler, The People vs. Larry Flynt received rave reviews, and Harrelson earned an Oscar nomination.

"I'll tell you what the movie did, see," says Flynt. "Everybody knew who I was, but nobody knew my story. [With the film's release], they could get some continuity on my life."

The People vs. Larry Flynt helped reframe Flynt as a more conventional figure, and the internet soon made his magazine seem mostly harmless. Hustler may have shocked in the 70s and 80s, but with computers giving everyone easy access to the most depraved images and fantasies you could dream up, the publications no longer seemed so cutting-edge in the 2000s. And Flynt's personal provocations no longer seem so provocative.

In 1998, during the heat of the Clinton impeachment scandal, Flynt ran an ad in the Washington Post promising a bounty of up to $1 million for "documentary evidence of illicit sexual relations with a Congressman, Senator or other prominent officeholder." He wound up with dirt on Republican representative Bob Livingston of Louisiana, who was set to become speaker of the House but resigned instead.

In some ways, that affair (pun intended) was the climax of Flynt's long crusade against hypocrisy. But it's also just one sex scandal among many. When the Washington Post published a leaked tape of Donald Trump boasting about groping women this fall, it capped off nearly two decades of politicians being publicly exposed for sexting, shooting off creepy emails to congressional pages, taking "wide stances" in airport bathrooms, and disappearing to canoodle with their secret Argentinian mistresses. Flynt recently offered up a million dollars in exchange for dirt on Trump, but he came up empty—anyone sitting on a juicy tape or photo would have plenty of buyers.

The world Larry Flynt helped create has left him behind. Many of the tools he once used to punch up against power have now become a tool to kick the oppressed. In the culturally conservative eras of Nixon and Reagan, even the Hustler jokes that crossed into racism and sexism, or made light of rape and pedophilia, yielded conversations about topics that the mainstream had deemed too taboo to even address. In the age of the internet, wrote Kelefa Sanneh of the New Yorker in a 2015 article about free-speech fights on campus, "[Our] instinctive preference for 'free speech' may already be shaping the kinds of discussions we have, possibly by discouraging the participation of women, racial and sexual minorities, and anyone else likely to be singled out for ad-hominem abuse."

Thanks to social media, battles over free-speech rights are now often battles over the right of others not to be verbally attacked, and they're adjudicated not in courts but by the private companies that control the online conversation.This summer, for instance, the right-wing agitator Milo Yiannopoulos declared himself a "free-speech martyr" after being banned from Twitter for directing a vicious harassment campaign against the black comedian Leslie Jones.

"You pay a price for living in a free society, and that price is tolerating things you don't necessarily like."
When I ask Flynt if he thinks forms of communication widely recognized as "hate speech" should be censored or regulated, he responds by challenging the validity of the term. "I think the Democrats are splitting hairs when they talk about hate speech," he says. "When you kill somebody, does it matter if you killed him because you hate him or you were just having fun?"

To Flynt, the right to shock, prod, and offend people is still something worth fighting for. "Free speech is not free," he tells me. "You pay a price for living in a free society, and that price is tolerating things you don't necessarily like." Flynt feels that not too many young people understand that. "They've been born into a culture with so much apathy that they take all their civil rights and individual liberties for granted, without realizing they can lose them as fast as they can gain them. It's not being concerned about your free speech expanding, it's just being able to hold it. It's very fragile. Even our democracy is fragile."

On Flynt's desk, resting next to a neatly arranged grid of dirty magazines, sits the book One Nation Under Sex, which he wrote with the historian David Eisenbach and is an examination of how sex scandals have shaped the untold history of our nation. Its first chapter, "Founding Flirts and Fornicators," seems to offer an implicit comparison of Flynt and Benjamin Franklin, who according to the book "became the first American printer to make a profit from his newspaper" through "attracting readers with salacious stories and an open discussion of sex." The book adds that when it came time for the United States to select its first ambassador to France, that Franklin's "irrepressible sex drive, unconventional personal history, and raunchy public writings made him the perfect choice."

I bring this passage up to Flynt. Does he hope history will reframe his legacy yet again and place him within the tradition of rabble-rousers instead of opportunistic titillators? Instead of selling sex, will we remember him for selling speech?
Flynt takes a moment to suck on his teeth. "I'll leave that for the historians," he says. "I'll probably be a footnote somewhere."


Kaynak: https://www.vice.com/en/article/qkbzjx/larry-flynt-profile-2016



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Sex Workers Are Not Happy with the Plans for Amsterdam's Red Light District

The city's mayor says relocating sex workers will improve their safety. Sex workers disagree.

By Djanlissa Pringels -- February 12, 2021, This article originally appeared on VICE Netherlands.

// "De Wallen" Red Light District Amsterdam///edr

Amsterdam’s iconic Red Light District may soon disappear. Known locally as De Wallen, in non-pandemic times the central neighbourhood packed with coffeeshops and brothels is usually crowded with tourists gawking at sex workers. The area contains some of Amsterdam’s most valuable properties, but, as residents protest, has been degraded by mass tourism.

Mayor Femke Halsema, from the Green Party, now wants to relocate sex workers from De Wallen to a large building outside the city centre. The exact location is still unknown. Halsema said it would take another three to ten years to build it, but plans are underway since most of the city council supports the motion.

Halsema, Amsterdam’s first female mayor, said the measures are necessary to guarantee sex workers’ safety. She said sex workers in De Wallen have to deal with aggressive tourists, illegal sex work and human trafficking, and that if they were to all work in the same building it would be easier to provide them with support.

But sex worker associations are pushing back against the idea that working outside De Wallen would be safer. Quirine Lengkeek, chairwoman of SekswerkExpertise – a network of sex workers, advocates and researchers – is concerned about the precedent set by other cities. “It’s what happened with Het Nieuwe Zandpad [a former red light area] in Utrecht,” she said. “Years ago, they shut down the brothels, but the plans to relocate sex workers never came to fruition.” As a result, many of Utrecht’s sex workers are operating illegally in unsafe areas.

In 2000, the Netherlands made sex work legal. Professionals now have to register with the Dutch Chamber of Commerce so they can pay taxes and obtain a licence. Once registered, they are permitted to rent a space in a brothel, which can come at a high cost. Brothels also need to obtain a licence from local city councils to operate. That’s why cities across the Netherlands can (and often do) shut down sex work facilities if they suspect their owner to be involved in criminal activities.

Sex worker Yvette Luhrs, who is running for local government, doesn’t think the council’s plans for De Wallen have sex workers’ interests at heart. Without a space to rent, people might need to work without a license, which will put them at risk. “Some clients abuse their power with illegal sex workers,” Luhrs said. “They know they can’t go to the police.” Window sex work is safer, in her opinion. “But these places are disappearing left and right,” she said.

According to a 2018 study by the Dutch union of sex workers PROUD and the AIDS prevention centre SoaAids, sex workers who work out of window brothels are less likely to experience violence than in other locations. The Dutch newspaper De Volkskrant reported Amsterdam’s new centre will offer around 100 workspaces, about a third of De Wallen’s estimated 290 rooms. It’s also unclear how much sex workers will be charged for rent or how the project will be financed, since the market research agency SITE indicated the city will likely need to rely on private investors to fund the construction. “Banks won’t be interested without a guaranteed return on investment,” Luhrs said. “Halsema is actually selling the entire Amsterdam sex industry to a couple of private investors.”

A 2019 survey by the sex workers union Red Light United found that 90 percent of sex workers want to stay in De Wallen. They fear they will lose clients if they move, plus the neighbourhood’s location brings them international business. Lengkeek from SekswerkExpertise said some workers prefer a more quiet brothel with local clientele, but “it is not up to the municipality to make that choice”.

“I’m not against an erotic centre per se,” said Mary*, who’s been working in De Wallen since 2016. “The problem is that it will replace De Wallen instead of adding to it.” She said she likes working in the neighbourhood because its busy crowds provide sex workers with anonymity and make them feel safe after they stop working. “You can get off at 5AM without being noticed. You simply blend in,” she said.

During their shift, the visibility of sex workers in the windows is a big plus. “The police and social workers regularly stop by,” she said, “And sex workers can greet each other from the windows.” The windows also allow workers to take a look at their clients before they come in, and for colleagues to keep an eye out for each other. “We share information with the whole neighbourhood,” Mary said. “I’m afraid this community will be lost in a new environment.”

The city council’s main concern is tourism in the area. Yet a 2020 survey of young foreign tourists by the municipality of Amsterdam found that only 3 percent would no longer go to De Wallen if there weren’t any sex workers. The neighbourhood has other tourist attractions, like coffeeshops and bars. In the same study, the majority of respondents said they wouldn’t visit the sex work centre the mayor wants to build.

Despite the Netherlands legalising sex work, the profession remains highly stigmatised. Mary is worried that confining sex work to a walled-off building out of sight will only make it harder for people to think of it as a valid profession deserving of respect. “We’ll never be able to change the image of a sex worker being a victim instead of someone who has ownership of their body,” she said.

A 2019 report by the non-profit window brothel My Red Light also found removing sex workers from De Wallen wouldn’t impact tourism. And yet, the city of Amsterdam has attempted to do this multiple times. In 2007, the municipality launched “Project 1012”, named after the neighbourhood’s zip code, shutting down many coffeeshops and windows to replace them with boutiques and fashion studios. The alleged intent was to reduce crime, but a report by the Amsterdam Court of Audit later determined crime rates didn’t budge.

The plans to gentrify the 1012 district were paused and resumed once mayor Femke Halsema took office in 2018. Her administration came up with four scenarios, one of which proposes the relocation of sex workers. Halsema told VICE World News that nothing was finalised yet, and emphasised that this is only one of the options. However, the Prostitution Information Centre, which provides resources to anyone curious about sex work, received a letter in November of 2020 stating that most council members wanted to move forward with relocation.

Lengkeek said sex workers’ voices were largely marginalised in the decision-making process. “Once in a while we get an invitation to meet with the council, but usually our feedback falls on deaf ears,” she said. “We suggested building the sex work centre next to De Wallen, but they never listened.” Mary is also frustrated. “We couldn’t be more clear about the negative repercussions,” she said.

Sex worker Felicia Anna, who met with the council, believes the entire legal sex work system is not focused around the needs of sex workers. For instance, the city often justifies reforms of the district as an effort to fight human trafficking. But if a brothel owner suspects a sex worker renting a room in their establishment has been trafficked and they want to report it to the police, they risk a €25,000 fine or the loss of their permit for simply being associated with trafficking. This is part of the city’s zero-tolerance policy towards traffickers, but it ends up “actively discouraging people to report exploitation”, according to Felicia Anna.

“The idea that a sex work centre is safer [than De Wallen] is obviously not based on sex workers’ opinions,” said Luhrs.

*Name changed. Mary’s real identity is known to VICE.


Kaynak: https://www.vice.com/en/article/jgqkw4/red-light-district-amsterdam-sex-workers-moved





[Edited at 2021-02-12 11:25 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 12, 2021

*İngilizcelerini bulamadım...

--Alıntı--

Sex und Corona: So arbeitet eine Prostituierte während der Pandemie
"Vom Staat kriegst du nichts. Die Pandemie macht deutlich, dass wir alle gefickt sind."

Von Anna-Sophie Dreussi - - 10.2.21


Wir feiern Geburtstagspartys über Zoom oder trinken einen Kaffee auf Abstand im Regen. Menschliche Nähe gehört seit Corona nicht mehr zu unserer Tagesordnung, aber irgendwie passe
... See more
*İngilizcelerini bulamadım...

--Alıntı--

Sex und Corona: So arbeitet eine Prostituierte während der Pandemie
"Vom Staat kriegst du nichts. Die Pandemie macht deutlich, dass wir alle gefickt sind."

Von Anna-Sophie Dreussi - - 10.2.21


Wir feiern Geburtstagspartys über Zoom oder trinken einen Kaffee auf Abstand im Regen. Menschliche Nähe gehört seit Corona nicht mehr zu unserer Tagesordnung, aber irgendwie passen wir uns an. Doch wie geht es einer Branche, bei der körperliche Nähe im Zentrum steht? Wie passt sie sich an?

*-Görsel netten alındıegfdgfd

Sexarbeitende haben ein schwieriges Jahr hinter sich. Die Regelungen waren von Bundesland zu Bundesland verschieden. Während in Berlin die Bordelle im September und Oktober kurzzeitig öffnen durften, war das in den Bundesländern Hessen und Mecklenburg-Vorpommern seit März 2020 durchgehend untersagt.

Irina Le Fey arbeitet schon seit 2014 in der Sexbranche. Über die Jahre hat sie das Geschäft von allen Seiten kennengelernt. Angefangen hat sie als Stripperin im Bahnhofsviertel in Frankfurt. Seit einigen Jahren arbeitet sie nun als Escort im höheren Preissegment und betreibt eine kleine Escort-Vermittlung. Nebenbei studiert sie Soziologie und Gender Studies. Mit einer Website unterstützt sie Menschen, die mit Sexarbeit anfangen wollen.

Sie sieht in der Coronakrise eine Chance für Sexarbeitende, sich zu organisieren. Wir haben sie gefragt, wie die Zukunft der Sexarbeit aussehen könnte.

VICE: Wird seit Corona anders über das Thema Sexarbeit gesprochen?
Irina La Fey: Gesellschaftlich war die Pandemie für vieles ein Katalysator. Dinge wurden deutlich. Genau so verhält es sich auch beim Umgang mit der Sexarbeit. Es war vorher schon scheiße. Die Ignoranz der Politik, diesem Bereich auf Augenhöhe zu begegnen, ist nun noch verstärkt. Mit meiner Escort-Vermittlung durfte ich zu keiner Zeit in der Coronakrise aufmachen. In Hessen sind sexuelle Dienstleistungen nicht explizit verboten, aber alle Betriebe müssen geschlossen sein. Theoretisch können hier auch alle Frauen arbeiten, ich darf aber nicht vermitteln. So fallen für die Frauen meiner Vermittlung die Screeningmöglichkeiten weg. Davor habe ich für die Sexarbeiterinnen die Kunden überprüft und das Date geplant. Jetzt sind alle auf sich alleine gestellt. Das kann viele Frauen in gefährliche Situationen bringen.

Es wird nicht direkt mit der Branche kommuniziert. Es scheint fast so, als hätte die Politik sich eine Fernsehserie über Prostitution angeschaut und darauf ihre Meinung gebildet. Der Straßenstrich wird sowieso immer stattfinden. Er wird jetzt nur gefährlicher und schwerer rückverfolgbar. Die Frauen werden in die Illegalität getrieben.

Welche Erfahrungen konntest du im ersten Lockdown sammeln?
Im ersten Lockdown hat es lange gedauert, bis ich realisiert habe, dass das gerade unsere Realität ist. Ich war ein bisschen ziellos. Weil ich ein sparsamer Mensch bin und in einer WG wohne, hatte ich nicht so einen Druck. Ich wusste, wenn der Lockdown zwei Monate dauert, kann ich das irgendwie packen. Ich habe dann mit Online-Angeboten angefangen, aber gemerkt, dass mir das nicht so Spaß macht. Im zweiten Lockdown mache ich neben meiner Bachelorarbeit Skype-Dates mit meinen Stammkunden. Ich habe sowieso immer sehr viel Kontakt mit meinen Kunden. Wir schreiben E-Mails oder WhatsApp-Nachrichten. Ich bereite so schon die Zeit nach dem Lockdown vor, damit sie sich freuen, mich zu treffen.

Was muss die Regierung besser machen?
Politiker müssen auf die Erotikbranche zugehen, sich mit ihr hinsetzen. Ein Bordellbetreiber kann wahrscheinlich am besten sagen, wie man ein Hygienekonzept in Bordellen umsetzt. Ich würde mir wünschen, dass sich Politiker mit dem Berufsverband in Verbindung setzen. So könnten wir diskutieren, wie man was umsetzen kann. Stattdessen wird aber immer so getan, als würden wir nicht wissen, was in der Branche abgeht. Immer muss das ein Experte von außen anhand wahlloser Kriterien festlegen. Die Erotikindustrie zahlt auch hohe Steuergelder in Deutschland. So zu tun, als würde diese Branche nicht zur Gesellschaft gehören, als könnte man sie wegignorieren, verschlimmert die Situation.

Meinst du, dass das nordische Modell, das Sexarbeit indirekt kriminalisiert, durch die Coronakrise Aufschwung kriegen wird?
Ich kann schlecht sagen, ob es einen Aufschwung erlebt. Aber viele Sexarbeitende haben wegen Corona angefangen, sich zu engagieren. Die Probleme sind gerade für alle bemerkbarer geworden. Wir alle haben Bedenken, was das nordische Modell angeht. Es wäre ein Rückschritt. Das nordische Modell würde uns Arbeitsplätze, die Sicherheit und die Möglichkeit nehmen, zusammenzuarbeiten.

Das nordische Modell spricht euch Sexarbeitenden die Selbstbestimmung ab?
Genau. Das fängt ja schon beim Prostituiertenschutzgesetz an. Ich muss dafür bezahlen, dass mir jemand sagt, dass ich Kondome verwenden soll. In Deutschland geht man ja auch davon aus, dass sich eine Frau denkt, wenn sie über Abtreibungen liest: "Geil, Abtreibung, will ich auch unbedingt machen." Es ist immer noch gesellschaftlicher Konsens, dass Frauen unterschwellig die Zurechnungsfähigkeit abgesprochen wird. Mit den Geschlechterstereotypen hängt viel zusammen. Die Stigmatisierung der Sexarbeit kommt auch daher, dass in der Branche die Geschlechterverhältnisse reproduziert werden. Es ist ja meist eine weibliche Sexarbeiterin und ein männlicher Kunde.

Wie kann Sexarbeit entstigmatisiert werden?
Wenn jemand abwertend über Prostitution oder Sexarbeiter spricht, soll man die Leute korrigieren. Man soll ihnen bewusst machen, dass so Stigmata reproduziert werden. Außerdem würde es auch helfen, wenn es einen offeneren Umgang geben würde. Viele Männer geben nicht zu, dass sie bei einer Sexarbeiterin waren, weil der Kunde auch dem Stigma unterliegt, unansehnlich, hässlich und frauenverachtend zu sein. Deshalb halten das viele Männer geheim. Durch dieses Geheimhalten bleibt es jedoch etwas Schmutziges. Deshalb versuche ich, mich komplett frei zu äußern. Ich erzähle wirklich allen, dass ich Sexarbeiterin bin. Ich verwende dabei bewusst auch Wörter wie Prostituierte oder Hure. Weil Escorts gesellschaftlich etwas mehr Ansehen genießen als andere Zweige der Sexarbeit, haben sich manche Escorts vor der Coronakrise nicht politisch engagiert. Sie haben sich gar nicht richtig zur Prostitution gezählt. Wenn ich mich auf einer Demo hinstelle und fordere "Öffnet die Bordelle", bin ich plötzlich auch Prostituierte. Deshalb hoffe ich auf die Coronakrise. Egal, ob du Escort bist oder auf dem Straßenstrich arbeitest: Vom Staat kriegst du nichts. Die Pandemie macht deutlich, dass wir alle gefickt werden – oder eben genau nicht.

Was wünscht du dir für die Zukunft der Sexarbeit in Deutschland?
Ich möchte, dass die Diversität der Branche sichtbar wird und wir gesellschaftlich akzeptiert werden. Die Politik soll Sexarbeit nicht nur dulden, sondern sie als gleichberechtigten Teil der Gesellschaft anerkennen. Das würde viele Frauen, die Probleme bei der Arbeit haben, dazu bewegen, damit an die Öffentlichkeit zu gehen.

Yeri: https://www.vice.com/de/article/88ab9k/sexarbeit-wahrend-corona-irina-la-fey



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--


Soapland: Wie geheime Bordelle Japans Anti-Prostitutionsgesetz umgehen
Wer dort arbeiten möchte, muss erst eine aufwendige Ausbildung absolvieren.

Von Hanako Montgomery -- 3.1.21

*-Görsel netten alındısdfbfd

In Tokios Rotlichtbezirken wird Sex angeboten wie Speisen auf einer Restaurantkarte. Auf den Straßen sprechen Männer, sogenannte kyakuhiki, potenzielle Kunden an. Sie tragen laminierte Karten bei sich, auf denen alle Optionen und Preise aufgelistet sind: Harmlos anmutende Dienstleistungen wie binta, eine Ohrfeige, oder hizamakura, wobei man seinen Kopf auf den Schoß der Sexarbeiterin legt, aber auch direkte sexuelle Handlungen wie Fellatio und Handjobs werden angeboten. Eine Sache sucht der Freier allerdings vergebens: honban, Vaginalverkehr. Dieser ist seit dem Anti-Prostitutionsgesetz von 1958 in Japan verboten. Allein die Frage danach gelte als unhöflich, gar albern, sagt eine Sexarbeiterin. Schließlich wüssten die Männer, dass sie dafür einfach zu den Soaplands gehen können.

Soapland ist der euphemistische Name für ein als Badehaus getarntes Bordell. Speisekarten gibt es dort nicht. Nur der Freier und die sōpu-jyō, das Soap Girl, bestimmen, was hinter verschlossenen Türen passiert. Der Bauarbeiter Yasuo arbeitet nachts in Tokios inoffiziellem Rotlichtviertel Yoshiwara, in dem sich die meisten Soaplands befinden. Er kennt sich entsprechend gut aus. Er sagt, dass die Freier einmal für ein reguläres Bad mit dem Soap Girl bezahlen, dann noch einmal für ihre jeweiligen Extrawünsche. Grenzen gebe es meistens keine.

In Japans Sexindustrie umgibt die Soaplands ein gewisses Prestige. Die auch als "Könige der Prostitution" bezeichneten Badehäuser gehören zu den teuersten Etablissements der Sexarbeit. Die Männer, die hierherkommen, sagt Yasuo, seien "alte, reiche Geschäftsleute, die sich nach einem langen Arbeitstag entspannen wollen". Allein das erforderliche Bad zu Beginn der Sitzung ist aufwendig und kostet etwa 30.000 Yen, umgerechnet 240 Euro. Dieser Betrag geht direkt an die Inhaber des Soaplands. Für alles, was danach passiert, legt die Sexarbeiterin die Preise fest – meistens ist es das Doppelte oder Dreifache von dem, was das Bad kostet. Das Geld behält die sōpu-jyō.

Auch wenn die Soaplands legal als private Badehäuser betrieben werden, weiß fast jeder, dass man dort gegen Geld Vaginalverkehr haben kann. Bei der Bewahrung dieses offenen Geheimnisses hilft auch ein wackeliges, aber gleichzeitig gut platziertes Schlupfloch: Sobald die Badezeit endet und sich die folgenden Aktivitäten anbahnen, wird das Verhältnis zwischen Soap Girl und Freier als jiyū ren'ai verstanden, als freie Liebesbeziehung. Solange beide Parteien sich darauf einigen, ineinander verliebt zu sein, erlaubt das Gesetz alle sexuellen Handlungen.

Auch wenn die Arbeit in einer rechtlichen Grauzone stattfindet, erfordert sie eine gründliche Ausbildung. Aya, eine sōpu-jyō, sagt, dass die Frauen vor allem die Grundlagen des erotischen Bads können müssen. Sogenanntes Lotion Play beinhaltet zum Beispiel, dass das Soap Girl den Kunden mit einer Lotion und warmem Wasser einreibt. Beim Mat Play werden die Freier auf einer Matte liegend gebadet. Auch der sogenannte "schmutzige Stuhl", eine Badestuhl, der besonders guten Zugang zum Intimbereich ermöglicht, gehört zum Standardrepertoire der Soapland-Sexarbeiterinnen.

Entsprechend schwierig ist es, in einem Soapland eine Stelle zu bekommen. Neuanwärterinnen und erfahrene Sexarbeiterinnen, die noch nie in einem Badehaus gearbeitet haben, müssen erst eine formelle Ausbildung absolvieren. Die meisten Instruktionen erhalten sie durch Anleitungen oder DVDs. In manchen Bordellen wird sogar von den Bewerberinnen verlangt, das Gelernte an den männlichen Angestellten zu demonstrieren. Da viele Sexarbeiterinnen Jobs in besser bezahlten Bordellen anstreben, ist der Konkurrenzdruck hoch.

Single Japanese Women Are Buying the Boyfriend Experience
Die Arbeitsanforderungen unterscheiden sich je nachdem, was für einen Rang das Bordell hat. Von Frauen, die in Luxus-Etablissements arbeiten, sogenannten kōkyu-ten, wird erwartet, sich pro Kunde zwei bis drei Stunden Zeit zu nehmen. Manchmal wird von ihnen auch verlangt, ihre Dienste ohne Kondom anzubieten – in billigeren Bordellen ist das allerdings normalerweise nicht der Fall. Aya sagt, das Risiko, sich eine sexuell übertragbare Krankheit einzufangen, werde in der Regel mit einer besseren Bezahlung belohnt. Der Standardpreis für sexuelle Dienstleistungen beträgt etwa 60.000 Yen, kann aber sogar bis auf 120.000 steigen, 950 Euro. Einige sōpu-jyō arbeiten einige Jahre in den Badehäusern und beginnen dann eine Karriere als Fotomodell für Männermagazine oder spielen in Pornofilmen mit. "So hoch ist die Qualität der Mädchen", sagt Yasuo.

Auch wenn definitiv helfen dürfte, dass es sich bei den Soaplands wahrscheinlich um eine mehrere Milliarden Euro schwere Industrie handelt, werden die Badehäuser auch aus historischen Gründen weiter geduldet. Als eine der ältesten Formen der Prostitution in Japan erwecken Soaplands Erinnerungen an die Edo-Zeit von 1603 bis 1868. Allerdings sollte man die sōpu-jyō nicht mit den Geishas verwechseln. Letztere traten in der gleichen Phase als talentierte Unterhalterinnen auf, beeindruckten mit Musik und Tanz. Sex boten sie nicht an.

Sexarbeit war historisch auf bestimmte Bezirke beschränkt. Von den modernen Soapland-Gegenden ist Yoshiwara in Tokio das historischste und berühmteste. Das Gebiet ist zwar auf keiner offiziellen Stadtkarte eingezeichnet, sein Name lockt trotzdem immer noch Tausende Freier und sōpu-jyō aus allen Teilen des Landes an. Sexarbeiterinnen aus ländlichen Gebieten ziehen dorthin, um Geld zu verdienen. Manche leben in Schlafsälen, die ihnen ihr Arbeitgeber bereitstellt. Yasuo zeigt auf ein paar leicht runtergekommene Gebäude.

Bevor das Große Kantō-Erdbeben und das folgende Feuer 1926 weite Teile Tokios zerstörte, kamen die Männer im Boot über den Fluss Sumida nach Yoshiwara. Heute ist das ehemals abgeschottete Viertel geprägt von gespenstig-ruhigen Straßen, die vom warmen Licht der Soapland-Schaufenster angeleuchtet werden. Ernste Männer in schwarzen Anzügen bewachen stoisch jede Tür. Kunden und Mitarbeiter begrüßen sie höflich.

Yoshiwara als Viertel spiegelt wunderbar wider, was dort im Verborgenen stattfindet. Für komplett Uninteressierte ist das Viertel genau so, wie es auf der Stadtkarte dargestellt wird: es existiert nicht, ist ausradiert. Den Aufmerksameren fallen die vielen Badehäuser auf, die mit großer hygienischer Fürsorge werben. Nur wer genau hinschaut, erkennt was sich hinter den gedimmten Lichtern verbirgt.


Kaynak: https://www.vice.com/de/article/z3vb7j/soapland-wie-geheime-bordelle-japans-anti-prostitutionsgesetz-umgehen



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Warum immer weniger Frauen die Pille nehmen
Weniger Lust auf Sex, die ganze Verantwortung und tonnenweise Nebenwirkungen: Die Pille hat viele Nachteile. Aber es gibt hormonfreie Alternativen.

Von Elsa Gambin -- 5.1.21

*-Görsel netten alındıedl

"Es lohnt sich fast allein schon, weil es eine so schöne Sache ist. Es ist ein militanter, feministischer, ein politischer Akt", sagt die 29-jährige Lucile. Sie meint eine Vasektomie. Ihr Partner überlegt momentan, eine an sich vornehmen zu lassen.

Wie viele Frauen hat Lucile zur Verhütung jahrelang Hormone genommen.

Schon früher hatte sie die Pille immer mal wieder abgesetzt, denn hormonelle Verhütung hat viele Nebenwirkungen. Bei Lucile waren es Depressionen und weniger Lust auf Sex. Wenn sie die Pille nicht nahm, verhütete sie mit Kondomen oder mit der Rauszieh-Methode – wirklich sicher ist letztere natürlich nicht. "Am Ende habe ich mich von meiner Gynäkologin überzeugen lassen, wieder mit der Pille anzufangen. Bisher hat mir kein Arzt etwas Negatives über die Pille gesagt", sagt Lucile. "Der generelle Konsens scheint: Die Pille ist das beste Verhütungsmittel."

Seit vier Jahren nimmt Lucile die Pille gar nicht mehr. Jetzt ist sie in einer neuen Beziehung und hat das Thema mit ihrem Freund besprochen. Er ist etwa so alt wie sie. "Mir ist klar geworden, dass es auch seine Verantwortung ist. Er ist ein Mann – bis jetzt hat noch niemand mit ihm über Verhütung gesprochen. Verhütung ist aber nicht nur Frauensache." Nachdem sie sich darauf geeinigt hatten, dass sie keine Kinder wollen, kamen sie auf die Idee mit der Vasektomie. "Ein bisschen Angst" habe ihr Freund schon gehabt, aber am Ende zugestimmt.

Lucile ist nur eine von vielen Frauen, die genug von der Pille haben. Bérengère Arnal ist seit 36 Jahren Gynäkologin und berichtet, dass die Patientinnen, die sie nach Alternativen fragen, auch immer jünger werden. "Sie haben sich mit den Risiken der Hormone auseinandergesetzt", sagt sie. Sabrina Debusquat, Autorin des Buchs J'arrête la pilule (Ich setze die Pille ab), sagt, dass in Frankreich die Verhütung mit der Pille zwischen 2000 und 2016 um 20 Prozent zurückgegangen ist. In Deutschland ging die Verwendung der Pille bei 18- bis 29-Jährigen zwischen 2011 und 2019 um 16 Prozent zurück. "Wenn du jung bist, tust du, was die Leute dir sagen – Ärzte, Eltern, die Gesellschaft. Du denkst noch nicht kritisch über Hormone nach", so Debusquat.

Eine Alternative ist die Spirale, das Intrauterinpessar. Marine, 30, hat damit allerdings traumatische Erfahrungen gemacht. Mit 16 begann sie die Pille zu nehmen. Nachdem sie neun Kilo zugenommen und immer weniger Lust auf Sex hatte, stieg sie auf die Spirale um. "Nach fünf oder sechs Monaten bekam ich fürchterliche Periodenkrämpfe und Darmprobleme", sagt sie. "Irgendwas war seltsam, ich kenne meinen Körper." Eine Ultraschall-Untersuchung zeigte, dass sich die Spirale in ihrer Gebärmutter verschoben hatte. Das Gewebe war stark angeschwollen. Die Reaktion ihrer Ärztin? Zurück zur Pille. "'Auf keinen Fall', hab ich gesagt", erzählt Marine. "Ich will nie wieder über Verhütung nachdenken. Das hat 15 Jahre meines Lebens ruiniert."

Jetzt nutzt sie eine App, mit der sie ihren Zyklus überwacht. Wenn sie ihren Eisprung hat, benutzen ihr Mann und sie manchmal Kondome, aber generell gilt: "Wenn es halbwegs sicher ist, machen wir uns keinen Kopf." Das Paar kennt die Risiken, "aber wenn ich schwanger werden würde, wäre das kein Weltuntergang", sagt Marine. "Ich kenne meinen Körper jetzt viel besser und verstehe, wie mein Zyklus funktioniert. Außerdem haben wir als Paar gelernt, was man außer Penetration noch so machen kann." Irgendwann, wenn sie Kinder bekommen haben, will Marines Mann eine Vasektomie machen lassen und seiner Frau die Verhütung abnehmen.

Die Autorin Debusquat hat es sich zur Aufgabe gemacht, natürliche Verhütungsmethoden zu verteidigen. Diese gelten in der breiten Öffentlichkeit immer noch als unsicher. "Wenn man die korrekt anwendet, sind sie sehr effektiv", sagt sie. In ihrem Buch beschreibt sie ihre eigenen Erfahrungen mit der Temperaturmethode. Dabei kontrolliert man jeden Morgen die Temperatur und den Zervixschleim, die sich im Laufe des Zyklus verändern. "Ich wollte weder regelmäßig Kondome benutzen noch ein Diaphragma. Mit dieser Methode musste ich nur an den fruchtbaren Tagen verhüten."

Debusquat ärgert sich, dass ihr keine Gynäkologin oder Gynäkologe davon erzählt hat. "Ärzte sollten ihren Patienten echt besser zuhören", sagt sie. "Mir erzählen Frauen, dass sie nicht mehr zum Arzt gehen, weil die ihnen nicht zuhören. 'Nimm einfach die Pille' reicht heutzutage nicht mehr."

Apps klären die Verhütungsfrage laut Debusquat leider auch nicht: "Ein Algorithmus kann die Feinheiten des menschlichen Körpers nicht verstehen." Frauen sollen ihre eigenen Entscheidungen treffen. "Es landen Frauen im Krankenhaus, weil sie die Pille genommen haben – das ist fürchterlich und niemand redet darüber. Ganz normale Frauen, die einfach Sex haben wollten. Ich bin durch meine Recherchen eine militante Feministin geworden."

Natürliche Verhütung kann eine Option sein. Aber wer ohne Hormonpräparate Sex haben möchte, braucht die Unterstützung des Partners. Amandine, 35, wollte ihrem Körper einmal eine Hormonpause geben, nachdem eine Kollegin mit 25 einen Herzinfarkt von der Pille bekommen hatte. Amandines Partner bestand aber darauf, dass sie weiter die Pille nimmt. Sie müsse "Verantwortung übernehmen". Die Rauszieh-Methode bezeichnete er als "eine Form von Sadismus". Amandine ließ sich überreden und nahm wieder die Pille, obwohl sie das eigentlich nicht wollte. "Als ich sie absetzte, fühlte ich mich schuldig. Ich weiß noch, dass ich dachte, dass es nicht normal sei, kein Verhütungsmittel zu nehmen."

Schließlich trennte sich das Paar. "Es war nicht gut für mich, wieder mit der Pille anzufangen. Ich dachte viel über Männer- und Frauenrollen nach und darüber, wie ich Sex hatte." Mit ihrem aktuellen Freund ist Amandine jetzt drei Jahre zusammen. Er unterstützt sie gerne bei der natürlichen Verhütung. "Wir wissen, dass immer etwas passieren kann, aber wenn du in einer stabilen Beziehung bist, macht dir das viel weniger Angst. Außerdem ist es ein spannendes Thema und mein Partner hat viel über meinen Zyklus gelernt, wie dieser meine Psyche beeinflusst und so. Er übernimmt Verantwortung und es fühlt sich viel ausgeglichener an." Für Amandine ist die natürliche Verhütung nicht nur eine Gesundheitsfrage. "Sie hat auch meine Vorstellungen davon verändert, was Sex sein kann."

Wer natürlich verhüten will, muss sich über die Risiken bewusst sein. Edwige ist seit 20 Jahren mit ihrem Partner zusammen und wurde trotz natürlicher Verhütung schwanger. "Es war mehr oder weniger ein Unfall", sagt sie, "aber wir wollten das Kind bekommen und haben es nie bereut." Sie erzählt, dass ihr Partner und sie anders miteinander umgegangen sind, als sie die Pille abgesetzt hat. "Wir haben angefangen, uns anders zu berühren und mehr auf unsere Körper zu achten und er hat meine Perspektive verstanden. Er war immer an meiner Seite."

Bei all den Vorteilen ist natürliche Verhütung nicht für alle eine geeignete Methode. Die Gynäkologin Arnal empfiehlt ihren jungen Patientinnen, nicht mit natürlichen Methoden zu starten. Sie empfiehlt Kondome oder eine östrogenfreie Pille. "Du solltest deinen Körper schon sehr gut kennen, bevor du natürliche Methoden ausprobierst."

Arnal sagt, dass viele Frauen zur Spirale wechseln, wenn sie die Pille absetzen. Die Temperaturmethode kommt für weniger Frauen infrage. "Dabei ist das die sicherste natürliche Methode, die es gibt", sagt Arnal. Für Debusquat ist die natürliche Verhütung das einzig Logische: "Der Sex wird besser, du kommunizierst besser. Du entdeckst den eigenen Körper neu und lernst, wie du auch ohne Penetration Sex haben kannst. Die meisten Frauen, die einmal natürlich verhütet haben, wollen nie wieder zurück." Außerdem setzt du deine Gesundheit nicht aufs Spiel und bist nicht allein für die Verhütung verantwortlich.


Yeri: https://www.vice.com/de/article/epdz77/warum-immer-weniger-frauen-die-pille-nehmen



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

BIORHYTHMUS
:
Menstruation und Mond gehen manchmal synchron


Lars Fischer -- 29.01.2021

*-*ay

Der Beginn der Monatsblutung kann mit Voll- oder Neumond zusammenfallen. Allerdings geschieht das nur relativ selten und unter besonderen Bedingungen.

Neue Daten erhellen eine seit Langem umstrittene Frage: Es gibt wohl wirklich einen Zusammenhang zwischen dem menschlichen Menstruationszyklus und dem Mond. Das schließt eine Arbeitsgruppe um die Zoologin und Neurobiologin Charlotte Helfrich-Förster von der Universität Würzburg aus Daten von 22 Frauen, die über Zeiträume von bis zu 32 Jahren Buch über ihre Regelblutung führten. Dabei untersuchte sie den Einfluss der Zykluslänge sowie die Bedeutung dreier um wenige Tage unterschiedlicher Mondrhythmen. Es zeigte sich tatsächlich eine Entsprechung zwischen dem Zeitpunkt des Beginns der Monatsblutung und den Mondphasen, berichtet das Team nun in »Science Advances«. Allerdings währt eine solche synchrone Phase in den meisten Fällen relativ kurz und tritt nur unter besonderen Bedingungen auf.

Entscheidend sei dabei die Zykluslänge, heißt es in der Veröffentlichung. Nur wenn der Menstruationszyklus länger als 27 Tage dauerte, blieb er für eine Weile entweder mit Vollmond oder Neumond synchron, zeigen die Aufzeichnungen. Das deckt sich mit den Ergebnissen früherer Studien, in denen bevorzugt bei Frauen mit einer solchen Zykluslänge eine derartige Beziehung auftaucht. Zugleich stellte das Team fest, dass Schwangerschaften bei einer Zykluslänge entsprechend dem synodischen Monat von 29,5 Tagen wahrscheinlicher waren.

Dabei spielt wohl auch die Schwerkraft eine Rolle – selbst wenn das Mondlicht laut der Auswertung der Forscherinnen der wichtigste Zeitgeber ist. Neben dem synodischen Monat, also der Zeit von Vollmond zu Vollmond, betrachtete das Team ebenso den so genannten tropischen Monat und den anomalistischen Monat. Diese hängen mit der Neigung und der Exzentrizität der Mondbahn zusammen und kennzeichnen zyklische Schwankungen in der Mondschwerkraft. Wie das Team um Helfrich-Förster schreibt, war ein Zusammenhang zwischen Mond und Menstruation besonders oft in jenen Jahren zu beobachten, in denen Sonne, Mond und Erde immer gerade dann auf ungefähr einer Linie lagen, wenn der Mond der Erde am nächsten war. Das war in den Jahren 1961, 1979, 1997, und 2015 der Fall.

Allerdings ist der Einfluss des Mondes auf den Menstruationszyklus insgesamt eher schwach, auch in den Daten dieser Studie. Die meiste Zeit begann die Monatsblutung bei den untersuchten Frauen keineswegs mondsynchron, schon weil die Periodendauer meist zu weit von den 29,5 Tagen des synodischen Monats entfernt ist. Wie die Arbeitsgruppe um Helfrich-Förster berichtet, wird der Menstruationszyklus nicht nur mit dem Alter kürzer, sondern auch durch den Einfluss von Kunstlicht. Einst, mutmaßen die Forscherinnen deswegen, sei der menschliche Zyklus tatsächlich an den Mond gekoppelt gewesen – dieser Zusammenhang sei durch den modernen Lebensstil aber verloren gegangen.


Lars Fischer ist Chemiker und Redakteur bei »Spektrum.de«.

Yeri: https://www.spektrum.de/news/mond-beeinflusst-wohl-auch-menschliche-menstruation/1825123


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

RECYCLING
:
Nanoteilchen verflüssigen Plastikmüll

Lars Fischer -- 04.02.2021

*-*pl

Dank Nanoteilchen braucht man viel weniger Energie, um Rohstoffe aus Plastikmüll zu gewinnen. Um das Prinzip zu demonstrieren, verflüssigen zwei Arbeitsgruppen Alltagsgegenstände.

Eine Einkaufstüte und eine leere Plastikflasche sind die ersten Opfer einer neuen Technik, Plastikmüll zu verflüssigen. Gleich zwei Arbeitsgruppen beschrieben Anfang 2021, wie man mit Hilfe des Metalls Ruthenium die häufigsten Kunststoffe zurück in eine benzinartige Flüssigkeit verwandelt – und zwar mit weit weniger Energieaufwand als bisher. Herzstück der Technik ist, dass die langen Polymerketten der als Polyolefine bezeichneten Kunststoffe schon bei relativ niedrigen Temperaturen mit Wasserstoff reagieren und dadurch in kleinere Moleküle zerfallen. Dadurch zerfallen die Molekülketten des Plastiks in kürzere, flüssige oder gasförmige Moleküle, die als Lösungsmittel, Industrierohstoffe oder Kraftstoff geeignet sind.

Die Verfahren unterscheiden sich lediglich in der genauen Art des Reaktionsbeschleunigers. In »JACS Au« berichtet ein Team um Yuriy Román-Leshkov vom Massachusetts Institute of Technology, wie Palladium-Nanoteilchen, befestigt auf einem im Fachhandel erhältlichen Kohlenstoffträger, eine Plastikflasche aus Polyethylen zerlegen. In der Veröffentlichung von Keiichi Tomishige und seiner Arbeitsgruppe von der Tohoku University in »Applied Catalysis B: Environmental« trägt Cerdioxid, ein Schleifpulver, die Nanoteilchen aus Ruthenium, die eine Plastiktüte aus Polyethylen zersetzen. Beide Verfahren arbeiten bei 200 Grad Celsius, deutlich niedriger als andere Verfahren, die 300 bis 800 Grad Celsius erfordern.

Das große Problem bei Plastikmüll ist, dass er meistens ein stark verschmutztes Gemisch ist, bei dem Reinigen und Sortieren schlicht zu aufwändig werden. Deswegen bietet sich das chemische Recycling als mögliche Lösung an: Die langen Ketten der Kunststoffe werden in Gemische von kürzeren Molekülen zerlegt und anschließend mit großtechnischen Methoden getrennt und gereinigt. Zum Beispiel kann man gemischten Plastikmüll einfach durch Hitze zerlegen. Das braucht aber sehr viel Energie, so dass diese Art von Recycling nicht besonders nachhaltig wäre – und viel zu teuer.

Darum suchen Fachleute nach Katalysatoren – Hilfsstoffen, mit denen solche Zersetzungsreaktionen bei milderen Bedingungen ablaufen. Das größte Problem sind dabei die Polyolefine. Kunststoffe wie Polyethylen und Polypropylen sind einfach herzustellen und zu verarbeiten, billig und können gezielt gewünschte Eigenschaften annehmen. Deshalb sind sie für viele Anwendungen, besonders Verpackungen, das Plastik der Wahl – und machen mehr als die Hälfte aller produzierten Kunststoffe aus. Außerdem sind sie aus durchgehenden Ketten von Kohlenstoffatomen aufgebaut und dadurch recht stabil.

Also sucht man nach Verfahren, solche Polyolefine chemisch zu zersetzen. Eine Reaktion, die deren stabilen Kohlenstoff-Kohlenstoff-Bindungen knacken kann, ist die Spaltung mit Wasserstoff. Allerdings passiert das nicht von allein. Man braucht dazu einen Hilfsstoff, der einerseits die Molekülkette und den Wasserstoff nah zusammenbringt und andererseits die Elektronen in den beteiligten Bindungen aus ihren normalen Positionen herauslockt, so dass sie sich leichter umorganisieren lassen. Ruthenium-Nanoteilchen können das. Aber gelingt das, was die Katalysatoren nun mit einer Tüte und einer Flasche leisteten, auch mit Millionen davon?


Lars Fischer ist Chemiker und Redakteur bei »Spektrum.de«.


Yeri: https://www.spektrum.de/news/recycling-nanoteilchen-verfluessigen-plastikmuell/1828672


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Belediye çalışanlarının maaşları Bitcoin ile ödenecek


Sozcu.com.tr -- Güncellenme: 19:21, 12/02/2021

*-*bdfet

ABD’de Miami Belediye Başkanı Francis Suarez, belediyede çalışanların maaşlarının ve vergilerin Bitcoin ile ödenmesi için öneride bulundu. Komisyon, 4’e 1 oyla kararı onaylayarak, konu hakkında atılacak adımların uygulanabilirliğini incelemeyi kabul etti.

Kripto para piyasasının en temel para birimlerinden Bitcoin’in kullanım alanı genişlemeye devam ediyor. Son olarak ABD'de Miami Belediyesi'nden kripto para birimlerini teşvik etmeye yönelik bir öneri geldi.

Miami Belediye Başkanı Francis Suarez, belediyede çalışanların maaşlarının tamamının veya bir kısmının Bitcoin olarak ödenmesi için öneride bulundu.

Suarez ayrıca, Miami'de yaşayanların emlak vergilerinin veya şehir ücretlerinin de tamamını veya bir kısmını kripto para ile ödemelerine izin verilmesini önerdi. Komisyon, 4'e 1 oyla kararı onaylayarak, konu hakkında atılacak adımların uygulanabilirliğini incelemeyi kabul etti.

BITCOIN’İN RİSKLERİ YAKINDAN İNCELENECEK

Silikon Vadisi yatırımcıları ve teknoloji şirketleriyle aylardır görüşmeler gerçekleştiren Suarez, Miami'de bazı hükümet fonlarının Bitcoin’e yatırılıp yatırılamayacağına ilişkin analizler yapılmasını istediğini de söyledi.

Komisyon üyeleri, kararı kabul etmelerine rağmen konuya ilişkin risklerin yakından incelenmesi gerektiğini belirtti. Komisyon üyelerinden Manolo Reyes, Suarez'in önerisinin “zamanın ilerisinde” olduğunu fakat yine de riskleri analiz etmeden uygulamaya geçilmemesi gerektiğini söyledi. (İHA)

Haberin sayfası: https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/belediye-calisanlarinin-maaslari-bitcoin-ile-odenecek-6256923/

[Edited at 2021-02-13 01:07 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 13, 2021

ADO_YORUM: Aman ha Proz milleti "kişi başına bilmem şu kadar dolar düşüyor" şeysine şeyetmeyin. O 9 bin dollarlar bizim apartımandaki 28 nüfusun herbirine düşmüyor... Zenginlerin parası diyelim ki 800 milyar dollar -benim de dahil olduğum- yoksulların nüfusuna bölünüyor ve yerseniz kişi başına 9.000 USD düşüyor! 0-14 yaşa da mı o 9 bin dollarlar düşmektedir??? İnanmayın emi bu iktisatsal cambazlıklara!!! Sonuçta Kabancı Grup sahipleri ile Teke Grup sa... See more
ADO_YORUM: Aman ha Proz milleti "kişi başına bilmem şu kadar dolar düşüyor" şeysine şeyetmeyin. O 9 bin dollarlar bizim apartımandaki 28 nüfusun herbirine düşmüyor... Zenginlerin parası diyelim ki 800 milyar dollar -benim de dahil olduğum- yoksulların nüfusuna bölünüyor ve yerseniz kişi başına 9.000 USD düşüyor! 0-14 yaşa da mı o 9 bin dollarlar düşmektedir??? İnanmayın emi bu iktisatsal cambazlıklara!!! Sonuçta Kabancı Grup sahipleri ile Teke Grup sahipleri de bu hesaplama cambazlıklarına göre 9'ar bin dollar kazanıyorlar yılda yane. Hahh hahh haaahhh. Tam olmadı ama basitçe böyle anlatılabilir. Bu hesaplamalar eskidi ama fosilleşmiş iktisat kuramcıları bunun yanına daha bi sürü "kişi başıma düşen" gelir şeysileri ekleyerek kafa bulandırmaktalar dünya genelinde.... Benim hesaplamam gayet basit 1-10 arası gelir adaleti ölçeğim var: 1 en yüksek gelir dilimi, 10 da en düşük gelir dilimi olsun. 1 ile 10 arasındaki gelir basamakları arasındaki gelir dağılımı ve adaleti nedir? Bu dilimlerdeki hanehalkı sayıları nedir? Kabul edilebilir bir gelir adaleti var mıdır görünürde müşahhas-somut? Çağımızdaki bencil vahşi kapitalizmden gelir adaleti filan da beklememek gerekir IMHO. Günümüzdeki gelir hesaplamalarına göre var mıdır Anadolunun bir dağ kasabasında 6 nüfuslu bir ailede ana-babanın kazancından yılda 9'ar bin dollar düşen 0-14 yaş gurubunda 4 çocuk? Varsa kaç aile, kaç hanedir bunlar??? Çok uzattım gene, kusura bakılmasın birez cahilcene yazdım ama maksat hasıl olmuştur umarım bu karaladıklarımdan.
▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Kanal İstanbul'dan Ay'a: AKP döneminde Türkiye'ye giren 370 milyar dolar nereye gitti?
----------------------------------------------------------------------------------------------------------

Barış Soydan -- 12 Şubat 2021

Bu kadar parayla neden bir zamanlar İspanya'nın, sonra Güney Kore'nin, yakınlarda Çek Cumhuriyeti'nin yaptığını yapıp refaha kavuşamadık?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023'de Türkiye'nin aya ayak basacağını söylediği konuşmayı dinlerken aklıma Mahfi Eğilmez'in geçenlerde sorduğu bir soru geldi. Eğilmez şöyle diyordu:

"Bizim gibi ekonomilerde sorun sadece vergi almak değil, aynı zamanda alınan verginin nerede kullanıldığıdır. Verginin nerede kullanıldığının bilinmediği bir ülkede vergi verme motivasyonu sağlamak zor. Bütçemiz eskiye oranla daha karanlık. Vergi gelirlerinin nereye harcandığını çok net göremiyoruz. Özelleştirmeden gelen 65 milyar dolar ile son 20 yılda Türkiye'ye doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak gelen 170-180 milyar dolar nereye gitti? Bu paraların kuruş kuruş hesabının verilmesi lazım. Dünya bunu böyle yapıyor. Bu hesap verilmeden vergi alınması da çok doğru gelmiyor."

Gerçekten de AKP döneminde sayısız özelleştirme yapıldı, binbir emekle kurulmuş, büyütülmüş kuruluşlar satıldı, devletin kasasına 65 milyar dolardan fazla para girdi.

Özelleştirmeler işin sadece bir ayağı... AKP iktidara geldiğinde Türkiye'nin 130 milyar dolar dış borcu vardı. Aradan geçen 20 yılda dış borç 440 milyar dolara çıktı. Yani AKP iktidarında Türkiye'ye 300 milyar dolara yakın da yabancı sermaye girdi. Bir ülkenin kaderini değiştirecek, yoksul bir ülkeyi kalkındıracak, orta sınıf bir ülkeyi zenginler ligine sokacak kadar büyük bir paradan söz ediyoruz. Hiçbir cumhuriyet hükümetine bu kadar büyük bir kaynağı kullanma, yönlendirme imkanı nasip olmamıştı. Piyango AKP hükümetine çıktı. AKP bu parayı ne yaptı?

"Köprüler, otoyollar, havalimanları, hastaneler yaptı, daha ne yapsın?" diyenler olabilir. İyi ama kişi başına gelirimiz hâlâ 8-9 bin dolarda... Bu kadar parayla neden bir zamanlar İspanya'nın, sonra Güney Kore'nin, yakınlarda Çek Cumhuriyeti'nin yaptığını yapıp refaha kavuşamadık? Bir zamanların yoksul Doğu Avrupa ülkeleri, Polonya, Macaristan, Romanya, Türkiye'yi teker teker sollayıp geçerken, yüzlerce milyar dolara rağmen biz neden yerimizde saydık?

Çünkü özelleştirmelerden gelen 65 milyar, dışarıdan borç aldığımız 300 milyar doları, üretken, verimli yatırımlara, bilime, teknolojiye, eğitime harcamak yerine betona gömdük. Kimsenin geçmediği köprülere, kimsenin geçmediği otoyollara, Kütahya şehrinin nüfusundan fazla yolcu garantisi verilen Zafer Havalimanı'na milyarlar harcadık. Dünyanın en büyük havalimanını yaptık. Bilmiyorum Almanlar bizi gerçekten kıskandı mı? Ama Çek Cumhuriyeti, hatta Polonya sınıf atlar, refaha kavuşurken, biz kişi başına gelirde geriye gittik.

Grafik: Kişi başına gelirin 40 yıllık seyri

(Chech Republic: Çek Cumhuriyeti, Hungary: Macaristan, Poland: Polonya, Romania: Romanya, Turkey: Türkiye)

*-*1119999

Şimdi bir 30 milyar dolar da aya gitmek için harcayacağız. Ayrıca bir de 20 milyar dolarlık Kanal İstanbul projesi var. Hazine'nin kasası tamtakır ama olsun, Erdoğan'ın sözleriyle, "Evelallah bütçeden yaparız." Sigaranın, alkolün, cep telefonunun vergisini biraz daha artırarak, biraz daha dış borç alarak, tabii ki mümkün. Ne için? Refaha kavuşabilmek için mi, 2023 seçimleri için mi?

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/kanal-istanbul-dan-ay-a-akp-doneminde-turkiye-ye-giren-370-milyar-dolar-nereye-gitti,29836


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



--Alıntı--

Devlet yalanları ve TÜİK danışma kuruluna giren ekonomistlere bir kitap önerisi
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
Barış Soydan -- 04 Şubat 2021


TÜİK istediği kadar enflasyonun yüzde 12'de, 13'te veya 14'te olduğunu açıklasın, Ayşe Teyze resmi veriye değil, kendi gözüne inanıyor. Onun enflasyonu belki yüzde 20, belki yüzde 25...
"Devlet yalan söylemez!"

Resmi enflasyon verisiyle ilgili bunu söyleyen, hem de iktidarla herhangi bir çıkar ilişkisi içinde bulunmadığını bildiğimiz iktisatçılar var. Naifliklerine şaşırıyorum.

Sabahattin Ali öldürüldüğünde dönemin güçlü adamı Samet Ağaoğlu neden, "Hayatta öyle hadiseler vardır ki, bunların üzerine eğilmenin bir faydası yoktur. Olan olmuştur. Eğildiğimiz zaman, çıkacak olan netice daha ağır hatalar doğurur" demişti?

Uğur Mumcu öldürüldüğünde neden Mehmet Ağar, "Bir tuğla çekilirse duvar yıkılır" diye konuşmuştu?

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Covid-19 vakalarıyla ilgili verileri aylarca neden gizledi?

Çünkü bu topraklarda devletin âli çıkarları her şeyin üstünde gelir. Devletin yüce çıkarları söz konusuysa gerçekler teferruattan ibarettir.

* * *
Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşa ile bulunduğu Suriye cephesindeki gözlemlerini anlattığı "Zeytindağı" adlı eserinde şöyle der: "Şarkta yalan ayıp değildir." İçinde bulunduğumuz coğrafyanın zihniyetini çok iyi yansıttığı için belki de, kitap unutuldu, geriye neredeyse bir atasözüne dönüşen bu söz kaldı. Şarkta yalan ayıp değildir. Hele işin içinde devletin yüce çıkarları varsa!

Ama gün gelir, yüce çıkarlar için söylenmiş o yalanlar devletin ayağına dolanır.

* * *
Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) inanacak olursak, yıllık enflasyon yüzde 15'te. Bankaların mevduat faizi kaç? Yüzde 18-19 civarında. Demek ki, enflasyonun üstünde faiz veriyorlar. Öyleyse vatandaşın dolarını, Euro'sunu bozdurup TL'ye geçmesi gerekmez mi? Ama döviz mevduatları Merkez Bankası'nın kallavi faiz artırımına rağmen çözülmüyor. Neden acaba?

Çünkü TÜİK istediği kadar enflasyonun yüzde 12'de, 13'te veya 14'te olduğunu açıklasın, Ayşe Teyze resmi veriye değil, kendi gözüne inanıyor. Onun enflasyonu belki yüzde 20, belki yüzde 25... Faiz bu seviyeye çıkmadan da TL'ye dönmeye niyeti yok.

Merkez Bankası faizi yüzde 25'e çıkaracak değil ya. (Her şeyden önce Cumhurbaşkanı buna karşı çıkar.) Öyleyse çare?

"Efendim, verilerin itibarını artırmamız gerek."

"Nasıl?"

"Şöyle bağımsız-tarafsız diye bilinen ekonomistlerden bir danışma kurulu oluştursak; veriler onlar tarafından denetleniyormuş izlenimi yaratsak..."

* * *
TÜİK önceki gün "Fiyat İstatistikleri Danışma Kurulu" adlı bir kurul kurulduğunu duyurdu. İçinde iktidara yakın olmayan, bağımsız diye bilinen ekonomistler yer alıyor. Resmi açıklamaya göre kurulun görevi, "Fiyat istatistikleri yöntem ve hesaplamaları konusunda" tavsiyede bulunmak. İyi de bilimsel bir çalışmayı davul zurnayla ilan etmenin ne gereği var? Amaç, verilerin bağımsız denetimden geçtiği havası yaratmak olmasın?

Eğer öyleyse sorunun birkaç PR hamlesiyle çözülemeyecek kadar derinde olduğunu hatırlatmak isterim. Ayşe Teyze resmi enflasyona neden inanmıyor?

1) Çünkü çarşı pazarda gördüğü artış oranları TÜİK'in açıkladığı oranlardan farklı.

2) Çünkü Prof. Dr. Veysel Ulusoy liderliğinde bir grup akademisyen tarafından oluşturulan Enflasyon Araştırma Grubu'nun (ENAGrup) ölçtüğü enflasyon, TÜİK'ten bazen 2, bazen 3 kat fazla çıkıyor.

3) Çünkü TÜİK, "Fiyat verilerini topladığınız marketlerin listesini açıklayın" çağrılarını ısrarla duymazdan geliyor. "Açıklansa güvensizliği ortadan kaldıracak liste açıklanmadığına göre işin içinde bir iş var" diye düşünülüyor.

4) Çünkü TÜİK eski Başkanı Birol Aydemir, "Verilere artık ben de güvenmiyorum" dedi.

5) Çünkü TÜİK'in veri toplamak için sahaya çıktığı dönemlerde yüksek makamların ricasıyla kampanya yaptırıldığı ve fiyatların düşürüldüğü iddiaları ayyuka çıktı.

6) Çünkü Merkez Bankası'nın oluşturduğu, kamuoyuna açıklanmayan ve geçmişte büyük bir başarı yüzdesi ile enflasyonu tahmin eden "MBTÜFE" ile TÜİK'in verisi arasındaki ilişkinin koptuğu biliniyor.

7) Çünkü şarkta yalan ayıp değildir.

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/devlet-yalanlari-ve-tuik-danisma-kuruluna-giren-ekonomistlere-bir-kitap-onerisi,29725


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


Covid - 19 aşısından hissedar kavgasına, rüşvetten yeni fabrikaya; Sinovac'ın öyküsü
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
20 Ocak 2021
Barış Soydanbs


Covid - 19 salgını Yin Yeidong'ı, rüşvet haberlerinden ve azınlık hissedarlarının baskısından kurtardı, rahat bir nefes almasını sağladı. Yin ve ekibi SARS için geliştirdikleri eski aşıdan elde ettikleri bilgi birikimiyle Covid - 19 aşısı üzerinde çalışmaya başladılar.

Türkiye'nin aşı için bütün umutlarını bağladığı Sinovac kim? "Canım onu bilmeyecek ne var, Çinli şirket…" denebilir. Ama 1.4 milyar nüfuslu Çin'de milyonlarca firma var. Sinovac içlerinden biri. Devlet şirketi değil. Büyük bir şirket de değil. Aşı üretimine odaklanmış orta ölçekli bir şirketti düne kadar. (2019 yılı cirosu 246 milyon dolar.)

Sinovac'ın Türkiye, Brezilya, Endonezya, Şili ve Filipinler'in sipariş verdiği yüz milyonlarca doz aşıyı üretecek kapasitesi var mı? Geçen ay başına kadar olup olmadığı şüpheliydi. Sinovac geçen ay başında başka bir Çinli firmadan, Sino Biopharmaceutical'dan 515 milyon dolar kaynak sağladı. Karşılığında hisselerinin yüzde 15'ini verdi.

Sinovac 515 milyon dolarla yeni fabrika kuracak. Daha önce yılda 300 milyon doz aşı üretim kapasitesi vardı. Şimdi bunu iki katına çıkaracak. Sinovac, fabrikayı Aralık sonuna yetiştirmeyi hedeflediğini açıklamıştı. Hedefine ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz.

Çin'de aşı üreten devlet şirketleri de var. Bunlardan biri olan Çin Ulusal Biyotek Grubu'nun (CNBG) geliştirdiği Covid - 19 aşısının Faz-3 testleri Arjantin, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde sürüyor. CNBG devlet şirketi olduğu için mali imkanları Sinovac'tan daha fazla. Yıllık aşı üretim kapasitesi 1 milyar doz. Türkiye, Sinovac'la aşı anlaşması yaparken, CNBG ile de anlaşmayı neden düşünmedi acaba? (Tabii aynı sorular İngiliz AstraZenaca ve diğer aşı üreticileri için de geçerli.)

Sinovac'ın patronu Yin Weidong, Thangshan Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu bir tıp insanı... Doktorluğa 1980'lerde Çin'in kuzeyindeki Tangshan kentinde başlamıştı. O sırada Thangsan'da hepatit salgını patladı. Yin, hepatite kalıcı bir çare bulmak gerektiğine karar verdi. Aşı araştırmalarına yöneldi. Ve nihayet 1999 yılında Çin'in ilk Hepatit A aşısını geliştirdi.

Bu aşı Sinovac'ın kuruluşunu getirdi. Yin, 2001 yılında Çin'in başkenti Pekin'de Sinovac şirketini kurdu. Bir yıl sonra, 2002 yılında Çin'de SARS salgını patladı. Sinovac zaman yitirmeden SARS aşısı üzerinde çalışmaya başladı. Fakat çalışmalar tamamlanmadan SARS virüsü ortadan kayboldu, Sinovac'ın üzerinde çalıştığı aşı hiçbir zaman kullanılamadı. O araştırmada elde edilen bilgi birikimi, yıllar sonra Covid - 19 aşısını geliştirmeye yarayacaktı…

Sinovac'ın aşıları Çin'de başarılı olunca şirket ihracata başladı. Türkiye de hedef pazarlar arasındaydı, 2013'te bugün Covid - 19 aşısının da ithalatçısı olan Keymen İlaç'la anlaştı. Keymen, Sinovac'ın aşıları için Sağlık Bakanlığı'na başvurdu. Bakanlık uzmanları Çin'e giderek Sinovac'ın tesislerini yerinde inceledi. Sinovac denetimlerden başarıyla çıktı.

2016'da Sinovac'ın adı Çin'de büyük bir rüşvet skandalına karıştı. Çin ilaç idaresi başkanı 2016 yılında aşı firmalarından 500 bin dolar rüşvet aldığı gerekçesiyle 10 yıl hapse mahkûm edildi. Rüşvet verenlerden biri de Sinovac'tı. Yin Weidong, 83 bin dolar rüşvet verdiğini kabul etti. Ama hapse girmedi. Fakat başı azınlık hissedarlarıyla derde girdi. Sinovac'ın küçük ortakları 2018 yılında, rüşvet vererek şirketi uçurumun eşiğine getirdiği için yönetimi Yin'den almak istedi. Uzun sürecek bir mücadele başladı. Hisse kavgası bir süre sonra Amerika'dan duyuldu. Sinovac'ın işlem gördüğü Amerika'daki Nasdaq borsası (Sinovac 2012 yılında Nasdaq borsasına açılmıştı), şirketin tahtasını kapattı.

Covid - 19 salgını Yin Weidong'ı, rüşvet haberlerinden ve hissedarların baskısından kurtardı, rahat bir nefes almasını sağladı. Yin ve ekibi SARS için geliştirdikleri eski aşıdan elde ettikleri bilgi birikimiyle Covid - 19 aşısı üzerinde çalışmaya başladılar. Ve bu sayede sonuca hızlı ulaştılar.

Sinovac bu yılın Nisan ayında bir devlet bankasından Pekin'de Covid - 19 aşısı fabrikası kurmak için 8.5 milyon dolar kredi aldı. Mayıs ve Haziran'da özel yatırımcılardan ve Brezilya'daki Sao Paulo eyaleti yönetiminden 32 milyon dolar daha... Ve aralık ayının başında yüzde 15 hisse karşılığında 515 milyon dolarlık kaynak daha…

Sinovac'ın Covid - 19 aşısının Faz-3 sonuçlarıyla ilgili tartışmalara girmeyelim, bu zaten tıp insanlarının alanı. Ama görüldüğü gibi şirketin dünü bugünü de yakından incelenmeyi hak edecek kadar karışık.

Brezilya, ithalata bağlı kalmamak için geçen Eylül'de Sinovac'la ortak fabrika yatırımına başlamıştı. Yılda 100 milyon doz kapasiteli fabrika Eylül'de hazır olacak. Türkiye bu seçeneği neden değerlendirmedi, neden ülkenin kaderi büyük oranda tek şirketten yapılacak ithalata bağlandı?

Ve en önemli soru: Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın Kasım sonunda "Aralık ayında asgari 10 milyon olmak üzere ama 20 milyonu hedefliyoruz. Ocak ayında 20 milyonda sorun yok. Şubat ayında da 10 milyon olmak üzere toplam 50 milyon doz için sözleşme imzalandı" dediği Sinovac aşıları nerede?

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/covid-19-asisindan-hissedar-kavgasina-rusvetten-yeni-fabrikaya-sinovac-in-oykusu,29534


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Sıcak paranın dönüşü: 2 ayda Türkiye'ye giren 16 milyar dolar hakkında 10 şey
--------------------------------------------------------------------------------------------------
11 Ocak 2021

Barış Soydanbs


Kim haklı; iktidara güvenmeyen, dolarda, Euro'da, altında kalmaya devam eden Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca mı; Naci Ağbal'a güvenen, enflasyonun düşeceğine inanan yabancı sermaye mi?
Ekonomide son haftaların en önemli gelişmesi, kısa vadeli yabancı sermayenin, nam-ı diğer sıcak paranın Türkiye'ye geri dönüşü… Neden çok önemli? Çünkü sıcak paranın dönüşü, doların 8.50'den 7.25'e kadar gerilemesine neden oldu.

İşin ilginç yanı, vatandaşlar dolar-Euro-altın almaya devam ederken (Döviz hesapları Aralık'ın son haftası 235 milyar doları geçerek tarihin en yüksek seviyesine çıktı), yabancıların TL'ye yatırım yapması.

Kim bu yabancı sermaye, hangi hesapla hareket ediyorlar?

1. Nereden çıkarıyorsunuz sıcak paranın Türkiye'ye döndüğünü?
Kasım'dan bu yana Türkiye'ye 16 milyar dolardan fazla sıcak para girdiği tahmin ediliyor. Bunun 4.1 milyar doları borsa, tahvil ve repoya yatırım yaptı. Kalan 12.5 milyar dolarının da Swap (Bankalar arası para takası) yoluyla geldiği hesaplanıyor. (Swap'la gelen sıcak paranın toplamına ilişkin bilgiyi, HSBC Portföy Başekonomisti İbrahim Aksoy'dan öğrendim.)

2. Sıcak para Türkiye'den kaçmamış mıydı?
Doğru, yabancı yatırımcılar yılın ilk on ayında devlet tahvili ve borsadan 13.4 milyar dolarlık çıkış gerçekleştirdi.

3. Ne oldu da şimdi Türkiye'ye dönmeye karar verdiler?
Kasım'da Berat Albayrak Hazine ve Maliye Bakanlığı'nı bıraktı, Merkez Bankası'nın başkanı değişti, yeni gelen Başkan (Naci Ağbal) kallavi bir faiz artırımı yaptı ve hepsinden önemlisi, Erdoğan "ekonomide acı ilacı içmek"ten söz etti, "hukuk ve demokrasi reformu" vadetti…

Sadece iç değil dış nedenler de var. Pandemi patlayınca kısa vadeli uluslararası sermaye riskli gördüğü yerlerden, en başta da gelişmekte olan ülkelerden kaçmıştı. Aşılama kampanyaları başlayınca tekrar cesaret topladılar. Riskli varlıklara yatırım tekrar artmaya başladı. Kasım'da ve aralıkta sadece Türkiye'ye değil bütün gelişmekte olan ülkelere para girişi oldu.

4. Yabancı sermaye neden devlet tahvili veya borsa kanalıyla değil Swap kanalıyla geliyor?
Swap, yabancı yatırımcılar için vadenin kısa olması, karşı taraf riskinin düşük olması, teminatlar vs. gibi nedenlerle ilk tercih edilen yatırım aracı. Yabancı sermayenin Swap kanalını kullanması, hâlâ çok kısa vadeli işlemleri tercih ettiğini gösteriyor. Sıcak paranın Swap'la gelmesi, ilk dalgalanmada çıkıp gidebileceğinin de işareti. Yabancı sermayenin Türkiye'ye güveni artarsa borsa ve tahvilin payı artacak...

5. Swap aşağı, Swap yukarı… Swap ne demek?
Swap, İngilizce takas demek. Finansta, bankaların ellerindeki farklı cinsten (mesela biri dolar, diğeri TL) ya da farklı faizden (mesela biri sabit, diğeri değişken faizli) parayı belirli bir süre için takas etmeleri anlamına geliyor.

6. Bankalar bu işlemi nerede yapıyor?
Türk bankaları Swap işlemlerini Merkez Bankası'yla veya Londra piyasasında yabancı bankalarla yapıyor. Berat Albayrak'ın Hazine ve Maliye Bakanlığı döneminde bankaların Londra'da Swap işlemi yapması çok kısıtlanmıştı. Çünkü Albayrak, Türkiye'yi zayıflatmak isteyen "dış mihrakların" Londra piyasasını kullanarak manipülasyon yaptığına inanıyordu. Bu nedenle bankaların yurtdışıyla Swap işlemleri yasal özkaynaklarının yüzde 1'i ile sınırlandırıldı. Borsa İstanbul nezdinde yerli ve milli Swap piyasası oluşturuldu...

Londra piyasasının fiilen yasaklanması, yabancı sermayenin Türkiye'den ayağını kesmesinin sebeplerinden biriydi. Albayrak gidince Türk bankalarının Londra'yla Swap limitleri yeniden artırıldı. Yani yabancı sermayenin musluğu yeniden açıldı.

7. Swap'la Türkiye'ye giren paraya dair verileri nereden izleyebiliriz?
Merkez Bankası bankalarla yaptığı Swap işlemlerini geçen hafta açıklamaya başladı ama onun verileri fotoğrafın bütününü görmekte yetersiz. Çünkü bankaların yurtdışıyla Swap işlemlerinin muhasebeleştirilmesi ve ödemeler dengesine yansımasında eskiden beri devam eden eksiklikler var. Bir kaynağım bu durumun, Swap işlemlerinin bir bacağında spot işlem, diğer bacağında (vadeli kısımda) bir taahhüt olmasından kaynaklandığını söylüyor. Taahhütler genelde bilanço dışı görünüyor... Ayrıca Türk bankalarının muhasebeleştirmelerinde de eksikler mevcut.

8. Swap'la gelen yabancı sermaye nasıl para kazanıyor?
Swap kanalından gelen para Türk bankaları ile yaptıkları işlemlerdeki faiz farklarından para kazanıyor.

9. Vatandaş TL'ye güvenmezken sıcak para neye güvenerek TL alıyor?
Türkiye'ye şu anda sadece yüksek riski seven, kumar peşindeki çok kısa vadeli sermaye geliyor. Moody's, Standard and Poors gibi derecelendirme kuruluşları Türkiye'nin notunu "yatırım yapılabilir" seviyeye yükseltmedikçe böyle olmaya devam edecek. (Uzun vadeli yatırım yapan fonlar -mesela emeklilik fonları-, bir ülkeye para yatırmak için kredi derecelendirme kuruluşlarının "yatırım yapılabilir" notu vermiş olması şartını arıyor.)

Bununla birlikte gördüğümüz gibi riski göze alıp faiz farkından para kazanmak için Türkiye'ye gelen bir kesim de mevcut. Onların hesabı basit. Amerika, Avrupa, Japonya'da çok düşük, hatta eksi faizle borçlanıyorlar. Oradan aldıkları parayı getirip Türkiye'de yüksek faize yatırıp taş atmadan para kazanıyorlar. Buna "Carry trade" veya faiz arbitrajı deniyor.

Öte yandan Merkez Bankası'nın yeni Başkanı Naci Ağbal'ın uyguladığı para politikasının TL varlıklara değer kazandıracağını düşünenler de var. Enflasyon düştükçe, ekonomi düzeldikçe TL varlıkların getirisi artacak. Beklentileri bu...

10. Kim haklı; iktidara güvenmeyen, dolarda, Euro'da, altında kalmaya devam eden Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca mı; Naci Ağbal'a güvenen, enflasyonun düşeceğine inanan yabancı sermaye mi?
Kısa vadede yabancı sermaye haklı çıktı. Merkez Bankası'nın yeni Başkanı Naci Ağbal'ın politika faizini artıracağı, bunun etkisiyle Türkiye'nin risk priminin düşeceği, TL'nin ve borsanın yükseleceği belliydi. Bunu doğru öngördüler ve dolar 8.50'den 7.25'e düşerken pozisyon alıp iyi para kazandılar.

Ama işlerin hep rayında gideceğine inanmak için çok naif olmak lazım. Enflasyonun düşeceğine, "Hukuk ve demokrasi reformu" söyleminin hayata geçeceğine, Erdoğan'ın Naci Ağbal'ın işine hiç karışmayacağına, Ankara'nın Amerika veya AB'yle bir daha ağız dalaşına girmeyeceğine, diplomasiyi tercih edeceğine inanıyorsanız, buyurun (varsa) dolarınızı, Euro'nuzu bozun, TL'ye geçin…

Bonus soru: Yabancı yatırımcı bunu bilmiyor mu?
Elbette biliyor ama Türkiye'nin geleceği onların umrunda değil, kısa günün kârıyla ilgililer…

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/sicak-paranin-donusu-2-ayda-turkiye-ye-giren-16-milyar-dolar-hakkinda-10-sey,29407


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Online eğitim giderleri, serbest meslek kazancının tespitinde gider olarak indirilebilir mi?
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
12 Şubat 2021
Erdoğan Sağlamkhjj


Hasılattan mesleki faaliyetle ilgili, bir diğer ifadeyle mesleki faaliyetin devamı için katlanılan eğitim giderini indiremeyeceksek, neyi indireceğiz?

Gelir Vergisi Kanununa göre, gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabi. Gelir unsurları; ticarî kazanç, ziraî kazanç, ücret, serbest meslek kazancı, gayrimenkul sermaye iradı, menkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlardan oluşuyor.

Serbest meslek faaliyeti, "sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari niteliği olmayan işlerin işverene bağlı olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına bağımsız olarak yapılması" olarak tanımlanıyor.

Serbest meslek faaliyetini kendi nam ve hesabına, mutat meslek halinde yürüten avukat, doktor, diş hekimi, veteriner hekim, mimar, mühendis, müşavir, serbest muhasebeci mali müşavir, yeminli mali müşavir, danışman, ressam, yazar, bestekar, kimyager, noter, öğretmen, artist, menajer, senarist, yönetmen, ebe, sünnetçi, arzuhalci, rehber ve sağlık memuru vb. kişiler "serbest meslek erbabı" kabul ediliyor. (Bu vesileyle zaten çoğul olan "erbap" kelimesinin çoğulun çoğulu şeklinde "erbapları" olarak kullanılmasından rahatsız olduğumu belirtmek isterim. Buna benzer çoğulu tekil olarak da kullanılan kelimelere bazı örnekler: emsal, emlak, esnaf, evlat, evrak, eşya, enkaz, tüccar, nüfus, tadilat…)

Serbest meslek faaliyeti ister devamlı isterse arızî olarak yapılmış olsun yıllık beyan esasında gelir vergisine tabidir. (2020 yılı başında değişen telif istisnası ile ilgili yazıma buradan ulaşabilirsiniz.)

Gerçek usulde kazanç, bir takvim yılında serbest meslek faaliyeti karşılığı tahsil edilen para ve ayınlar ile diğer suretlerle sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerden bu faaliyet dolayısıyla yapılan giderler indirilmek suretiyle hesaplanır.

Gelir Vergisi Kanununda serbest meslek kazancının tespitinde indirilecek giderler tek tek sayılmıştır. Mesleki yayınlar için ödenen bedellerin de gider olarak indirilebileceği kabul edilmiştir.

Ayrıca sadece serbest meslek erbabının değil, yıllık beyanname veren tüm gelir vergisi mükelleflerinin beyan ettiği gelirden "eğitim harcamaları"nı indirmesi mümkündür. İlgili maddeye göre, beyan edilen gelirin yüzde 10'unu aşmaması, Türkiye'de yapılması ve vergi mükellefiyeti bulunan gerçek veya tüzel kişilerden alınacak belgelerle tevsik edilmesi şartıyla mükellef kendisi, eşi ve küçük çocuklarına ilişkin eğitim ve sağlık harcamalarını, gelir vergisi beyannamesi ile beyan ettiği gelirden indirim konusu yapabilir.

Bu açıklamaları yakın zamanda rastladığım bir özelgeyi tartışmak için yaptım. Serbest meslek erbabı olarak serbest muhasebeci mali müşavirlik faaliyetinde bulunan bir kişi Maliye’ye başvurarak bir özelge talep ediyor.

Yıl içerisinde çeşitli kitap ve dergiler ile eğitim programları aldığını, kitapların bir kısmının mesleki yayınlarla ilgili olduğunu; bir kısmının tarih, coğrafya gibi genel kültür ile ilgili kitap ve dergilerden oluştuğunu (hukuk kitapları, tek düzen hesap planı kitapları, kullanılan muhasebe programlarına ait kitaplar, office programları kitapları -Word, Excel, PowerPoint gibi-, bağımsız denetim kitapları) ve eğitim programlarının (online hukuk, bağımsız denetim, office programları) olduğunu belirterek, bu kitap ve dergiler ile eğitim programlarına ilişkin harcamaların mesleki yayın alımı kapsamında (GVK 68/6) gider olarak ya da Gelir Vergisi Kanununun ilgili maddesi (GVK 89/1-2) kapsamında yıllık beyannamede indirim konusu yapılıp yapılamayacağını ve bu harcamalara ilişkin faturalarda gösterilen KDV’nin indirilip indirilemeyeceğini soruyor.

Keşke sormasaymış!

Söz konusu özelgeye göre,

- Mesleki faaliyetin elde edilmesi ve devam ettirilmesi ile açık ve doğrudan bir bağı bulunan ve yapılan işin mahiyetine uygun olan hukuk, tek düzen hesap planı, muhasebe programlarına ilişkin kitaplar, office programları kitapları, bağımsız denetim kitapları ve diğer mesleki yayınlara ilişkin harcamaların, iş hacmi ile de orantılı olması kaydıyla gider olarak dikkate alınması mümkün. (Bu görüş doğru ve beklenen bir görüş, her ne kadar ilgili bentte "iş hacmi ile de orantılı olması kaydıyla" ibaresi yer almasa da. Bunu ileride ayrıca tartışırız.)

- Tarih, coğrafya, genel kültür ile ilgili kitap ve dergiler gibi mesleki faaliyetin yürütülmesi için zorunlu olmayan kitap ve dergiler için ödenen bedellerin ise gider olarak dikkate alınması mümkün değil. Bu kitaplara ilişkin giderlerin ilgili madde kapsamında beyanname üzerinde indirimi de mümkün bulunmuyor. (Bu görüş de beklenen bir görüş, sürpriz değil. Ancak bu konuyu da ileride geniş bir şekilde tartışmak isterim, çünkü okunan her kitabın kişiye, dolayasıyla yaptığı işe katkı sağladığına inanıyorum. )

- Online eğitim (hukuk, bağımsız denetim, office programları) giderleri, serbest meslek kazancının tespitinde indirilecek giderler arasında sayılmadığından, gider olarak indirilemez. Ancak, söz konusu eğitim giderlerinin ilgili maddede (GVK 89/1-2) yer alan şartların yerine getirilmesi halinde, yıllık beyanname üzerinde beyan edilen gelirden indirim konusu yapılması mümkün.

Özelgenin son bölümüne katılmıyorum. Soruyu soran meslek mensubu, online eğitim giderlerinin, mesleki yayın alımı (GVK 68/1-6) kapsamında gider olarak indirilip indirilemeyeceğini soruyor.

Özelgede sadece bu bent kapsamında değil, genel bir değerlendirme yapılarak, serbest meslek kazançlarında indirilebilecek giderleri düzenleyen 68’inci maddede bu giderlerin indirilebilecek giderler arasında sayılmadığı gerekçesiyle, gider olarak indirilemeyeceği belirtiliyor.

Özelgenin devamında, şartlar sağlanırsa, bu giderlerin eğitim harcamaları kapsamında yıllık beyanname üzerinde indirim konusu yapılabileceği ifade ediliyor. Tabii ki bu durumda KDV indirim konusu yapılamayacak demektir.

Özelgede, online eğitim harcamalarının, indirilebilecek giderler arasında sayılan "mesleki faaliyetin ifası için ödenen mal ve hizmet alım bedelleri" kapsamında değerlendirilmediğini görüyoruz.

Bence söz konusu eğitim giderleri mesleki faaliyetin ifası için alınan hizmetler kapsamında gider olarak indirilebilir, KDV’si de indirim konusu yapılabilir.

Bu olay bize birkaç konuda ders veriyor:

Özelge talep ederken sektörün sorumluluğunu sırtımızda hissetmeliyiz.
Açık olan konularda özelge talep edersek sürprizlerle karşılaşabiliriz.
Özelge talep dilekçesinde hukuki değerlendirmeler açık ve net olmalı, mümkünse örneklerle desteklenmelidir.
Bu özelge nedeniyle Gelir İdaresini de eleştirmek durumundayım. Hasılattan mesleki faaliyetle ilgili, bir diğer ifadeyle mesleki faaliyetin devamı için katlanılan eğitim giderini indiremeyeceksek, neyi indireceğiz?

Online eğitim giderlerini beyanname üzerinde indirim konusu yapmak gider yazmakla aynı avantajı sağlamıyor. Çünkü beyanname üzerinde indirim imkânı, beyan edilen gelirin yüzde 10’u ile sınırlı olarak yapılabiliyor ve bu kapsamda yüklenilen KDV mesleki faaliyet nedeniyle hesaplanan KDV’den indirim konusu yapılamıyor. Beyanname üzerinde eğitim harcaması indirimi KDV dâhil tutar esas alınarak yapılıyor. Yani eğitim giderinin beyanname üzerinde indirimine izin vermek, serbest meslek kazanç defterine gider yazıp KDV’sini indirmenin sağladığı avantajı sağlamıyor.

Meslek mensupları için sürekli eğitimin zorunlu olduğu ve pandemi sebebiyle online eğitimlere olanak tanındığı bir ortamda Gelir İdaresinin bu görüşü vermesini doğru bulmuyorum. Umarım en kısa sürede bu görüş değiştirilir.

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/online-egitim-giderleri-serbest-meslek-kazancinin-tespitinde-gider-olarak-indirilebilir-mi,29835


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Mücbir sebep mükelleflere bir fayda sağlıyor mu?
------------------------------------------------------------------
28 Ocak 2021

Erdoğan Sağlamkhjj


Bu dar kapsamlı mücbir sebep düzenlemesi yoğun bir şekilde eleştiriliyor. Faaliyetleri durdurulmayan ancak çok sınırlı iş yapan işletmeler de kendilerinin kapsama alınmasını istiyor
"Mücbir sebep" kelimesini, son bir yıldır Koronavirüs (Covid - 19) salgını dolayısıyla çok fazla duyar olduk. Tük Dil Kurumu sözlüğüne göre mücbir sebep "herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar" anlamına geliyor.

Mücbir sebep vergisel ödevlerin de yerine getirilmesini engellediği için Hazine ve Maliye Bakanlığı (Maliye), mücbir sebep hâli ilan etmeye ve bu sürede vergi ödevlerinden hangilerinin yerine getirilemeyeceğini belirlemeye yetkili.

Peki, hangi haller mücbir sebep olarak kabul ediliyor?
Vergi Usul Kanunu (VUK)’na göre mücbir sebep olarak kabul haller şunlar:

- Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk,

- Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler,

- Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler,

- Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyla defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması gibi haller.

Dünya Sağlık Örgütü Covid -19 salgınını "pandemi" ilan ettiği için afet kapsamında mücbir sebep hâli olarak kabul ediliyor.

Nitekim Maliye 2020 yılı Mart ayında 518 no.lu VUK Tebliği ile İçişleri Bakanlığınca alınan Koronavirüs tedbirlerinden etkilenen mükellefler için mücbir sebep hali ilan etmişti. Normalleşme süreci ile birlikte bu mücbir sebep uygulaması sona ermişti.

İçişleri Bakanlığı Koronavirüs vakalarının 2020 yılı sonuna doğru artması nedeniyle Kasım ayında yeni tedbirler almak zorunda kaldı. Bazı tesislerin faaliyeti tamamen durdurulurken, bazılarınınki ise kısıtlandı.

20 Kasım 2020 tarihli yazımda alınan bu tedbirlerin pek çok işletmenin faaliyetini önemli ölçüde daraltacağını, bazılarını ise tamamen durduracağını işaret ederek, yeni kısıtlama tedbirlerinin bazı mükellefler açısından mücbir sebep hali ilan edilmesini zorunlu kıldığını belirtmiştim.

Bu yöndeki taleplerin yeni ekonomi yönetimine değişik platformlarda dile getirildiğini biliyoruz.

Yaklaşık iki ay sonra, İçişleri Bakanlığının aldığı tedbirler kapsamında, geçici süreliğine faaliyetlerine tamamen ara verilmesine/faaliyetlerinin tamamen durdurulmasına karar verilen sinema salonu, kahvehane, kıraathane, kır bahçesi, internet kafe/salonu, elektronik oyun salonu, bilardo salonu, lokal, çay bahçesi, halı saha, yüzme havuzu, hamam, sauna, masaj salonu ve lunapark gibi faaliyetlere yönelik sektörlerde faaliyet gösteren mükelleflerin mücbir sebep halinde olduğu ilan edildi.

Bu konuyu düzenleyen 524 no.lu VUK Tebliği 25 Ocak 2021 tarihinde yayımlandı.

Tebliğ ile sadece faaliyetleri İçişleri Bakanlığınca tamamen durdurulan yani geçici bir süre kapatılan işletmeler için mücbir sebep uygulanacak.

Lokanta, kafe, restoran gibi faaliyetlerine sınırlı bir şekilde devam eden işletmeler bu olanaktan yararlanamayacak. Faaliyetine bu koşullarda devam etmek istemediği için faaliyetini kendi isteğiyle durduran işletmeler mücbir sebep uygulamasından yararlanamayacak.

Bu dar kapsamlı mücbir sebep düzenlemesi yoğun bir şekilde eleştiriliyor. Faaliyetleri durdurulmayan ancak çok sınırlı iş yapan işletmeler de kendilerinin kapsama alınmasını istiyor.

Mücbir sebep kapsamında olduğunu mükellef nasıl öğrenecek?
Ana faaliyet alanı itibarıyla İçişleri Bakanlığınca alınan tedbirler kapsamında faaliyetlerinin tamamen durdurulmasına karar verilen işyerlerinin bulunduğu sektörlerde faaliyette bulunan mükelleflerin mücbir sebep halinde olduğu kabul edilecek.

Ana faaliyet alanlarının tespit edilmesinde tebliğin yayımlandığı 25 Ocak itibarıyla vergi dairesi kayıtlarındaki ana faaliyet kodu dikkate alınacak.

Maliye önceki uygulamada olduğu gibi, yeni tebliğ kapsamında da mücbir sebep durumundan yararlanılıp yararlanılamayacağına ilişkin sorgulamanın İnteraktif Vergi Dairesinden yapılabilmesini sağladı.

İnteraktif Vergi Dairesine giriş yapılarak "Bilgilerim/524 Sıra No’lu VUK Genel Tebliği Kapsamında Mücbir Sebep Durum Sorgusu ve Dilekçesi" menüsünden sorgulama yapılabiliyor.

Faaliyetleri durdurulan işletmelerden olduğu halde ana faaliyet kodu vergi dairesinde farklı olduğu için mücbir sebepten yararlandırılmayan mükellefler, bu sektörlerden herhangi birisinde fiilen iştigal ettiğini ispat ve tevsik etmeleri halinde uygulamadan yararlandırılabilecekler.

Hangi tarih aralığında mükellefin mücbir sebep halinde olduğu kabul ediliyor?
Faaliyeti durdurulan mükelleflerin 1 Aralık 2020 tarihi (bu tarih dâhil) ila ileride alınacak karar kapsamında faaliyetlerine tekrar başlamaları uygun görülecek tarih aralığında mücbir sebep halinde olduğu kabul edilecek. Yani kapsama giren mükelleflerin mücbir sebep hali 1 Aralık 2020 tarihinde başladı, faaliyetlerine yeniden başlamalarına karar verileceği tarihe kadar bu durum devam edecek.

Hangi vergi ödevleri ertelendi?
Maliye mücbir sebep hâli ilan ettiği mükelleflerin hangi vergisel ödevleri yerine getiremeyeceğini de belirliyor. Yani bu durumdaki mükelleflerin tüm vergisel ödevleri ertelenmedi.

Tebliğle ertelenen yükümlülükler şunlar:

Mücbir sebep süresi içinde verilmesi gereken Muhtasar Beyannameler (Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannameleri dâhil) ve KDV Beyannamelerinin verilme ve ödeme süreleri,
Mücbir sebep süresi içinde verilmesi gereken Form Ba-Bs bildirimlerinin verilme süreleri,
Mücbir sebep süresi içinde oluşturulması ve imzalanması gereken e-Defterlerin oluşturulma ve imzalanma ile aynı sürede Gelir İdaresi Başkanlığı Bilgi İşlem Sistemine yüklenmesi gereken elektronik defter beratları ile e-Defterler ve bunlara ilişkin berat dosyalarının ikincil kopyalarının yüklenme süreleri.
Verilme süreleri uzatılan yükümlülükler, mücbir sebep hâlinin sona ereceği tarihi izleyen ayın 26'ncı günü sonuna kadar verilecek. Bu beyannamelere istinaden tahakkuk eden vergilerin ödeme süreleri, beyanname verme süresi uzatılan ilk dönemden başlamak üzere beyannamenin verildiği ayı izleyen aydan itibaren sırasıyla her bir dönem için takip eden ilgili ayın sonuna kadar uzayacak.

Örneğin mücbir sebep halinin 4 Mart 2021 tarihinde sona ereceğini varsayacak olursak, mücbir sebep kapsamında süresinde verilmeyen 2020/Kasım, 2020/Aralık, 2021/Ocak ve 2021/Şubat dönemleri KDV ve muhtasar beyannameleri 26 Nisan 2021 günü sonuna kadar verilebilecek.

Bu beyannamelere istinaden tahakkuk eden vergilerin vadesi; 2020/Kasım dönemi için 31/5/2021, 2020/Aralık dönemi için 30/6/2021, 2021/Ocak dönemi için 2/8/2021, 2021/Şubat dönemi için ise 31/8/2021 olacak.

Mücbir sebep hali ilan edilmeden verilmiş olan 2020 yılı Kasım ve Aralık ayı beyannamelerinin de ödeme süreleri yukarıda belirtiğimiz tarihlere uzayacak. Yani beyannamemin verilmiş olması ödeme süresinin uzamasına engel değil.

Mücbir sebep ilanı mükellefe ne ölçüde fayda sağlıyor?
Mücbir sebep ilanı, bu gerekçeyle ertelenen yükümlülüklerin neler olduğuna göre mükellefe fayda sağlayabilir. Örneğin mükellefin vadesi geçmiş borçları bu kapsamda ertelenirse bir anlam ifade eder. Gerçek bir desteğe dönüşür.

Son tebliğde olduğu gibi sadece mücbir sebep süresi içinde verilmesi gereken KDV ve muhtasar beyannamelerin verilme ve ödeme süresi uzatılırsa mükellefe gerçekte fazla bir şey (hatta bazı örneklerde hiçbir şey) verilmemiş olur.

Koronavirüs'ten etkilenen ve faaliyetleri tamamen durdurulan bir işletmeye verilebilecek en önemli destek ona geri alınmamak üzere verilecek hibe şeklindeki nakit desteklerdir. Biz esnafa verdiğimiz destek üzerinden bile vergi alıyoruz!

Bu tebliğle mücbir sebep süresi içine verilmesi gereken beyannamelerin ödeme süresi uzatılıyor. Zaten kapalı olduğu için bu sürede KDV tahsil etmeyen, çalışmadığı için de muhtemelen ücret ve kira ödemeyen / ödeyemeyen mükellefin zaten bu beyannameleri süresinde verseydi bile ödenecek vergisi çıkmayacaktı. Bu mücbir sebep uygulaması ile ödenemeyecek vergiyi erteliyoruz aslında.

Bu durumdaki mükelleflerin varsa önceki dönemlere ait vergi borçlarını ertelesek, hatta silsek daha gerçek bir destek olmaz mı?

Mücbir sebep kapsamına alınmayan mükelleflerin de üzülmelerine gerek yok, çünkü mücbir sebep beklendiği gibi bir fayda sağlamıyor. Boşuna üzülmeyin, kaybettiğiniz fazla bir şey yok!

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/mucbir-sebep-mukelleflere-bir-fayda-sagliyor-mu,29640


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Vergide uzlaşmaya yeniden işlerlik kazandırılmalı, kısmî uzlaşma pratiği geliştirilmelidir
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
17 Aralık 2020
Erdoğan Sağlamkhjj

Mükelleflere tavsiyem, kısmî uzlaşma haklarının farkında olmaları ve eğer kısmî uzlaşmayı istiyorlarsa uzlaşma komisyonlarını buna zorlamalarıdır
Vergide "uzlaşma" müessesesi, mükellef ile idare arasındaki anlaşmazlığın yargıya intikal etmeden idari aşamada çözülmesini sağlayan barışçıl bir düzenleme.

Uzun süre başarı ile uygulanan bu müessese, kamu tarafındaki "Devlet mükellefle pazarlık yapmaz!" şeklindeki katı yaklaşımların ve basına yansıyan bazı haberler nedeniyle kamu görevlileri hakkında oluşan haksız kanaatlerin yarattığı rahatsızlıklar dolayısıyla maalesef etkinliğini kaybetti. Yakın geçmişte yazılı olmayan bir talimat ile götürü (standart) bir uygulamaya geçildi. Şu andaki uygulama vergi aslında indirim yapılmaması, cezanın ise yüzde 20'sinin alınması (yüzde 80'inin silinmesi) yönünde. Gecikme faizi uzlaşma kapsamında olmadığından uzlaşılan vergi tutarı üzerinden hesaplanıyor. Usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezaları ise uzlaşma kapsamında değil.

Bu standart uygulama eşitlik ilkesi açısından savunulsa da, bilmeyerek de olsa sahte belge kullanan mükellefle amortismanı yanlış hesaplayan mükellefi aynı kefeye koyuyor.[1] Bu müessesse geçmişte çok başarılı bir şekilde uygulandı ve birçok anlaşmazlık yargıya gitmeden çözüldü. Hem mükellef hem de idare bu olanaktan yarar sağladı. Diğer yandan yargının iş yükü hafifledi.

Mükellefin idare ile uzlaşma görüşmesi yapması devletin mükellefle pazarlık yapması şeklinde değerlendirilmemeli, bu çok haksız bir yaklaşım…

Maliye Bakanlığının başarılı uzlaşma pratiği gümrük vergileri için de ilham verdi, bugün gümrük vergilerinde de uzlaşmak mümkün.

Kaç tür uzlaşma var?
İki tür uzlaşma var.

"Tarhiyat öncesi uzlaşma", Vergi Denetim Kurulu bünyesinde yapılıyor. Yani inceleme tamamlandıktan sonra, tarhiyat öncesi uzlaşma talep edilmişse rapor vergi dairesine gönderilmeden önce mükellef uzlaşmaya davet ediliyor. Uzlaşma gerçekleşir ise uzlaşma tarihi itibariyle vergi kesinleşiyor. Kesinleşen verginin 30 gün içinde ödenmesi gerekiyor. Ödenmezse gecikme zammı uygulanmaya başlıyor.

Tarhiyat öncesi uzlaşma talep edilmemişse vergi inceleme elemanı tarafından düzenlenen rapor, rapor değerlendirme komisyonundan geçtikten sonra vergi dairesine gönderiliyor. Vergi dairesi vergi/ceza ihbarnamesi düzenleyerek mükellefe tebliğ ediyor. Tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde mükellefin dava açma, uzlaşma talep etme veya indirim talebinde bulunma gibi yasal hakları var.

Bu uzlaşma alternatifine "tarhiyat sonrası uzlaşma" diyoruz. Bu uzlaşmaya, tarh edilen verginin tutarına bağlı olarak vergi daireleri, vergi dairesi başkanlıkları, Vergi Daireleri Koordinasyon Uzlaşma Komisyonu veya Merkezi Uzlaşma Komisyonu yetkili. Son iki komisyon Ankara'da Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde.

Tarhiyat öncesi uzlaşma ile sonrası uzlaşma birbirinin alternatifi, yani mükellef ikisinden birini tercih etmek durumunda.

Şimdi bir örnek üzerinden uzlaşma ile dava alternatifini karşılaştıralım.

Yapılan inceleme sonucunda tespit edilen matrah farkı üzerinden vergi dairesince 500.000 TL vergi tarh edilmiş ve bunun üzerinden 1 kat (500.000 TL) vergi ziyaı cezası kesilmiş olsun.

Yapılan uzlaşma toplantısında, uzlaşma komisyonunun standart tarifeyi uyguladığını ve vergi aslının tamamı ile cezanın yüzde 20'sini önerdiğini ve mükellefin de bu teklifi kabul ettiğini varsayalım.

Bu durumda mükellefin ödeyeceği tutar vergi aslı, uzlaşılan ceza ve gecikme faizinden oluşacaktır. Gecikme faizinin 250.000 TL olduğunu varsayarsak, ödenecek tutar (500.000 + 500.000 x 0,20 + 250.000=) 850.000 TL olacaktır. Uzlaşmanın vaki olması durumunda, uzlaşılan vergi aslı ile vergi ziyaı cezasının yüzde 75'i, uzlaşma tutanağının tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenirse vergi ziyaı cezasının yüzde 25'i de silinecektir. Bu olanaktan yararlanıldığında ödenecek toplam tutar 825.000 TL'ye düşecektir.

Bu mükellef uzlaşmayıp dava açar ve davayı kazanırsa hiçbir ödemede bulunmayacak; davayı kaybederse, gecikme faizinin 300.000 TL'ye çıktığını varsayarsak, toplam (500.000 + 500.000 + 300.000=) 1.300.000 TL ödeyecektir.

Uzlaşma ile ilgili önerilerim
- Uzlaşmada mevcut standart uygulamadan vazgeçilip, bir an önce, eskiden olduğu gibi olayın özelliğine göre uzlaşma inisiyafine geçilmesi gerekir. Mevcut standart/götürü yaklaşım uzlaşmanın ruhuna aykırı… Eğer bu yaklaşımda ısrar edilecekse mükellef ve uzlaşma komisyonlarını boşuna uğraştırmaya gerek yok. Standart tarifeyi yasal düzenleme haline getirin, boşuna uğraşmadığımız gibi ve umutlanmayız da…

- Tarhiyat öncesi uzlaşmada daha pratik bir yöntem benimsenebilir. İnceleme elemanı belli bir aşamaya geldiğinde konuları tespit ettikten sonra, rapor düzenlenmeden önce mükellef uzlaşmaya davet edilebilir. Bu aşamada uzlaşma sağlanırsa, uzlaşılan rakamlar kesinleşir ve inceleme sona erdirilir. Rapor için harcanan emeğe yazık oluyor.

Kısmî uzlaşma pratiği geliştirilmeli
Tarhiyat öncesi uzlaşmada kısmî uzlaşma mümkün. Uzlaşma görüşmeleri sırasında kısmî uzlaşma talebinde bulunulması halinde, tutanağın açıklama bölümünde inceleme raporunda eleştirilen matrah farklarından hangilerinde uzlaşma talep edildiği ve bunlara ilişkin olarak uzlaşılan vergi ve ceza miktarı belirtilmek zorunda…

Kısmî uzlaşma yapılması durumunda, uzlaşma talep edilmeyen veya uzlaşılamayan matrah farkları için gerekli tarhiyat yapılmak üzere inceleme raporu vergi dairesine gönderiliyor.

Tarhiyat sonrası uzlaşmada ise kısmî uzlaşma talebinde bulunulamayacağı düzenlenmişti, ancak bu düzenleme Danıştay tarafından iptal edildi.

Bugün itibariyle her iki uzlaşmada da kısmî uzlaşma mümkün bulunuyor, ancak pratikte maalesef uygulanamıyor.

Mükelleflere tavsiyem, kısmî uzlaşma haklarının farkında olmaları ve eğer kısmî uzlaşmayı istiyorlarsa uzlaşma komisyonlarını buna zorlamalarıdır.

Gelir İdaresi ve Vergi Denetim Kurulundan beklentim ise kısmî uzlaşma taleplerini olumlu değerlendirmeleri yönündedir. Raporların kısmi uzlaşmaya uygun detayda düzenlenmesi ve uzlaşma hazırlıklarının da buna göre yapılması gerekir.

Kısmî uzlaşma her bir tarhiyat konusu itibariyle mümkün olmalıdır.

Konu itibariyle uzlaşmayı uygulamayan toptancı yaklaşım mükellefleri, tarhiyatın haklı olduğunu düşündükleri (yani uzlaşmak istedikleri) kısımlar için de dava açmaya zorluyor. Oysa mükelleflerin yasal hakkı olan kısmî uzlaşma olanağı uygulandığında mükellefler tarh edilen verginin uzlaşmak istedikleri kısımlarını uzlaşabilecek, haksız olduğunu düşündükleri kısımlar içinse dava haklarını kullanabileceklerdir. Bu durumun devletin de lehine sonuç vereceğini düşünüyorum.

[1] Sahte belge düzenleyen veya bilerek kullanan mükellefler uzlaşma hakkından yararlanamıyor. Sahte belge düzenleyen veya bilerek kullanan mükellefler hakkında normalde 1 kat uygulanan vergi ziyaı cezası 3 kat uygulanıyor. Ayrıca hapis cezası istemiyle dava açılması için savcılığa suç duyurusunda bulunuluyor.

Kaynak: https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/vergide-uzlasmaya-yeniden-islerlik-kazandirilmali-kismi-uzlasma-pratigi-gelistirilmelidir,29089



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


Bilim Kurulu üyesinden korkutan mutant virüs uyarısı

Sözcü -- Güncellenme: 13:27, 13/02/2021

*-*yjhg

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Akın, "Öyle bir virüsle karşılaştık ki Vuhan'dan çok daha hızlı, vaka sayısı 100 bin olursa bin kişiyi kaybederiz. Yoğun bakımlara yüklenilmesinden bir parça tedirginiz" diyerek yetkilileri uyardı...
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Levent Akın, mutasyonlu virüsün şu ana kadar Türkiye’de 33 ile yayıldığını söyledi.

Akın, “Öyle bir mutantla karşılaştık ki yayılımı Vuhan’dan dünyaya dağılan virüse göre çok hızlı. 33 ilde biz saptadık ama Türkiye’nin tüm illerinde bunu saptamak için çalışma sürdürülüyor. Yarın bir başka rakamla karşılaşabiliriz. Bu yayılıyor. Çünkü şehirlerarası ulaşımda durma yok. Herkes yine eşe, dosta, akrabaya ziyaretlerini yapıyor. Sosyal amaçlı ziyaretler olduğu için iller arası geçiş oluyor ve çok hızlı bir şekilde yayılacağını görüyoruz. İngiltere örneğini biliyorum; İngiltere’de yaklaşık 5 hafta sonunda saptanan tüm virüslerin yüzde 70’i bu mutant virüs oldu. Yani çok hızlı yaylıyor” diye konuştu.

‘BİR PARÇA TEDİRGİNİZ’
Akın, mutant virüsün hastalık şiddetinde bir değişiklik yapmadığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:
* Hastalığın şiddeti değişmiyor; ama yüzde 1 ölüm varsa 100 kişiden 1’ini kaybedebilirsiniz, ama vaka sayısı 100 bin olursa bin kişiyi kaybedersiniz; onun için de ölüm sayısının artmasından, yoğun bakımlara yüklenilmesinden bir parça tedirginiz. Şu an yük taşınıyor. Çünkü vaka sayısı kontrol edilebilir ölçüde; ama kontrol edemediğimiz yeni mutant vakaları artıyor.

* Bunu kontrol etmek için çaba harcamak lazım. Burada devlete iş düşüyor, yönetimlere iş düşüyor; ama vatandaşa da iş düşüyor. Yani bizlere önerilere katılarak tüm toplumun korona belasından korunmasında yardımcı olması lazım bireylerin.

‘TÜRKİYE’NİN ŞU ANDA YÖN DEĞİŞİMİNE İHTİYACI YOK’
Akın, mutasyonlu virüsle enfekte olmuş ve hastaneye yatmış bir kişinin, yine corona virüslü bir kişi ile yan yana yatırılmadığını söyleyerek, şu ifadeleri kullandı:

* O ayrı bir yerde yatıyor. Hastane düzeyinde bu önlem var. Tedavi modelinde bir değişiklik yok, aynı tedaviyi uyguluyoruz.

* Vatandaşlarımızın maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyacağını düşündüğümüz için toplumda özel bir değişiklik yapmadık. Ama virüsün yarattığı yük ile elde ettiğimiz bazı bilgilere göre oynama yapılabilir.

* Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Biraz daha takip ediyoruz; çünkü aynı şekilde İngiltere’yi ya da bir başka ülkeyi de takip durumundayız.

* Danimarka’nın, Almanya’nın çeşitli sıkıntılar var, Hollanda epeyce sıkıntıda. Bunları da takip ediyoruz. Yerel bilgileri de kullanarak, belki ileride bu korunma önlemleri ile ilgili bazı önerilerde bulunabiliriz. İngiltere çok sıkı önlemler alarak, vaka sayısını ciddi olarak düşürdü.

* Demek ki sıkı önlemlere ihtiyaç olabilir. Bugün için Türkiye’de bunlar takip edilen durumalardır. Türkiye’nin şu anda herhangi bir yön değiştirmeye ihtiyacı yok. Ama dediğim gibi bunu bugünden söylüyoruz. Yarından sonraki rakamlar neler düşündürür bilmiyoruz.

‘YAZA DOĞRU RAHATLAYABİLİRİZ’
Aşılama çalışmalarıyla birlikte biraz rahatlama olabileceğini vurgulayan Akın şunları söyledi:

* İki doz aşılanan nüfus yüzde 65-70’lere ulaştığı zaman epeyce rahatlamış olacağız. Ancak bu arada virüs de boş durmuyor.

* Virüs de kendi yaşamını sürdürmesi için zaman zaman yeni mutantları ortaya çıkarıyor ve bu yeni mutantların topluma yayılmasıyla tekrar ataklar yapıyor. Karşılıklı bir satranç mücadelesi gibi düşünün.

* İki taraf da hamle yapıyor. Ama aşılamayla hiç olmazsa, hastalanmaları görürüz; ancak ağır vakalar ve ölümleri daha az göreceğiz gibi bir düşüncem var.

* 2’nci doz aşıyı almış nüfus yüzde 65-70’ler olursa bu da yaklaşık 50 milyon kişiye denk geliyor, 50 milyon kişiye 2 doz aşı yapmış olursak, bir mesafe almış oluruz. Bu rahatlayacağız anlamına gelmiyor; çünkü aşı olursanız, yine maske, mesafe, hijyeni korumanız lazım.

* Şu anda hızlı bir şekilde aşımızı tamamlayalım. Mayıs, Haziran, Temmuz ayına doğru bir rahatlama olabilir. Hem insanların sokağa çıkması hem de bağışıklanmış kişi sayısının artmasına bağlı olarak biraz daha rahatlayabiliriz; ama 2021’de çok fazla rahatlayacağımızı düşünmemek lazım.


Haberin yeri: https://www.sozcu.com.tr/2021/saglik/bilim-kurulu-uyesinden-korkutan-mutant-virus-uyarisi-6257982/

[Edited at 2021-02-13 16:52 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 14:08
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 16, 2021

ADO_YORUM: Ey BBC (!) Şervud ormanlarını veya İskoçya yaylasının dağlarını üs olarak kullansam, örgütüm de "İskoçya Savunma Halk Güçleri" (İSHG) olsa, başkanları da ben Türk Ado olsa... Oradan yola çıkarttığım teröri(t)slerim London, Birmingam, Liverpul, Mançestır ve de Kraliçenin saraylarında bombalar patlatsa, insanları rehin alsa, her türlü terör etkinliklerinde bulunsa; adımı ve örgütümü yine şirince yazabilecek miydiniz? Tarafsız habercilik... See more
ADO_YORUM: Ey BBC (!) Şervud ormanlarını veya İskoçya yaylasının dağlarını üs olarak kullansam, örgütüm de "İskoçya Savunma Halk Güçleri" (İSHG) olsa, başkanları da ben Türk Ado olsa... Oradan yola çıkarttığım teröri(t)slerim London, Birmingam, Liverpul, Mançestır ve de Kraliçenin saraylarında bombalar patlatsa, insanları rehin alsa, her türlü terör etkinliklerinde bulunsa; adımı ve örgütümü yine şirince yazabilecek miydiniz? Tarafsız habercilik maskesi altında beni ve örgütümü "zararsız dağ insanları" olarak şirince namımla birlikte dünyaya gene ilan eder miydin? Aklınız fikriniz sömürgecilik dönemindeki rahatınızda kalmış, dünyayı yüzyıllarca şiyaptınız işte... Ayıp be.

--Alıntı--

Genelkurmay Başkanı böyle anlatmıştı! İşte Gara operasyonunun detayları…

Haber Giriş: 16.02.2021 - 10:02 | Son Güncelleme: 16.02.2021 - 10:28

*-*11

Türk Silahlı Kuvvetleri gara bölgesine operasyon düzenledi, terör örgütü PKK ise operasyon sürerken elinde tuttuğu 13 kişiyi katletti. CNN Türk hem operasyon hem de kaçırılanların infazına ilişkin detaylara ulaştı. İşte beş soru ve beş cevapla gara operasyonu...
Gara operasyonu ile ilgili merak edilenlere ve PKK'nın esir tuttuğu 13 kişiyi şehit etmesine ilişkin detaylara CNN Türk ulaştı.

Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler'in kroki üzerinden anlattığı o görüntüler akıllarda bu mağaralar nasıl böyle inşa edildi sorusuna neden olmuştu.

CNN Türk'e konuşan kaynaklar,, "PKK 40 yıldır dağlarda zorlu arazilerde sığınak yapmayı öğrendi" dedi, ama bu tip bir mağara yapısı için de dış desteğin olduğuna vurgu yaptılar. Bir de ypg ile deaş yakınlaşmasına. YPG-DEAŞ yakınlaşması sonrası DEAŞ'dan yeraltı inşaatı, beton kullanma gibi konularda, yeni bilgiler edindiler" sözlerini kullandı. İlk kez bu tabloya Barış Pınarı harekatında rastlandığı vurgulandı o dönem yüzlerce kilometre uzunluğunda yer altı sığınaklarının bulunduğu hatırlatıldı.

13 ŞEHİDİN YERİNİN NASIL TESPİT EDİLDİĞİ DE BİR BAŞKA SORU...

Kaynaklar, ele geçirilen ve itirafçı olan PKK'lılardan alınan bilgilere atıf yaptı, ancak esirlerin sürekli yerlerinin değiştirildiği, PKK'lı gibi giydirildiği ve genelde gece hareket ettikleri belirtildi.. Bu operasyon öncesi yerleri tespit edildi ve bahse konu mağaraya yönelindi, denildi.

Peki infaz talimatı Kandil’den mi geldi, yoksa sorumlular anlık mı karar verdi? Sağ ele geçirilen PKK'lılardan elde edilen ilk bilgilere göre sığınağın sorumlusu infaz talimatı verdi diyen kaynaklar, "Bugüne kadar genelde kapsamlı bir operasyona maruz kaldıklarında teslim olurlardı ancak bu kez öyle olmadı " dedi.

Sığınağın sorumlusuna da bir üstünden talimat gitme ihtimali dışlanmıyor. Kaynaklar, "Arada bölge, saha ve ülke sorumluları var ancak ana komuta silahlı yapının başındaki isim murat Karayılan'da" diyor ancak, mevcut koşullarda sığınak sorumlusunun doğrudan Karayılan'a ulaşma ihtimali olmaz görüşü korunuyor.

PKK’NIN 5-10 YILLIK ÇALIŞMASI YERLE BİR EDİLDİ

Yeni terörle mücadele konsepti TSK'nın temizlediği bölgeye konuşlanmasını içeriyor ancak Gara’da böyle olmadı. Konuşlanıp konuşlanmamanın askeri karar olduğu vurgulanırken kaynaklar bölgenin dağlık ve zor bir alan olduğuna işaret etti. İrtibat hattı ve güvenliğin sağlanması açısından riskli bulunmuş olabileceği belirtildi. Ancak sahadaki sonuç ile PKK'nın 5-10 yıllık çalışmalarının yerle bir edildiğinin altı çiziliyor, örgütün altyapısını bozmak önemliydi ve bunu başardık ifadesini kullanılıyor.

Peki bundan sonra ne olacak? Operasyonların devamı için uygun zamanlamaya işaret eden kaynaklar, kararlılık vurgusu yaptı, Sincar-Mahmur ve Kandil mercek altında... Ancak henüz Sincar'a Irak'la ortak bir operasyon öngörülmüyor, teknik çalışma zaman alacak mesajı veriliyor.. Irak ile işbirliği şu aşamada lojistik, istihbarat ve eğitim alanlarında sürecek.

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/genelkurmay-baskani-boyle-anlatmisti-iste-gara-operasyonunun-detaylari-41741516


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı-

Gara: Türkiye'nin operasyon yaptığı bölgenin önemi nedir?

Ece Göksedef - BBC Türkçe - 15 Şubat 2021

Türkiye'nin askeri harekât başlattığı ve PKK'nın rehin aldığı 13 Türk vatandaşının cenazelerine ulaşıldığı Gara bölgesi, hem PKK için koridor görevi görüyor; hem de Türkiye'nin Sincar ve Musul'a açılan kapısı niteliğinde.

Operasyonla, bölgede tutulan rehinelerin kurtarılması da hedefleniyordu.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) 10 Şubat'ta Irak'ın kuzeyindeki Gara'da PKK'nın kontrolü altındaki noktalara yönelik Kartal Pençe-2 adlı bir harekât başlattı.

Burası, TSK'nın Irak'ın kuzeyinde yıllardır yoğun olarak operasyon yürüttüğü bölgenin onlarca kilometre batısında, Suriye sınırına ve Musul'a daha yakın bölgede yer alıyor.

Harekâtın üçüncü gününde, PKK'nın daha önce kaçırdığı ifade edilen 13 Türk vatandaşının cenazelerine ulaşıldı.

Operasyonda rehinelerin kurtarılması da hedefleniyordu
Hakkari'ye bağlı Çukurca ilçesinden 35 kilometre güneyde, Suriye sınırına yaklaşık 110 kilometre mesafedeki dağlık Gara bölgesi, son yıllarda TSK ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) operasyonlarında sıklıkla gündeme geldi.

Konuyla ilgili BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan bir Türk güvenlik yetkilisi, Suriye'de Halk Savunma Birlikleri'nin (YPG) ve Sincar Savunma Birlikleri'nin (YBŞ) Irak'ın kuzeybatısındaki Sincar'da güçlenmesiyle birlikte, PKK'nın Irak ile Suriye arasında bir koridor oluşturduğunu; bunu engellemek için son yıllarda operasyon alanlarını Irak'ın kuzeyinde Kandil'den Suriye sınırına kadar genişlettiklerini söylüyor.

Yetkili Gara bölgesinin önemi şu ifadelerle sıralıyor:

Bölge Türkiye'nin terör örgütü olarak kabul ettiği grupların yer aldığı Sincar'a açılan kapısı. Sincar'la diğer PKK kontrolündeki bölgeler arasında bağlantı sağlıyor.

Suriye'deki YPG bölgesiyle Irak'taki kampların arasındaki dağlık arazi olduğu için PKK'ya kolay geçiş sağlıyor.

Türkiye'nin demiryolu, karayolu gibi projelerle ticareti artırmayı planladığı Musul'la arasında yer alan bölgede PKK'nın varlığını güçlendirmesi, güvenlik riski yaratıyor.

Ankara ile işbirliği yapan yerel gruplardan PKK'nın yeni üs bölgesi olarak planladığına ve Türkiye sınırına yönelik sızma girişiminde bulunulabileceğine dair bilgi alındı.

Aynı zamanda PKK'nın rehin aldığı Türk vatandaşlarından bir kısmının bölgedeki mağaralara götürdüğü bilgisi de alındı.

Bunun üzerine rehinelerin kurtarılmasını da hedefleyen geniş çaplı bir operasyon düzenlenmesine karar verildi. Operasyon kapsamında askeri uçaklarla birlikte Silahlı İnsansız Hava Araçları da (SİHA) kullanıldı. Mağaralara yönelik olarak da kara operasyonu başlatıldı.

nhy

Türkiye'nin Irak sınırından 35 kilometre derinlikte yaptığı bu kara operasyonu, sınıra en uzak mesafede yapılan operasyonlardan biri oldu.

Ancak rehineleri kurtarmaya yönelik operasyonda üç asker hayatını kaybetti. Cumartesi akşamı,13 rehinenin de mağarada cenazelerine ulaşıldığı açıklandı.

Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler, Pazar günü yaptığı açıklamada "Mağaranın yapısı hava kuvvetlerinin görerek ateş etmesini kesinlikle ani bir alanda seçilmiş bir arazidir. Mutlak surette bu yere girmek için ilgili unsurlarımızın bizzat karadan girip oraya girmesi şarttı" açıklaması yaptı.

Halk Savunma Güçleri'ni (HPG) bir süre önce bir açıklama yaparak ellerinde dokuz askerin bulunduğunu açıklamıştı. PKK'ya yakın haber sitelerinde, operasyonun ikinci günü olan 11 Şubat Perşembe günü, rehinelerin operasyonlar sırasında zarar görmüş olabileceğine dair haberler çıktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 8 Şubat Pazartesi günü "Çarşamba günü Millete Sesleniş konuşmamı özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Bu görüntülü millete seslenişte inşallah sizlere birçok güzellikleri orada takdim edeceğim" demişti. Operasyonun başladığı gün olan çarşamba günü ise TBMM'deki AKP grup konuşması yaptı ve ardından bazı il kongrelerine bağlandı.

"Ulusa Sesleniş" konuşması adı altında bir konuşma gerçekleştirmedi.

Bir yıl içinde iki geniş çaplı hava ve kara operasyonu
Aynı bölgedeki Metina, Gara ve Haftanin zaman zaman hava operasyonlarında hedef alınıyordu. Ancak TSK yoğun olarak PKK'nın üst düzey isimlerinin ve asıl üslerinin yer aldığı düşünülen İran sınırındaki Kandil'e odaklanıyordu.

2019 itibarıyla TSK'dan gelen, Gara bölgesinde olduğu tespit edilen üst düzey PKK'lıların hava operasyonlarıyla hedef alındığına dair açıklamalar sıklaştı. Açıklamalarda "PKK/HPG'nin sözde Gara alanı yürütme konseyi üyelerinin" hedef alındığı ifadeleri yer alıyordu.

PKK hedefleri MİT ve TSK'nın ortak operasyonlarında 2019 sonuna kadar F-16'larla vuruldu.

Aynı dönemde, Ekim 2019'da Türkiye Suriye'nin kuzeydoğusundaki YPG hedeflerine yönelik yaklaşık 10 gün süren "Barış Pınarı Harekatı"nı başlatmış; Rusya ve ABD ile imzalanan ateşkes anlaşmaları sonrası operasyon sona ermişti.

2020'de ise insansız hava araçlarının kullanıldığı TSK operasyonları ile sadece MİT'in yer aldığı operasyonlar sıklaştı.

Haziran 2020'de, son günlerde başlatılan operasyonun birinci aşaması olan, Kandil'den Sincar'a kadar geniş bir alanı kapsayan Pençe-Kartal operasyonu başladı.

Milli Savunma Bakanlığı'ndan yapılan duyuruda, askerlerin Haftanin bölgesinde sınırdan geçerek kara operasyonuna da katıldığı duyuruldu.

Irak'ın kuzeyinde Kürtçe yayın yapan bazı haber siteleri ve gazeteler, operasyonlarda sivillerin de hayatını kaybettiğini belirtirken TSK bu haberleri yalanladı. Bölgedeki mağaralarda konuşlanan PKK'lıları hedef aldığını ve sığınaklarla depoların vurulduğunu duyurdu.

Peşmerge ve PKK çatıştı, Ankara ile KDP'nin işbirliği arttı
Operasyonun ardından yaz aylarında Türkiye, sınırından yaklaşık 15 kilometre güneye ilerleyerek Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) kontrolündeki bölgede 10'dan fazla geçici üs kurmuş; Irak merkezi yönetimi operasyonlara "egemenlik haklarının ihlâli" diyerek tepki göstermişti.

Türk ordusunun geçici olarak kurduğu üslerin yanı sıra Peşmerge de yeni kontrol noktaları oluşturarak bölgedeki varlığını güçlendirmişti.

Türk Dışişleri Bakanlığı'nda Irak'la ilgili çalışmalar yürüten bir diplomatın verdiği bilgiye göre, bölgede istikrarı sağlamak isteyen IKBY'nin iktidardaki partisi Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) yaz ayları boyunca süren operasyon sırasında Ankara ile işbirliğine gitti.

Aynı zamanda Bağdat'taki merkezi yönetime bağlı Irak ordusu ile İran'ın desteklediği milis güçler de İran sınırındaki bölgeye girince, PKK güçlerini batıya doğru kaydırdı.

IKBY'li yetkililer, bölgede egemenlik haklarının ihlâl edilmemesi; bir başka deyişle Türkiye'nin operasyonlarına son vermesi ve İran müdahalesinin engellenmesi için PKK'nın da bölgeden çekilmesi gerektiğine yönelik açıklamalar yaptı.

BBC Türkçe'ye bilgi veren güvenlik yetkilisi, PKK'nın yeni üs bölgeleri kurmak için Gara bölgesinde çalışma yürüttüğünü; aynı zamanda buralardan Türkiye'ye sızma girişimleri olduğuna yönelik istihbarat bilgileri aldıklarını; operasyonları bu sebeple sıklaştırdıklarını söyledi.

Yaz aylarında Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki hava operasyonları sebebiyle IKBY topraklarındaki dağlık bölgede batıya doğru ilerleyen PKK'lılarla Peşmerge arasında çatışmalar yaşanmış ve IKBY Başbakanı Masrur Barzani, üç Peşmerge'nin hayatını kaybettiğini bildirmişti.

Ekim ayında da IKBY, PKK'yı Duhok'taki Peşmerge güçlerine saldırmakla suçlamış ve bölgedeki varlığını güçlendirmeye başlamıştı.

9 Ekim'de de PKK'ya bağlı grupların bölgede en güçlü olduğu yerlerden biri olan Sincar'la ilgili Bağdat ve Erbil hükümetleri arasında bir anlaşma imzalanmış; bu anlaşmaya göre PKK'ya bağlı güçlerin bölgeden çekilmesi ve iki hükümetin ortaklaşa oluşturacağı bir askeri birliğin Sincar'da güvenliği sağlamasına karar verilmişti.

PKK, hem bu karara hem de Duhok'ta oluşturulan kontrol noktalarına "Türkiye'nin operasyonlarına yardımcı olduğu" gerekçesiyle tepki göstermişti.

Yıl sonunda da Çukurca'nın güneybatısında, Türkiye sınırına yaklaşık 15 kilometre mesafedeki Duhok'un Amedi kasabası yakınlarında Peşmerge ile PKK arasında birkaç gün süren küçük çaplı çatışmalar yaşandı.

İki taraftan da kayıplar verilen çatışmaların sonucunda Peşmerge, tutukladığı 6 YPG'liyi Suriye'ye dönmeleri kaydıyla serbest bıraktı.

Akar'ın Irak ziyareti sonrası operasyon başladı
Irak'taki Bağdat ve Erbil hükümetlerinin PKK'ya yönelik politikasında bir yakınlaşma olduğunu düşünen Türk hükümeti de, Irak'ın kuzeyinde bir yıl dolmadan ikinci geniş çaplı operasyonu başlatmak için adım attı.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler, 18 Ocak'ta Bağdat'a giderek Iraklı üst düzey yetkililerle görüşmeler yaptı. Akar ve Güler, Bağdat'ın ardından Erbil'e giderek "terörle mücadelede işbirliğini" görüştü.

Görüşmelerin ardından Akar, "Önümüzdeki dönemde iş birliğimizin gerçekleşmesi ve bununla alakalı uygun mekanizmaları kurmak suretiyle Türkiye-Irak, Türkiye-Erbil arasındaki iş birliği terörle mücadele konusunda çok önemli birtakım gelişmelere sebep olabilecek. Bu konuda tarafların istekli olduğunu gördük." açıklaması yaptı.

O dönem Türk basınında bu ziyaretin Sincar'a operasyon hazırlığı olduğu yazılsa da Akar, "Teröristlerin özellikle Sincar çevresinden tamamen ayrılmadığına dair bilgilerimiz var. Bu konuda özellikle Bağdat yönetimi, herhangi bir şekilde bizden yardım, destek isterlerse bunu da sağlamaya hazır olduğumuzu kendilerine ifade ettik" demekle yetindi.

10 Şubat gecesi de Pençe-Kartal 2 adı verilen operasyon, PKK'nın son operasyonlar sonrası yoğun olarak konuşlandığı belirtilen Gara bölgesinde başladı.

Türkiye, Suriye'de IŞİD'le mücadele eden Suriye Demokratik Güçleri'nin omurgası niteliğindeki YPG'ye verdiği destekten dolayı ABD yönetimine sert eleştiriler getiriyor. Washington ve Ankara arasında son yıllarda yaşanan gerilimin temel noktalarından birini bu destek oluşturuyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "Eğer PKK tarafından gerçekleştirildiği doğrulanırsa, en şiddetli şekilde kınıyoruz" açıklaması da Ankara'da tepkiyle karşılandı.

Ankara, İran'da Gara operasyonuna yönelik olumsuz bir duruş olduğu görüşünde. Buna göre Tahran, Türkiye'nin askerlerini bölgeden operasyon sonrası da çekmeyerek Musul'a inmeyi ve orada kalıcı hale gelmeyi hedeflediğini düşünüyor.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56076054


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı-

Güllələnən senator, ölkə prezidenti seçilən dul qadın, dirəşən Markos – Akino ailəsinin savaşı və zəfəri

15.02.2021 -- 15:23

Siyasətə gənc yaşlarından böyük maraq göstərsə də, o, 40 yaşına qədər evdar qadın kimi ailə qayğıları ilə məşğul olub, 5 övlad - 4 qız, 1 oğul böyüdüb. Bununla yanaşı, Korason Akino senator olan həyat yoldaşı Beniqno Akinoya da bütün işlərində köməklik göstərib, onun ən yaxın məsləkdaşına çevrilib.

Məhz bu ərəfədə, 1970-ci illərdə onların yaşadığı ölkədə, Filippində Ferdinand Markosun diktarura rejimi hökm sürüb. Bu qanlı rejim Akinolar ailəsinə də faciələr yaşadıb. Amma sonda Korason Akino siyasi meydanda qələbə qazanaraq tarixə Asiyanın ilk qadın prezidenti kimi düşüb.

Korason Akino 1933-cü ildə Filippinin Tarlak əyalətində zəngin bir ailədə dünyaya gəlib. Kifayət qədər maddi imkanlara malik olan ailə övladlarının təhsili üçün vəsaitlərini əsirgəməyiblər. Korason Akino orta təhsilni başa vurduqdan sonra Amerika Birləşmiş Ştatlarında ali təhsil alıb. Daha sonra təhsilini Filippin universitetində davam etdirib.

99

Korason Akino 1954-cü ildə, 21 yaşında Beniqno Akino ilə ailə həyatı qurub. Beniqno Akino gənc yaşlarından siyasətlə məşğul olub. O, 1955-ci ildə Konsepson şəhərinin meri, daha sonra Tarlak əyalətinin qubernatoru vəzifəsində işləyib. 1967-ci ildə isə senator seçilib. Mövcud dövrdə Beniqno Akino ən ciddi müxalif siyasi fiqurlardan biri sayılıb və böyük nüfuza malik olub. Təbii ki, onun mövqeyi diktator prezident Ferdinand Markosu ciddi narahat edib. Bu narahatlığı aradan qaldırmaq və növbəti prezident seçkilərində qələbə qazanmaq üçün Ferdinand Markos 1973-cü ildə ölkədə hərbi rejim tətbiq edib, üzdə olan müxalifətçilərin həbs olunmasını göstəriş verib. Bu siyahıda başda Beniqno Akinonun adı əks olunub.

B.Akino 7 il həbsxana həyatı yaşayıb. Bu ərəfədə onun işlərini Korason Akino davam etdirib. Yalnız ABŞ prezidenti Cimmi Karterin müdaxiləsindən sonra Akino həbsdən azad edilib və ailəsi ilə birlikdə ölkədən çıxarılıb. 1983-cü ildə o, Filippinə qayıtmaq üçün ölkə rəsmilərindən razılıq almağa müvəffəq olub. Bu razılığın arxasında isə Markosun məxfi tapşırığı, növbəti cinayəti dayanıb. Belə ki, Filippinə qayıdan Beniqno Akino Manila elə hava limanında güllələnib.

Bu qətldən bir ay sonra Korason Akino bütün maneələrə baxmayaraq, Filippinə qayıdıb və birləşmiş müxalifət qüvvələrinə rəhbərlik edib. O, 1986-cı ildə prezident seçkilərinə qatılıb. Seçki ərəfəsində Korason Akinonun tərəfdarlarına ciddi təzyiqlər olub, növbəti qətl hadisələri törədilib, seçki saxtakarlıqlarına yol verilib və Ferdinand Markos yenidən prezident seçilib. Amma kütlələrin ayağa qalxması, Müdafiə Nazirliyi və ordunun Korason Akimo tərəfinə keçməsi Markosun hakimiyyətinə son qoyub.

888

Maraqlı məqamlardan biri odur ki, 25 fevral 1986-cı ildə Filippin paytaxtınının iki yerində inauqurasiya mərasimi keçirilib. Birində Ferdinand Markosun, digərində Korason Akimonun. Markosun tədbirində öz yaxın ətrafından başqa heç kim iştirak etməyib. Dövlət rəsmiləri və büyük insan kütlələri isə Akinonun inauqurasiya mərasiminə qatılıblar. Elə həmin gün ölkədəki gərginliyi və ona qarşı ediləcək təzyiqləri anlayan Ferdinand Markos ailəsi birlikdə ölkəni tərk edərək ABŞ-a qaçıb.

Beləliklə, 25 fefral 1986-cı ildən Korason Akino prezident kimi fəaliyyətə başlayıb. Onun hakimiyyətə gəlişi demokratik islahatların başlanğıcı kimi qiymətləndirilib. O, Markosun diktatura rejiminə xidmət edən bütün sərəncam və qərarları ləğv edib. Elə həmin il, Korason Akino “Time” jurnalı tərəfindən “ilin qadını” elan edilib.

Korason Akino altı illik hakimiyyəti dövründə məhkəmə, aqrar, təhsil, konstitusiya sahələrində ciddi islahatlar aparıb, ölkədəki siyasi məhbusları həbsdən azad edib.

Gördüyü bütün işlərə baxmayaraq, Korason Akino hakimiyyət və vətəndaş həmrəyliyinə tam nail ola bilməyib. Onun altı illik hakimiyyəti dövründə yeddi dəfə hərbi çevrilişə cəhd edilib.

Korason Akino əvvəlcədən də bəyan etdiyi kimi,1992-ci ildə keçirilən prezident seçkilərinə qatılmayıb. O, özü tərəfindən namizədliyi irəli sürülən müdafiə naziri Fidel Ramosu dəstəkləyib.

Prezidentlik dövründən sonra siyasi səhnədən uzaqlaşan Korason Akino əvvəlki nüfuzunda qalıb. O, bir çox ölkələrin rəsmi mükafatlarına layiq görülüb, yerli və beynəlxalq tədbirlərə dəvət alıb.

2001-ci ildə Korason Akino mətbuata verdiyi açıqlamalarda onda xərçəng xəstəliyinin aşkar olunduğunu bildirib. Uzun illər xəstəliklə mübarizədə aparsa da, həkimlər sabiq prezidenti xilas edə bilməyiblər.

Korason Akino 1avqust 2009-cu ildə vəfat edib. Onun dəfni izdihamla müşayiət olunub. Vəfatından bir il sonra isə sabiq prezidentin oğlu kiçik Beniqno Akimo Filippinin prezidenti seçilib. O, 2016-cı ilə qədər ölkəyə rəhbərlik edib.

İlham Cəmiloğlu, Musavat.com

Kaynak: https://musavat.com/news/gullelenen-senator-olke-prezidenti-secilen-dul-qadin-diresen-markos-akino-ailesinin-savasi-ve-zeferi_779240.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Keyfiyyətsiz içki üstündə başlayan böyük qiyam- Xruşşov dövrünün ilginc hadisəsi

14.02.2021 -- 14:20

*-*1111

*-*2222

SSRİ-nin mövcud olduğu 70 il ərzində ölkədə kütləvi etiraz aksiyaları, tətil və nümayişlər, qiyamlar daha çox Nikita Xruşşovun 11 illik hakimiyyəti dövründə baş verib.

Sosial rifahlarından, yaşam tərzindən, ümumiyyətlə, ölkədə aparılan islahatlardan narazı olan insanlar rejimin sərtliyinə baxmayaraq küçələrə çıxmağa, etiraz səslərini ucaltmağa məcbur olublar. Məhz bu dövrdə ayrı-ayrı şəhər və rayonlarda dövlət qurumları, xüsusilə də milis orqanları əməkdaşları ilə baş verən kiçik insidentlər kütləvi narazılıqlara çevrilib.

1960-cı ildə Odessada baş verən və “Moldavanka qiyamı” kimi tarixə düşən ixtişaşlar da Xruşşov hakimiyyətinə qarşı olan növbəti etiraz aksiyalarından biri olub.

Hər şey kiçik bir mübahisədən başlayıb. Həmin ilin dekabr ayının 18-də günorta saatlarında Odessada dislokasiya olunan inşaat (stroybat) hərbi hissəsinin əsgəri ilə Odessanın Moldavanka qəsəbəsində yerləşən ərzaq mağazasının alkoqollu içkilər satan satıcısı ilə mübahisəsi düşüb. Əsgər satıcını keyfiyyətsiz içki satmaqda ittiham edib və pulunu geri istəyib. Satıcı nümayişkarcasına əsgəri təhqir edərək onu itələyib və mağazadan qovub.

Bu səhnə mağazada olan və küçədən keçən adamların qıcığına səbəb olub. Əslində, insanların qıcığına əsas səbəb heç də satıcının əsgərlə kobud rəftarı olmayıb. Qəsəbə sakinləri həmin satıcının kobudluğunu illər boyu müşahidə ediblər və həqiqətən də onun gizli sexlərdə kustar üsulla hazırlanan içkilər satdığını da yaxşı biliblər.

Sanki məqam gözləyirmiş kimi qəsəbə sakinlərinin bir neçəsi əsgəri müdafiə edərək satıcı ilə haqq-hesab çəkmək qərarına gəliblər. Mübahisə sözdən əlbəyaxa davaya keçib. Çox qısa müddətdən sonra mağazanın qarşısına yüzlərlə insan toplaşıb. Təbii ki, sahə müvəkkili və patrul xidmətində olan milislər yüzlərlə insanı sakitləşdirmək gücündə olmayıblar.

Bir neçə saatdan sonra qəsəbə sakinlərinin yarıdan çoxu küçələrə axışıb. Antisovet və Xruşşov əleyhinə şüarlar səsləndirilib. Etiraz dalğaları bütün Odessanı bürüyüb. Saat 16-da Odessa vilayət Partiya Komitəsinin birinci katibi Aleksandr Fedosoyev təcili müşavirə çağırıb, müvafiq tapşırıqlar verib. Konkret tədbirlərin görülməsi üçün isə o, Ukraynanın birinci katibi Nikolay Podqornıya hadisələr haqqında məruzə edib. Nikolay Podqornı Xruşşovdan icazəsiz heç bir addımın atılmayacağını bildirib.

Elə bu danışıqlar zamanı artıq Odessadakı vəziyyətdən xəbər tutan Xruşşov özü Podqornıya zəng vurub. Baş katiblə birinci katibin arasında telefon danışığı qısa, amma çox gərgin olub. Xruşşovun əsəbləri tarıma çəkilib:

-Nikolay Viktoroviç, heç bir işə yaramayan bir kommunist kimi indi siz hansı işlə məşğul olursunuz? Burnunuzun altında sovet hökumətini söyürlər, siz isə kabinetdə mürgüləyirsiniz. Nəyi gözləyirsiniz? Gözləyirsiniz ki, Qərb mətbuatı bizim karikaturalarımızı çəksin?”

Podqornı adətinə uyğun olaraq təmkinin pozmadan cavab verib:

-Nikita Sergeyeviç, hadisələr nəzarətimiz altındadır. Hansı göstərişiniz olacaq?”

-Sən qənd bişirməkdən başqa heç nəyi bacarmırsan. Nəyin bahasına olursa-olsun Odessadakı xuliqan və banditləri həbs edin. Ordunu da bu işə cəlb edin.

Podqornı bu sərt dialoqdan sonra Ukraynanın ikinci katibi İvan Kazanetsi Odessaya göndərib və Odessa Hərbi Dairəsinin komandanı ilə məsələni həll etməyi tapşırıb.

Axşam saatlarında Odessa vilayət Partiya Komitəsində müşavirə keçirilib. Qiyamın yatırılması ilə bağlı müzakirələr aparılıb, təkliflər verilib.

Müşavirə iştirakçıları yekdil qərar qəbul etməkdə çətinlik çəkiblər.

Odessa Hərbi Dairəsinin komandanı əslən Şəmkirdən olan Amazasp Babacanyanın təklifi müzakirələrə son qoyub: “Mənə bir saat vaxt və Nikita Xruşşovun razılığı lazımdır. Odessa küçələrində bir nəfər də olsun qalmayacaq...”

Xruşşovun ordunun müdaxiləsinə razılıq verməsini Babacanyana bildirdikdən sonra Babacanyan küçələrə qoşun yeridib. Qısa müddət ərzində etirazçı kütlələr dağıdılıb. İxtişaş zamanı milis maşınları, dövlət qurumlarının inzibati binaları dağıdılıb. Milislərdən və aksiya iştirakçılarından yaralananlar olub. Ölüm hadisəsi qeydə alınmayıb.

Səhəri günü xüsusi əməliyyat və istintaq qrupları işə başlayıb. 167 nəfər həbs olunub. Onlardan 13 nəfəri 15, 13 nəfəri isə 9 il ərzində azadlıqdan məhrumetmə cəzasına məhkum edilib, digərlərinə inzibati cəzalar tətbiq olunub.

Odessa hadisələri Mərkəzi Komitənin geniş tərkibli iclasında müzakirəyə çıxarılıb. Ukraynanın birinci katibi, Xruşşov hakimiyyətdən devrildikdən sonra SSRİ Ali Soveti Rəyasət Heyətinin sədri vəzifəsini tutan Nikolay Podqornı ciddi partiya xəbərdarlığı alıb. Həmçinin Odessa vilayətinin və şəhərinin bir çox yüksək vəzifəliləri işlərindən azad olunublar.


İlham Cəmiloğlu, Musavat.com

Kaynak: https://musavat.com/news/keyfiyyetsiz-icki-ustunde-baslayan-boyuk-qiyam-xrussov-dovrunun-ilginc-hadisesi_779021.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

Azərbaycanda qızının sevgilisi ilə cinsi əlaqədə olan ANA ÖLDÜRÜLDÜ- VİDEO

16.02.2021 -- 17:20

8888888

K.A. 2017-ci il martın 27-də Xaçmaz rayonu, Şimali kəndində yaşayan 1989-cu il təvəllüdlü Samir Hacəliyev tanışı Gülnaz Sultanovaya balta ilə ağır dərəcəli xəsarətlər yetirib. Yaralanan qadın xəstəxanaya çatdırılıb və cərrahi əməliyyat edilib. Cinayəti törədən şəxs isə polisə gedərək təslim olub.

Musavat.com BAKU TV-yə istinadən xəbər verir ki, rayon Polis Şöbəsinin İstintaq bölməsində ilkin olaraq CM-nin 126-cı (qəsdən sağlamlığa ağır zərərvurma) maddəsi ilə cinayət işi başlanılıb.

Göstərilən tibbi yardımlara baxmayaraq, zərərçəkmiş aprelin 1-də Mərkəzi Rayon Xəstəxanasında vəfat edib. Bu səbəbdən iş rayon prokurorluğuna göndərilib və saxlanılan şəxsə CM-nin 120.1-ci (qəsdən adam öldürmə) maddəsi ilə ittiham elan edilib.

Təyin olunan məhkəmə-tibbi ekspertizasının rəyinə görə, Gülnaz Sultanovanın ölümünə beyin toxumasının əzilib dağılması və kəllə sümüklərinin açığ sınığı ilə müşayiət olunan 5 ədəd yara səbəb olub.

İstintaqla müəyyən edilib ki, 2014-cü ildə Samir Hacəliyev tanış olduğu Yalama kənd sakini Şəfanə Feyzullayeva ilə evlənmək istəməsinə baxmayaraq, qadının anası Gülnaz Sultanova münasibətlərinə müdaxilə edib, onların ailə qurmalarına maneəçilik törədib. Bunun nəticəsində qızla münasibəti pozulub.

Gülnaz Sultanova özü onunla ailə qurmaq üçün müxtəlif vasitələrə əl atıb. Mütəmadi anası və bacısına zəng edib, Samiri sevdiyini, bir çox hallarda isə qısqanclıq iradlarını kobud şəkildə bildirərək, onun və ailə üzvlərinin ünvanına nalayiq ifadələr işlədib.

2017-ci il martın 26-da qardaşının evində Sultanova ilə görüşərkən, qadına ondan əl çəkməsini bildirdiyinə görə, aralarında yenidən münaqişə yaranıb. Növbəti gün saat 8 radələrində sərxoş vəziyyətdə evdə yatan zaman, anası onu yuxudan oyadaraq, Gülnazın mobil telefonuna zəng etdiyini deyib. Zəngə cavab verdikdə, qadın qəzəbli halda onu təhqir edib. Bundan əsəbiləşən Hacəliyev Sultanovanı öldürmək qərarına gəlib və onu anası ilə görüşdürəcəyi bəhanəsi ilə yaşadığı evə dəvət edib.

Bir neçə dəqiqədən sonra Gülnaz onların küçəsinə gəlib. Sultanova evin həyətinə daxil olandan sonra Hacəliyev odun doğramaq üçün istifadə etdiyi baltanın iti tərəfi ilə qadının baş və bədən nahiyələrinə ardıcıl zərbələr endirib. Qadının hərəkətsiz qaldığını görüb, öldüyünü güman edərək Yalama Polis bölməsinə gedərək adam öldürdüyünü bildirib.

Samir Hacəliyev bildirib ki, 2015-ci ilin qış aylarında Şəfanə Feyzullayeva zəng edərək, anası Gülnazın onu evdən qovduğunu və getməyə yerinin olmadığını deyib. Şəfanə ilə evlənmək fikri olduğundan, onu yaşadığı evə gətirib. 4 gündən sonra anası Simnarənin məsləhəti ilə qız öz anası Gülnazla evlərinə qayıdıb.

Bundan sonra Samir tez-tez onlara qonaq gedib. Gülnaz onunla yaxınlıq etməyə çalışıb, o isə qadına qızını sevdiyini, onunla ailə həyatı qurmaq istədiyini söyləyərək, ondan uzaq durmasını xahiş edib. Növbəti dəfə Şəfanəgilə qonaq gedəndə, evdə tək olan Gülnaz sərxoşluğundan istifadə edib, onunla cinsi əlaqədə olub.

Bir müddət yaxın münasibətləri davam edəndən sonra, Hacəliyev bunun səhv olduğunu başa düşüb və qadından qaçmağa başlayıb. Onun bu hərəkətindən acığa düşən Sultanova qızına onların intim münasibətindən danışıb. Bu səbəbdən Şəfanə həm ondan, həm də anasından üz döndərərək, evdən çıxıb, birdəfəlik Bakıya gedib. Gülnaz Samirdən yenə də əl çəkməyib, tez-tez nömrəsinə zəng edərək, öz qısqanclıq iradlarını sərt formada bildirib. Hacəliyev Sultanovaya ona və hətta anasına zəng etməməsini xahiş etsə də, xeyri olmayıb.

Martın 27-də Gülnazın zəng edərək anasını təhqir etməsi Samiri özündən çıxarıb, Təxminən 15 dəqiqədən sonra Sultanova sərxoş halda darvazanı açaraq, həyətə daxil olub. Hacəliyev əlindəki balta ilə qadının üstünə gedib. Yaxlnlaşıb baş nahiyəsindən yuxarıdan-aşağı istiqamətdə zərbələr vurub. Gülnaz zərbənin təsirindən arxası üstə yerə yıxılıb və başından qan axmağa başlayıb.

Bakı Ağır Cinayətlər Məhkəməsinin hökmü ilə Samir Hacəliyev 10 il 6 ay müddətinə azadlıqdan məhrum olunub.

Yeri: https://musavat.com/news/azerbaycanda-qizinin-sevgilisi-ile-cinsi-elaqede-olan-ana-olduruldu-video_779470.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--Alıntı--

ABŞ-ın dünydakı ən vacib ticari tərəfdaşı elə onun ən böyük rəqibi imiş

16.02.2021 -- 01:09

abış

Çin (ÇXR) 2020-ci ildə ABŞ-ı ötərək Avropa Birliyi (AB) üçün ən vacib ticari partnyora çevrilib.

Musavat.com xarici agentliklərə istinadən xəbər verir ki, AB və Çin arasında xarici ticarət dövriyyəsinin həcmi 586 milyard avro təşkil edib.

Qeyd etmək lazımdır ki, ÇXR-lə Birləşmiş Ştatların ticarət dövriyyəsi eyni dövrdə 555 milyard avro olub.

Avropa İttifaqının Çinə ixracatı 2,2 faiz artaraq 202 milyard avro, Çindən idxalat isə 5,6% yüksələrək 383,5 milyard avro həcmində müəyyən edilib. Maraqlıdır ki, eyni dövr içində Avropa Birliyinin ən yaxın müttəfiqi ABŞ-a ixracatında 8,3% azalaraq 353 milyard avroya düşüb. ABŞ-dan Qoca Qitəyə məhsul idxalatında isə 13,2% azalma (202,5 milyard avro) müahidə olunub.

Avropalı ekspertlər Çinin koronavirus pandemiyasının törətdiyi ağır nəticələrdən ABŞ-dan daha tez özünə gəldiyini xüsusilə vurğulayırlar. Ümumilikdə pandemiyanın gətirdiyi böhran Avropanın ticarət balansına olduqca mənfi təsir göstərib. Birliyə daxil olan 26 ölkə (və Böyük Britaniya) ötən il 1,93 trilyon avroluq əmtəə ixrac edib ki, bu da 2019-cu illə müqayisədə 9,4% azdır. Elə idxalatın ümumi həcminin də 11,6 azalaraq 1,71 trilyona düşdüyünü söyləmək mümkündür.

“Breksit”dən sonra AB və Böyük Britaniya arasında ticarətdə də azalma görünməkdədir. Birləşmiş Krallıq İttifaqdan çıxmasına rəğmən hələ də vahid Avropa bazarının tərkib hissəsi sayılır. Buna baxmayaraq, AB-nin bu ölkəyə idxal və ixracatında 13% azalma qeydə alınıb. Bununla bərabər Böyük Britaniya AB üçün Çin və ABŞ-dan sonra 3-cü böyük tərəfdaş sayılır. Ondan sonra İsveçrə, Rusiya və Türkiyə gəlir.

Avropa Birliyinin Rusiyaya ixracat həcmi isə 10% azalaraq 79 milyard avro təşkil edib. Rusiyadan gələn idxal isə birdən-birə 34,3% düşərək 95,2 milyard avroya qədər geriləyib.

Musavat.com

Yeri: https://musavat.com/news/abs-in-dunydaki-en-vacib-ticari-terefdasi-ele-onun-en-boyuk-reqibi-imis_779408.html

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

Məşhur psixoloqun evdən meyiti tapıldı

16.02.2021 -- 18:56

rfdccc

Türkiyənin məşhur psixoloq və yazıçısı Doğan Cücəloğlu İstanbulun Beşiktaş rayonundakı evində ölü tapılıb.

“Report” “Haber Türk”ə istinadən xəbər verir ki, hazırda psixoloqun evində araşdırma aparılır, onun ölüm səbəbi müəyyənləşdirilir.

Qeyd edək ki, Doğan Cücəloğlu 1938-ci ildə Türkiyənin Mersin şəhərində doğulub. Onun kitabları Türkiyə ilə yanaşı Azərbaycanda da geniş yayılıb.

Kaynak: https://musavat.com/news/meshur-psixoloqun-evden-meyiti-tapildi_779607.html

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--


Maradonanın 70 milyon dəyərində mirası yoxa çıxıb

16.02.2021 -- 23:55

mdona

Dieqo Armando Maradonanın varisləri əfsanəvi argentinalı futbolçunun 70 milyon funt sterlinq (97 milyon dollar) məbləğində mirasının yoxa çıxdığını bildirib.

Onun varislərinə bu vəsaitdən yalnız beş milyon funt sterlinq (6,9 milyon dollar) çatıb.

Bu barədə “The Sun” nəşri məlumat yayıb.

Ölümündən əvvəl D.Maradona varislərinə 75 milyon funt sterlinq dəyərində sərvət qoyacağını söyləyib. Onun kiçik oğlunun vəkili Diego Fernando bildirib ki, futbolçunun “dostları” onun pulunun böyük hissəsini ələ keçirib. Argentinalının bank hesabında beş milyon funt sterlinq pul, mülkiyyətində isə kiçik mənzil, köhnə bir ev və iki avtomobil qalıb.

Digər varisin vəkili Mario Bodri isə bildirib ki, əfsanəvi futbolçu pullarını əməliyyatdan sonra müalicə olunduğu otaqda yerləşən seyfdə saxlayıb. Hüquqşünas həmçinin bildirib ki, D.Maradonanın Dubaydakı mənzilində bahalı saat kolleksiyası olub, lakin onun varisləri mənzildən saatları tapa bilməyiblər.

Qeyd edək ki, əfsanəvi Maradona 2020-ci il noyabrın 26-sı 60 yaşında ürəktutmasından vəfat edib.

Yeri: https://musavat.com/news/maradonanin-70-milyon-deyerinde-mirasi-yoxa-cixib_779642.html

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

"Geely" 18 mindən çox avtomobili geri çağırır

16.02.2021 -- 23:15

geely

Çinin "Geely Motors" şirkəti Rusiyada 18 mindən çox avtomobili geri çağırır.

Trend-in məlumatına görə, qərar şaxtalı havada yanacaq dəstəyinin zədələnməsi ehtimalı ilə əlaqədardır.

Bu nasazlıq nəticəsində avtomobildə yanğın baş verə bilər.

Geri çağırılma 2018-ci ildən etibarən istehsal olunan "Atlas" modellərinə şamil edilir.

Avtomobillərdə zəruri təmir işləri ödənişsiz həyata keçiriləcək.


Yeri: https://musavat.com/news/geely-18-minden-cox-avtomobili-geri-cagirir_779656.html




[Edited at 2021-02-16 22:46 GMT]
Collapse


 
Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] >


To report site rules violations or get help, contact a site moderator:


You can also contact site staff by submitting a support request »

İlginç yazılar


Translation news in Türkiye





Protemos translation business management system
Create your account in minutes, and start working! 3-month trial for agencies, and free for freelancers!

The system lets you keep client/vendor database, with contacts and rates, manage projects and assign jobs to vendors, issue invoices, track payments, store and manage project files, generate business reports on turnover profit per client/manager etc.

More info »
Trados Business Manager Lite
Create customer quotes and invoices from within Trados Studio

Trados Business Manager Lite helps to simplify and speed up some of the daily tasks, such as invoicing and reporting, associated with running your freelance translation business.

More info »